#1
|
|||
|
|||
ku'anı-ı Kerim
Kur'an Nedir?
Kur'an-ı Kerîm, Allah'ın insanlara indirdiği son Mukaddes Kitaptır. Kur'an, son Peygamber Hz. Muhammed'e (asm) Cebrâil (as) tarafından vahiy yoluyla indirilmiş ve ondan tevatür yoluyla nakl edilerek günümüze kadar gelmiştir. Kur'an-ı Kerîm ferde ve cem'iyete, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde insan hayatının bütününe, maddî - mânevî bir hidayet rehberidir. Hükûmet başkanından, kumandandan sade vatandaşa ve sokaktaki adama kadar herkes, orada kendisiyle alâkalı olanı bulur. Dünyevî ve uhrevî huzur ve saadeti için gerekli bilgi ve dersleri ondan alır. Kur'an'ın sâhip olduğu meziyet ve özellikler, âyetlerde ve hadîslerde şu şekilde beyan buyurulmuştur: "İşte bu Kur'an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur). Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız" (el-En'âm, 155). "Şu indirilmiş Kur'an, mübarek ve feyizli bir kitabdır ki elleri önündekini (Tevrat ve İncil'i) tasdik edicidir. Tâ ki onunla Mekke halkını ve bütün çevresindeki insanları korkutsun. åhirete îman edenler, namazlarına gereği üzere devam ettikleri gibi, Kur'an'a da inanırlar" (el-En'âm, 92). * "Onlar, hâlâ Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu ve mânasını düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulurlardı." (en-Nisâ, 82). "O Kur'an, insanları Hakk'a ulaştırır; helâl ile haramda ve din hükümlerinde hakkı bâtıldan ayırır..." (el-Bakare, 185). "Kur'ân-ı Kerîm doğru yol gösterici, mü'minlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir" (el-Bakare, 97). "Bu Kur'an, akıl sâhiplerinin, âyetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır" (Sâd, 29). Hâris bin A'ver'den rivayet edilmiştir: Bir gün Hz. Ali şöyle dedi: "Bakınız, ben Resûlüllah'dan (asm): "Yakında fitneler kopacaktır" buyurduğunu işittim. Bunun üzerine, "Ey Allah'ın elçisi, bu fitnelerden kurtuluşun çaresi nedir?" diye sordum. "Allah'ın kitabı, Kur'an'dır" buyurdular. (Daha sonra Hz. Peygamber, Kur'an'ın özelliklerini şöyle açıkladı Onda, sizden öncekilerin tarihi, sonrakilerinin haberi ve aranızdaki mes'elelerin hükmü vardır. O, Hak ile Bâtılı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür. Her kim hidâyeti ondan başkasında ararsa, Allah onu şaşırtır. O, Allah'ın kopmayan sağlam ipi, kuvvetli fikir kitabı ve doğru yoldur. O, akılların sapıtıp şaşırmamasına ve dillerin karışmamasına yegâne sebebdir. Kur'an, ilim adamlarının doymadığı, asla tekrarlanmaktan eskimeyen ve hayret veren üstünlükleri bitip tükenmeyen bir kitaptır. Yine O, öyle eşsiz bir eserdir ki, cinler dahi onu dinlediği zaman, "Biz, doğruluk ve olgunluk yolunu gösteren hârikulâde bir Kur'an dinledik" demekten kendilerini alamamışlardır. Ona dayanarak konuşan doğru söylemiş, O'nu tatbik eden sevab kazanmış, O'nunla hükmeden adâlet etmiş ve insanları O'na dâvet eden dosdoğru yola yöneltmiş olur. "Kur'an apaçık bir nur, hakîm bir zikir ve en doğru yoldur." "Kur'an-ı Kerîm, Allah Teâlâ'nın gökten yeryüzüne uzatılmış bir ipidir." "Kur'an'ın sair sözlere üstünlüğü, Rahman'ın mahlûkatına nazaran üstünlüğü gibidir." "Kim Allah'ın kitabından bir âyet okursa, Kıyâmet günü kendisine nûr olur." "Evlerinizi namaz kılarak ve Kur'an okuyarak nurlandırınız." Kur'an'ın isimleri Kur'an, kelime olarak, "toplamak, okumak, bir araya getirmek" mânalarına gelir. Bu isim, Kur'an'a, bizzat kendisi tarafından verilmiştir (Bak: el-Bakara, 185). åyet ve sûreleri bir araya getirdiği; İslâm'ın îtikad, ibâdât, ahlâk, hukuk, v.s. esaslarını toplayıp ihtiva ettiği; dünyada en çok okunan ve okunacak olan kitab olduğu için bu ismi aldığı ifade edilir. Kur'an'ın daha bir çok isimleri vardır. Bu isimlerden bâzıları şunlardır: Kitab, Fürkan, Zikr, Hükm, Hikmet, Şifa, Hüdâ, Rahmet, Ruh, Beyan, Nimet, Bürhan, Nur, Hakk... Kur'an'ın unsurları Kur'an'ın 4 unsuru vardır: 1. Lâfız, yani, okunur olması. 2. Arapa olması. 3. Hazret-i Muhammed'e (asm) indirilmesi. 4. Ondan bize eksiksiz, noksansız, tevatür yoluyla nakledilmiş olması. Bu 4 unsurundan biri eksik olunca Kur'an olmaz. Binaenaleyh tercüme ve meâllere Kur'an denilemez ve bunlar Kur'an'ın yerini tutamaz. Vahy-i metlûv Allah, Cebrâil (as) vasıtasıyla bâzan da başka şekillerde, doğrudan doğruya kelâmını, emir ve iradesini, hikmetlerini Peygamber Efendimize indirmiş, bunlar Kur'an'ı meydana getirmiştir. Kur'an, vahyin en yüksek şeklidir. KUR'AN NEDİR? "Kur'an, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi... Ve âyât-ı tekvîniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi... Ve şu âlem-i gayb ve şehâdet kitabının müfessiri... Ve zeminde ve gökte gizli Esmâ-i İlâhiyyenin mânevî hazinelerinin keşşâfı... Ve sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakâıkın miftahı... Ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı... Ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifat-ı ebediye-i Rahmaniyye. Ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhâniyyenin hazinesi. Ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi. Ve avâlim-i uhreviyyenin mukaddes haritası... Ve Zât ve Sıfat ve Esmâ ve şuûn-u İlâhiyyenin kavl-i şârihi, tefsîr-i vâzıhı, bürhân-ı kâtı'ı, tercümân-ı sâtı'ı. Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi. Ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetin mâ' ve ziyâsı. Ve nev'-i beşerin hikmet-i hakikiyesi. Ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî mürşîdi ve hâdîsi. Ve insana hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubûdiyet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci' olacak çok kitabları tazammun eden tek, câmi' bir KİTAB-I MUKADDES'tir. Hem bütün evliyâ ve sıddîkîn ve urefâ ve muhakkıkînin muhtelif meşreblerine ve ayrı ayrı mesleklerine, her birindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvîr edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütübhâne hükmünde bir Kitab-ı Semâvîdir. KUR'AN; Arş-ı A'zam'dan, İsm-i A'zam'dan, her ismin mertebe-i A'zamından geldiği için, bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah'ın kelâmıdır. Hem, bütün mevcudâtın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır. Hem bütün semâvat ve arzın Hâlikı namına bir hitabdır. Hem Rububiyyet-i Mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Hem, saltanat-ı âmme-i Sübhâniyye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem, Rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifat-ı Rahmâniyyedir. Hem, ulûhiyyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bâzan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Hem İsm-i A'zamın muhîtinden nüzûl ile Arş-ı A'zam'ın bütün muhatına bakan ve teftîş eden hikmetfeşân bir Kitâb-ı Mukaddestir. Ve şu sırdandır ki, "Kelâmullah" ünvanı, kemâl-i liyâkatla Kur'an'a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur'an'dan sonra sair enbiyânın kütüb ve suhufları derecesi gelir. Sâir nihayetsiz kelimat-ı İlâhiyyenin ise bir kısmı dahi has bir itibarla cüz'î bir ünvan ile hususî bir tecellî ile cüz'î bir isim ile ve has bir Rububiyyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zâhir olan ilhâmât suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvanın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibariyle çok muhteliftir. Kur'an, sadece mânası değil, aynı zamanda lâfızları itibariyle de Peygamberimizin kalbine vahyedilmiştir. Kur'an'a vahy-i metlûv denilmesi bundandır. Binaenaleyh Kur'an sadece mâna değil, lâfız ile mânanın bütünüdür. Kur'an, Peygamber Efendimize toptan gelmemiştir. åyet âyet, sûre sûre nâzil olmuştur. Kur'an mu'cizesi Kur'an, insanlığın hakikî saadetini te'min edecek her türlü îtikad, amel ve ahlâk esaslarını ihtiva eder. Hem lâfzı, hem de mânası itibariyle, en büyük ve ebedi bir mu'cizedir. Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: "Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları kadar mu'cize verilmiş olmasın. Mu'cize olarak bana verilen ise, ancak Allah'ın bana vahyettiği (Kur'an)dır. Bunun için kıyâmet gününde ben, peygamberlerin en çok ümmeti bulunanı olacağımı ümid ederim." Gerçekten de, diğer peygamberlerin mu'cizeleri devirleri geçtikçe bitmiştir. Kur'an mucizesi ise, kıyâmete kadar bâkîdir. Kur'an-ı Kerîm'in muhtelif âyetlerinde Kur'an'ın mu'cize olduğu hususu, ısrarla belirtilir: "De ki, bu Kur'an'ın benzerini meydana getirmek için insanlar ve cinler bir araya gelseler ve hattâ birbirlerine yardım da etseler, onun gibisini meydana getiremezler..." (el-İsrâ, 88) Nitekim, Kur'an'ın lâfzındaki üslûb ve belâgata, şimdiye kadar hiç kimse nazîre getiremediği gibi, bundan sonra da getiremiyecektir... Kur'an, lâfzı gibi, mânası bakımından da mu'cizedir. Peygamber Efendimiz okuma-yazma bilmezdi. Kimseden bir şey öğrenmemişti. Bu yüzden ümmî sayılıyordu. Böyle olduğu halde, onun ortaya koyduğu kitab, en yüksek hakikatları ihtiva etmekte; ilmin ve tecrübenin yüzyıllarca uğraşarak ortaya koyduğu birçok ilmî gerçekleri 14 asır evvel haber vermektedir. Bu da Kur'an'ın doğrudan doğruya Allah kelâmı olduğunu göstermektedir. Meselâ, Güneşin kendi etrafında dönerek, ayrıca kendine bağlı birçok gezegeniyle birlikte sâbit bir noktaya doğru yol aldığı; ehramların açılıp Fir'avn'ın mumyalarının ortaya çıkarılması gibi ilmî ve arkeolojik keşifler, son asrın keşifleridir. Halbuki Kur'an bu ve bunun gibi birçok gerçeği, asırlar öncesinden haber vermiştir. İlim ve fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, Kur'an'a aykırı düşemez. Bil'akis müsbet ve içtimaî ilimlerin ilerlemesi Kur'an'ın tefsîrini ve açıklanmasını kolaylaştırır. Bediüzzaman'ın ifade buyurduğu gibi "Zaman ihtiyarladıkça Kur'an gençleşmekte; ihtiva ettiği hakikatlar daha parlak şekilde ortaya çıkmaktadır." Kur'an-ı Kerîm'in diğer bir mu'cizelik ciheti de, sonradan olacak birçok şeyleri önceden haber vermesidir. Verdiği haberler, sonradan aynen çıkmıştır. (Bizanslıların ateşperest İranlıları yeneceği; Mekke'nin fethedileceği haberleri gibi...) Kur'an-ı Kerîm'in ihtiva ettiği hakikatler Kur'an-ı Kerîm, insanlara îtikad, ibâdet, ahlâk, içtimaiyat, iktisad, siyaset, tarih, hukuk, insan, kâinat ve kâinat ötesi gibi birçok hakikatlerden bahsetmiştir. Kur'an'ın bahsettiği bu hakikatlarîn en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Kur'an bütün insanları Allah'ın varlığına, birliğine îmana, yani, tevhid inancına dâvet eder. Zihinlerde Allah'ın kudret ve azametini tespit edip yerleştirir... 2. İnsanları putperestlik ve şirkten şiddetle men'eder. Yalnız ve yalnız, tek olan Allah'a ibâdet etmeye ve O'na hiçbir şey'i şerik koşmamaya dâvet eder... 3. Kur'an insanları ilme, irfana, tefekküre çağırır. İnsanları gaflet içinde şuursuzca yaşamaktan men'eder. Allah'ın kudret ve hikmetine dikkat etmelerini, kâinata ve hâdiselere ibret gözüyle bakmalarını ister. 4. İnsanlara gönderilmiş bâzı peygamberler ve onların ümmetlerini irşad ve tebliğ tarzları hakkında bilgi verir. Geçmiş ümmetlerin hallerinden ders almamızı söyler. 5. İnsanların nefislerine esir olmamalarını, dünyayı âhirete tercih etmemelerini, dünyada her an imtihan içinde olduklarını unutmamalarını bildirir. 6. Müslümanların dinlerinde sebat etmelerini, daima hakka tâbi olup hakkı savunmalarını, düşmanları karşısında kuvvetli olmalarını tavsiye eder. 7. İçtimaî, iktisadî ve siyasî hayatta tâkip edilmesi gereken temel esasları ve saadet düsturlarını haber verir. 8. İnsanlar arasında adalet, istikamet, tevâzu', sevgi ve şefkat, ihsan, afv, edeb ve eşitlik gibi ahlâkî değerleri tavsiye eder. İnsanları zulümden, hıyânetten, kibirden, cimrilikten, intikam duygularından, katı yüreklilikten, fuhşiyattan, haramdan men'eder. 9. Allah'ın kâinata koymuş olduğu kanunların değişmeyeceğini, muvaffakıyet için bu kanunlara riayet etmenin lüzumunu anlatır. İnsana kendi gayret ve çalışmasından başka hiçbir şey'in fayda vermiyeceğini bildirir. 10. İslâm'a uyanların Cennete, uymayanların ise Cehenneme gireceğini bildirir. Bu dünyanın, âhiretteki ebedî Cenneti ve saadeti kazandıracak bir imtihan meydanı olduğunu haber verir Kur'an'a Karşı Vazifelerimiz Bir müslüman olarak Kur'an'a karşı ilk vazifemiz, onun ve ihtiva ettiği hakikatların hak olduğunu tasdik etmektir. Daha sonra, onu okumak, mânasını anlamak ve emirlerini tatbik edip yaşamak, ulvî düsturlarını, ferd ve cem'iyet olarak hayatımıza hâkim kılmak gibi diğer vazifeler gelir. Her müslümanın, namazı câiz olacak kadar Kur'an'dan bir bölüm ezberlemesi farz-ı ayndır. Fâtiha sûresiyle birlikte başka bir sûreyi daha ezberlemek vâcibdir. (Bununla farz da yerine getirilmiş olur). Kur'an-ı Kerîm'in bütününü ezberlemek ise, farz-ı kifâyedir. Yani bir kısım müslümanların hâfız olması, diğer müslümanları mes'ûliyetten kurtarır. Ancak Kur'an'ı ezbere bilen hiç kimse kalmazsa bütün müslümanlar mes'ul olur. Kur'an'ı namaz dışında yüzünden okumak, ezbere okumaktan daha faziletlidir. Zira bu okuyuşa hem göz, hem de dil iştirâk eder. Tefekküre de daha müsaittir. Ezbere okumaya ise sadece dilin iştirâki vardır. Kur'an'ı namaz dışında da, kıbleye yönelerek, temiz giyimli olarak ve edeblice oturarak okumak müstehabtır. * Okumaya başlarken Eûzü-Besmele çekilmesi de yine müstehabdır. Kur'an'ı yüzünden abdestli olarak okumak farzdır. Çünkü abdestsiz Kur'an'a el sürülmez. Kur'an'ı ayda bir defa hatmetmek, umumiyetle güzel görülmüştür. Senede 1, 40 günde bir, haftada 1 hatmi tercih edenler de vardır. Ancak 3 günden az zamanda hatim caiz görülmemiştir. Çünkü bu takdirde Kur'an'ı sür'atli okumaktan dolayı mânasını düşünmek kâbil olmaz, ayrıca telâffuz hatâları yapılabilir. Kur'an-ı Kerîm'i dinlemek farz-ı kifâyedir. Bir mecliste Kur'an okunurken, dinliyenin bulunması, dinlemeyenlerden mes'uliyeti kaldırır. Ancak başka işlerle meşgul olan kimselerin yanında yüksek sesle Kur'an okunması uygun görülmemiştir. Kur'an okumak, nafile ibâdet yapmaktan; Kur'an'ı sesli okumak ise, sessiz okumaktan efdaldir. Bir kimse, yürürken veya bir iş görürken Kur'an okuyabilir. Yalnız bu hâlin Kur'an'ı gafletle okumağa sebeb olmaması gerekir. Bil'akis okuduğu Kur'an, onu gaflete dalmaktan sıyırmalıdır. Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde dua, tesbih, Peygamberimize salât ü selâm, Kur'an okumaktan efdaldir. Kur'an'ı güzel sesle ve tecvidle okumak müstehabdır. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde "Kur'an'ı seslerinizle tezyîn ediniz" buyurmuştur. Kur'an'ı tecvide aykırı şekilde nağmelerle okumak câiz değildir. Kelimeleri değiştiren, mânayı bozan okumalar da haramdır. Kur'an okumayı öğrenmiş olan kimse, sonradan yüzünden okuyamıyacak derecede unutsa günahkâr olur. Kur'an'ı okumak gibi, başkasına okutmak, öğretmek de sevabı çok bir ibâdettir. * Ücretle Kur'an okumayı bâzı âlimler caiz görmüşse de, bunu bir geçim yolu olarak benimsemekten kaçınmak gerekir. Yırtık ve eski olup kullanılmayan mushaf yakılmaz. Temiz beze sarılıp toprağa gömülür. Yahut toz gelmeyen temiz bir yere konur. (Tatarhâniye'den). Kur'an okumak ve okutmanın fazileti ile ilgili olarak hadîs-i şeriflerde şöyle buyurulmuştur: Ebû Mûsâ el-Eş'ari (ra) Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kur'an'ı okuyan ve gereğini olduğu gibi tatbik eden mü'min, kokusu hoş, tadı güzel turunç meyvesi gibidir. Kur'an okumayan, fakat gereğini tatbik eden mü'min, tadı olan ve fakat kokusu bulunmayan hurmaya benzer. Kur'an okuyan, fakat gereğini tatbik etmeyen münâfık da, sadece kokusu hoş olan fesleğen gibidir. Kur'an okumayan münâfık da, tadı acı ve kokusu çirkin Ebû Cehil karpuzuna benzer." "Ümmetimin yapacağı en faziletli ibâdetlerden biri de Kur'an-ı Kerîm'i yüzüne bakarak okumasıdır." "Kul, Kur'an-ı Kerîm'i hatmettiği zaman hatim duası esnasında 10 bin melek ona bağış talebinde bulunur." "Şu ibâdet işinde gözlerinizin hazzını verin... O da Mushaf'a bakarak okumak ve üstünde tefekkür etmek, acâibatından ibret ve ders almaktır." "Evlerinizde Kur'an okumayı artırınız. Bir ev ki, onda Kur'an okunmaz, o evin hayrı azalır, şerri çoğalır. Ehline darlık gelir..." "Kur'an'ı oku, yasak ettiği şeyleri anla. Şayet okuman seni yasaklardan almıyorsa, onu okumuş, anlamış sayılmazsın." "Oruç ve Kur'an, kıyâmet günü kula şefaat edecekler. Oruç diyecek ki: - Ey Rabbim, ben onu yemekten ve şehevî şeylerden gündüzleri alıkoydum. Ona şefaatimi kabûl buyur. Kur'an da diyecek: - Ey Rabbim, onu geceleri uykudan aldım. Ona şefaatimi kabûl buyur. Şefaatleri kabul buyurulur." "Herhangi bir cemaat, Allah'ın evlerinden birinde toplanır, Allah'ın Kitabını okur ve mânasını aralarında anlamaya çalışırlarsa, onlara sakînet (kalb huzuru ve itmi'nan) iner. Kendilerini rahmet kaplar, çevrelerini melekler sarar ve Allah Teâlâ yanında bulunanlara onları anlatır." "Kur'an hâfızları, ehl-i Cennetin reisleridir." Kur'an Okumanın Mânevî Yönleri Okunan Kur'an'ın, insan ruhuna hâkim olması ve onu mânen yükseltmesi için, dikkat edilmesi gereken bâzı hususlar vardır. Bu hususları şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Okunan Kur'an'ın büyüklük ve ulviyetini anlamak... Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Eğer biz Kur'an'ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak o dağı, Allah korkusundan baş eğmiş ve parçalanmış görürdün..." (el-Haşr, 21) Allah, dağların bile çekemiyeceği bir yükü, insanlara vermiş olduğu kabiliyet ile taşıtmaktadır. Şu halde Kur'an okuyan kimse, ilk olarak, okuduğu kelâmın azamet ve ulviyetini idrâk etmelidir. 2. Mütekellimi tâzim: Kur'an okuyan kimse, o Kur'an'ın sâhibinin (mütekelliminin) Allah olduğunu düşünmeli, okuduklarının bir beşer sözü olmadığını her an hatırlamalıdır. 3. Kur'an'ı kalb huzuru içinde okumak, nefsin dedikodularını terk etmek... Bir âlime, "Sen Kur'an okurken gönlüne başka şeyler gelir mi?" diye sorulmuş. O da "Benim için Kur'an'dan daha sevimli bir şey yoktur ki hâtırıma gelsin" şeklinde cevab vermişler. 4. Tedebbür (okuduğu hakikatları düşünmek)... İnsanın bâzen Kur'an'ı, üzerinde düşünmeden okuduğu olur. Halbuki Kur'an kırâetinden esas maksad, onu düşünmek, ders ve ibret almaktır. Düşünmeye imkân verdiği için, Kur'an'ı ağır ağır okumak sünnet kabûl edilmiştir. Hazret-i Ali, "Anlamadan yapılan ibâdette, düşüncesiz yapılan kırâette hayır yoktur" demiştir. Peygamber Efendimiz ål-i İmran sûresinin 90. âyetini okumuş, daha sonra da: "Bu âyeti ağzınada okuyup (veya geveleyip) de üzerinde düşünmeyenin veyl hâline..." buyurmuştur. 5. Tefehhüm (anlamak)... Kur'an okuyan kişi, okuduğu kısmın mânâsını imkân nisbetinde anlamaya da çalışmalıdır. 6. Kur'an'ı anlayışa mâni olan hallerden uzaklaşmak... Kur'an'ın mânâsını anlamaya mâni hallerin başlıcaları şunlardır: a) Taklid ve taassub: Bâzı fikirlere taassubla bağlanmak veya taklid yoluyla bilgi edinmek, Kur'an'daki inceliklerin keşfine ve anlaşılmasına mâni olur. b) Kibir, günahta ısrar veya dünyanın geçici heveslerine iptilâ gibi haller de, Kur'an'ın hakikatlerini anlamaya perde olur. OKUMA PARÇASI: KUR'AN'I NASIL OKUMALI? Bir Kur'an mualliminden, çok genç bir delikanlı ders almaktaymış. Bu delikanlının benzinin cidden solgun olduğunu farkedenler, hocaya demişler ki: "Bu genç Kur'an okumak için bütün gece uyanık duruyor ve Kur'ân'ı bir gece zarfında hatmediyor." Bunun üzerine hoca sormuş: -Oğlum, haber aldım ki, sen bütün gece uyanık duruyor ve Kur'an'ı hatmediyormuşsun. Delikanlı bu söylenenin doğru olduğunu bildirince, hoca: - Oğlum, şu halde bütün gece zarfında Kur'an okurken beni önünde farzet ve namazda bana Kur'an okuyormuş gibi yap, fakat beni hiç hâtırından çıkarma, demiş. Genç talebe bu teklifi kabul etmiş ve sabah olunca aralarında şu konuşma geçmiş: -Dediğimi yaptın mı? - Evet efendim. -Kur'an'ı hatmedebildin mi? - Hayır, yarısından fazlasını okuyamadım. - Oğlum, o halde bu gece, Hz. Peygamberden Kur'an'ı dinlemiş olan herhangi bir sahâbîyi düşünerek oku. Dikkatli ol, çünkü sahâbîler Kur'an'ı bizzat Hazret-i Peygamberden dinlemiştir. Bu sebeble okurken sakın hatâ işleme. Delikanlı "peki" dedikten sonra, o gece yine Kur'an okumuş, fakat bu sefer ancak dörtte birini okuyabildiğini hocasına söylemiş. Ertesi gece için de hocası onun bu sefer bizzat Hazret-i Peygamberi düşünerek okumasını tavsiye etmiş, genç adam da öyle yapmış, fakat Kur'an'ın sadece bir cüz'ünü okuyabildiğini fark etmiş. Nihayet, şeyh ona: - Oğlum, bu gece de Allah'a tevbe et ve kendini hazırla... Ve Allah'ın huzurunda Kur'an okuduğunu düşün... demiş. Ertesi gün, hoca, talebesinin gelmesini beklemiş, fakat gelen olmamış. Durumu öğrenmek üzere gönderdiği bir adam, gencin hasta yattığı haberini getirince, üstad bizzat giderek talebesini ziyaret etmiş ve onu ağlarken bulmuş. Genç adam hocasına: -Hocam, Allah size çok sevablar ihsân eylesin. Ben şimdiye kadar Kur'an'ı yalan yanlış okuduğumu, ancak bu son gece fark ettim. Çünkü Fâtiha sûresini açıp okumak istediğim zaman "Ancak sana ibâdet ederiz" âyetine gelince, kendi nefsime bir baktım ve Cenâb-ı Hakk'ı bu âyetle tasdik ettiğimi göremedim. Bu sebeble de "Ancak sana ibâdet ederiz" (İyyâke na'büdü) demekten, (yani bu âyeti okumaktan) utandım... Mütemâdiyen "Mâliki yevmiddîn" âyetine kadar gelip bir türlü "İyyâke na'büdü" âyetini okuyamadım... Böylece rükûa vardığım zaman, artık tan yeri ağarmıştı..." demiş. İbnü'l-Arabî'nin rivâyetine göre, bu delikanlı bir saat sonra rûhunu teslim etmiş. Bir müddet sonra da üstad, bu gencin kabrini ziyârete gittiği zaman, mezardan şu sesin geldiğini işitmiş: - Ey üstâdım, ben diri (olan Allah'ın) indinde diriyim. Allah beni herhangi bir bakımdan hesâba çekmedi... |