#1
|
||||
|
||||
Kİbİr en kÖtÜ huylardan bİrİdİr
Yaratılış itibarı ile insanoğlu, her türlü güzellik ve olgunluğa elverişli bir yapıya sahiptir. Zira o, “Gerçekten biz, Ademoğullarını aziz ve şerefli kıldık” (İsra,70) müjdesinin muhatabıdır; o Eşref-i Mahluk’tur. Yine Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile “ahsen-i takvim” üzere, yani en güzel surette yaradılmıştır.
Yaratılış itibarı ile insanoğlu, her türlü güzellik ve olgunluğa elverişli bir yapıya sahiptir. Zira o, “Gerçekten biz, Ademoğullarını aziz ve şerefli kıldık” (İsra,70) müjdesinin muhatabıdır; o Eşref-i Mahluk’tur. Yine Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile “ahsen-i takvim” üzere, yani en güzel surette yaradılmıştır. Buradaki güzellik, insanın hem maddi, hem de manevi tarafını içine alır. Ama aynı insan, “esfel-i safilin”e, yani “aşağıların aşağısı”na düşmeye de adaydır. Esfel-i safiline düşmemek, ahsen-i takvim çizgisinde yürüyebilmek, hiç şüphe yok ki özel bir gayret ve çabayı gerektirir. İnsanın yaradılışına bakacak olursak, birtakım iyi ve kötü eğilimleri bir arada taşıdığını görürüz. Bu fıtratıyla insan, ne melekler zümresinden, ne de şeytanlar taifesindendir. Fakat melekler kadar saf ve temiz olabileceği gibi, hayvandan aşağı seviyelere düşmesi de sözkonusudur. O halde insanoğlunun maddi ve ruhi hayatında dengelerin önemi büyüktür. Zira yaradılış itibariyle aşarılıklara kaçmaya temayülü vardır. Özellikle olgunlaşmamış, ham fıtratlar bu aşırılıklara daha çok eğilim gösterirler. İnsanoğlunun sık sık düştüğü aşırılıklardan biri de gurur ve kibirdir. Kibir, kişinin kendini başkalarından büyük sayıp, diğer insanları hor ve hakir görmesidir. Bunun açığa vurulmasına tekebbür denir. Evet; insan değerli bir varlıktır, herkesin ayrı bir şahsiyeti vardır. Bu özel yanını geliştirmesi, potansiyel güçlerini faal hale getirmesi onun varlık sebebidir. Fakat bütün bu faaliyetleri sırasında haddini aşar, nefsini beğenmeye başlar, en büyük benim der ve başkalarına hayat hakkı tanımazsa, kibir tuzağına düşmüş olur. Gurur ve kibirin zararı, başkalarına olduğundan çok, kişinin kendisinedir. Yani asıl zararı bizzat kibirlinin kendisi görür. Kibir insanın gelişme ve olgunlaşma istidadını öldürür. Zira gerçekte sahip olmadığı şeylere sahip olduğunu zanneden kişi, bunları elde etmek için gayret sarfetmeyecek ve böylece körelecektir. Diğer taraftan, dünyada kendinden başka hürmet ve hizmete layık insan görmeyecektir. Gurur ve kibir öyle kötü bir huydur ki, kişiye kulluğunu, acizliğini unutturarak Rabbi’ne isyana dahi götürür. Nitekim Şeytan aleyhillâne “ben Adem’den daha üstünüm” diyerek benliğe kapıldığı için huzur-u ilâhiden ebedi olarak kovulmuştu. Bunun gibi, kulun Rabbi’ne isyanı da gururu ve kibiri yüzündendir. İbadet ve taat ehli insanların da, hayır-hasenatına, ibadet ve taatına güvenmek suretiyle kibir tuzağına düşme tehlikesine karşı uyanık olması gerekir. Ve elbette bu ibadet ve taatlarından dolayı kendini başkalarından üstün de görmemelidir. Kibir ve gurur Allah’ın kullarına yakışmaz. Kula kulluk yaraşır. Nihayet hepimiz insanız ve insanlar arasında “üstünlük sadece takva iledir”. Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz buyururlar ki: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Dikkat ediniz, hiçbir Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab’a; siyahın kırmızıya, kırmızının da siyaha takvadan başka hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında en üstününüz, en fazla takva sahibi olanınızdır.” Evet, üstünlük ancak takva iledir. Takvanın hakiki ölçüsü ise kulun kendisinde değil, Cenab-ı Mevlâ’nın katındadır. Azamet ve büyüklük Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Bir kudsî hadiste Cenab-ı Mevlâ şöyle buyurur: “Kibriya ridam, izzet ise izarımdır (bunlar bana mahsus sıfatlarımdır). Kim bunlardan birisi hakkında benimle çekişmeye girerse (bu sıfatları takınmaya kalkışırsa) onu ateşe atarım.” Cenab-ı Mevlâ kibri zemmederek, cebbar ve mütekebbirlerin, kibirlenerek haktan yüz çevirenlerin kötü akibetlerini haber veriyor: “Dünyada haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştırırım...” (Araf,146) “...işte Allah, her kibirli ve zorbanın kalbini böylece mühürler.” (Mümin, 35) “O, büyüklük taslayanları sevmez” (Nahl, 23) Fahr-i Cihan s.a.v. Efendimiz de kibir ve gururun çirkinliğine dikkatlerimizi çekmiştir: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kişi cennete giremez.” “O ne kötü kuldur ki, kibre düşer de Yüce Allah’ı unutur. O ne kötü kuldur ki, gaflete dalar da çürüyüp yok olacağı kabri unutur. O ne kötü kuldur ki, azar, şımarır ve başlangıcı ile sonunu unutur.” “Cehennemlikleri sizlere haber vereyim mi? Onlar katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen, kibirli kimselerdir.” Evet; kibir ve gurur, insanın değerini düşüren, ibadetlerini hükümsüz bırakan ve ilâhi mükafatlardan mahrum eden kötü bir huydur. Ve ne kadar güzel gösterilirse gösterilsin, kabalığın, hamlığın ve yetişmemişliğin bir yansımasıdır. Kötü kalpli, rezil ahlâklı, helal ve haram bilmeyen, sert mizaçlı, hayır işlerinden uzak, kendinden başka büyük tanımayanların düşmanı Allahu Tealâ’dır. Diğer taraftan, fertlerin birbirine karşı kibirli olduğu, sevgi bağlarının koptuğu bir cemiyette huzur olmaz. Eğer mutluluk ve huzur bulmak istiyorsak, önce kalplerimizdeki kin, haset, düşmanlık, kıskançlık, kibir gibi kötü huyları çıkarıp atmak zorundayız. Bunların yerine, muhabbet, güzel ahlâk, fazilet, adalet ve tevazu gibi güzel hasletlerle kalplerimizi güzelleştirmek zorundayız. İslâm’ın gayesi insanları birbirleriyle kaynaştırmak emniyet ve huzur içerisinde hem bu dünyada, hem de ahiret aleminde mutluluklarını sağlamaktır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Rasul-i Ekrem s.a.v. inanan insan için ölçüdür, rehberdir, örnektir. O, iç dünyamızda ve hayatımızda ifrat ve tefrite düşmeden yaşamayı, dengeyi nasıl bulacağımızı bizzat yaşayarak, uygulayarak göstermiş, veciz ifadelerle bildirmiştır. İşte eşref-i mahluk olmak, aziz ve şerefli insan olmak, o Habib-i Edib’in gösterdiği itidal çizgisinde bulunmaya bağlıdır. Bu çizgi, Mukaddes Kitabımız’ın emir ve tavsiyelerinden neş’et eden o nezih, o arı-duru “ahlâk-ı hamide”dir. Artık bütün mesele, yaşadığı topluma, bütün insanlığa bir numune-i imtisal olmak üzere bu ahlâkın nasıl elde edileceğidir. İtidal çizgisini bulabilmek, sivriliklerden arınmak, hamlıktan kurtulup haslığa ulaşmak için; kısacası Fahr-i Kainat s.a.v’in eşsiz ahlâkıyla ahlâklanabilmek için, O’nun “vârislerim” diye müjdelediği mana erlerinin, gönül tabiblerinin, rabbanî alimlerin mekteplerinde, manevi murakabeleri altında terbiye görmek gerekir. Zira bu işin usulü, üslubu budur. Rabbimiz’in tevfik inayeti ile… |
Benzer Konular |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Beklenen | ceyLin | Şiir Dünyası | 0 | 3 February 2009 20:25 |