Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi
 

Go Back   Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi > Eğitim - Öğretim > kimya
Yardım Topluluk Takvim Bugünki Mesajlar Arama

gaziantep escort gaziantep escort
youtube beğeni hilesi
Cevapla

 

LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 9 December 2008, 16:04
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Atom'un Keşfi

ATOM'UN KEŞFİ
İlk atom bombasının öncüsü ve Manhattan Projesinin mimarı ünlü fizikçi J. Robert Oppenheimer, 16 Temmuz 1945 günü New Mexico çölünde dalgın dalgın yürümektedir. Önüne ters dönmüş bir kaplumbağa çıkar, onu alır ve düzeltir. Sonra usulca mırıldanır: Hiç olmazsa bunu yapabildim. O gün ilk atom bombası denemesi başarıyla sonuçlanmış patlama sonucu nükleer çağ başlamıştır. Oppenheimer'in karşısına çıkan kaplumbağa patlamanın 0 noktasından kilometrelerce uzaklıktaki yerinde bombanın şok dalgasına maruz kalmıştır. Atom mantarından yayılan ışık tüm çölü aydınlattığından Tirinty (Kutsal teslis) adlı projenin ilk yöneticisi Kennet Bainebridge sabah karanlığında yayılan ışığa bakıp elinde olmadan; “işte şimdi hepimiz ....... çocukları olduk” demiştir, çevresindekilere. Oppenheimer ise anılarında Bhagavad-Gita'dan şu dizeyi tekrarladığını söyler: “dünyaları parçalayan/ölüm oldum ben.”
Denemenin üstünden 3 hafta geçer. Günlerden 6 Ağustostur. Saat 08.15. yaratıcılarının “Little Boy” (Küçük oğlan) adı verilen ilk bomba aydınlık bir sabahta yerden 8 bin metre yükseklikten Hiroşima göğüne bırakılır. Bomba atıldıktan 43 saniye sonra Shima Hastanesinin üstünde patlar. Patlama gözleri kör eden bir ışıkla başlar. Sıcaklık 2000-3000 derecelik termal dalgalar halinde yayılır. Saatte 640 ila 960 kilometre hızla yayılan rüzgarlar büyük bir mantar bulutu oluşturur. Mantar bulutuyla dağılan gama ışınları ve nötron taneleri hücrelerini parçalar insanların, sonra atmosfere karışırlar. Yağmura dönüşüp ölüm olurlar. “Kara yağmurlar” der insanlar onlara.
Sakin Ağustos göğünün altında bulutun taşıdığı ölüm 70 bin kişiyi kavuruverir ilk anda. Ardından 70 bin kişi de yara ve yanıklar içinde kıvranarak ölür birkaç gün içinde. 350 bin kişilik Hiroşima'nın tamamına yakınını yakan yıkan, sakinlerini kömürleşmiş, kavrulmuş, kanayan, çürüyen, kokan insan yığınına dönüştüren bombadan üç gün sonra bu kez “Fat Man” (Şişman adam) Nagazaki kentini yerle bir eder. Ölü sayısının 67 bin olduğu tahmin edilmektedir. Hiroşima ve Nagazaki'deki yollar ne kadın-ne erkek-ne çocuk oldukları anlaşılamayan bomba kurbanlarıyla doludur. Bunların tüm bedenleri, derileri yanmış, kavrulmuştur. Kanayan ve kokan bir et yığınına dönüşmüştür insancıklar. Hemen ölenler daha şanslıdır, geride kalanlar acılar içinde kıvranarak giderler. Daha sonranın barış eylemcisi Japon askeri hekim Shuntara, Hida'nın anlattığına göre, bazıları su… su… diye yalvarmakta bazıları çığlık atmaktadır. Su diye inleyenler bazen bir yudum içtikten sonra oracıkta ölürler.
Amerikalı gazeteci John Hersey, “Bay Tomato” diye anlatır, “kumsalda kadınlı erkekli 20-30 kişilik bir kalabalık buldu. Sandalını kıyıya yanaştırdı, atlamalarını söyledi. Kıpırdayan çıkmayınca yerlerinden kalkamayacaklarını anladı. Uzandı, bir kadın ellerinden yakaladı, ama kadının derisi bir eldiven gibi çıktı elinden.” Hiroşima'da plutonyum bombasının patladığı sıfır noktasından 250 metre uzaklıkta, bombanın ısı etkisiyle kavrulmuş bir insanın merdivenlere vurmuş gölgesi durur hala. Gidenler şimdi varolmayan birine ait o gölgeyi, o bir tür röntgeni içleri titreyerek seyrederler. Hiroşima halkı patlamanın sıfır noktasına yapılan anıta bir çığlık kazımıştır: Hiroşimalar Olmasın !. Dünyanın tüm namuslu ve kardeş insanları katılır bu çığlığa. Ama insanlık kapitalizmin vahşi egemenliği sürdükçe Hiroşimaları yaşamaya devam etmektedir; Saygon'da, Halepçe'de, Kabil'de, Felluce'de, Bağdat'ta…
Japonya'da bombanın etkisi bugün de devam ediyor. Japonlar Hibakusha (Hibakuşa-ışın yiyen adam) diyorlar radyasyonun etkisini bugüne taşıyanlara. Japonya'da 400 bin Hibakuşa vardır günümüzde. Nazım, Japon Balıkçısı şiirinde onlardan birini anlatır. Sevdiğine; “badem gözlüm beni unut/üstümüzden geçti bulut” diyen birini. Ve bir Japon balıkçısının ağzından; “Bu gemi bir karat abut/Badem gözlüm beni unut/Çürük yumurtadan çürük/Benden yapacağın çocuk/Bu gemi bir karat abut/Bu deniz bir ölü deniz/İnsanlar ey nerdesiniz?/Nerdesiniz?” diye haykırır.
Hiroşima'yı bombalayan uçağın kaptan pilotu Paul Tibbets, üstlerine herşeyin normal olduğunu, görevin yerine getirildiğini bildirirken, yardımcısı Robert Lewis aşağıya bakıp; “Allah'ım biz ne yaptık” diye yazmıştır önündeki deftere. Ama ABD hükümeti ne yaptığını iyi bilmektedir. ABD Başkanı Truman anılarında her ne kadar bombayı savaşı biran evvel durdurmak için attıklarını söylerse de, gerçeğin yüzü farklıdır. Bomba gelişen sosyalizme ve yükselen özgürlük savaşlarına karşı bir şantaj unsuru olarak ve bu gelişmeyi durdurmak amacıyla kullanılmıştır. Ve gerçekte Soğuk Savaş'ın pimini çekmiştir. Böylece nükleer silahlanma yarışı başlamıştır. Yalnız canlıları yoke den, binalara ve yapılara zarar vermeyen nötron bombasına ve Yıldız Savaşları Projesi'ne götüren yol budur.
Bilimsel-teknolojik buluşların pek çoğu askeri amaçlıdır. Ancak geliştirilen teknolojiler daha sonra askeri amaç dışında da kullanılmaya başlanmıştır. Yeni yüzyılın iletişim mucizesi internet ve elektrik üretmek amacıyla atom reaktörleri kurulması bu tür sonuçlardandır. Atom bombasına ve ordan nükleer reaktörlere götüren yol uranyum(uranium) elementinin 1789 yılında Berlinli bir kimyacı tarafından keşfi ile açılmış oldu. Bunu yaklaşık yüzyıl sonra Fransız bilimci Becquerel'in radyoaktiviteyi keşfi izledi. Iki yıl sonra Polonya asıllı Fransız bilim kadını Marie Curie ve eşi Pierre radyoaktif element radyumu ayırmayı başardılar. Günümüzde röntgen cihazların kullanılmasını onların tekniklerine borçluyuz. 1911 yılında Danimarkalı Rutherford atomun ilk tasarımını yaptı. Bunu izleyen 20 yılda kuantum mekaniği ve pozitronun keşfi gerçekleşti. Ve nihayet proton-nötron modelli modern atom tablosu ortaya çıktı.
1938 yılında Alman bilimciler Hahn ve Strassman atomun parçalanması anlamına gelen nükleer fizyonu keşfettiler. Atomun yapımında etkin rol oynayan anti-faşist Macar fizikçi Leo Szilard berilyum üzerinde gama ışınlarının hareketiyle nötron elde etti. 1942 yılında elektron ve nötron üzerinde çalışmalarıyla tanınan İtalyan kökenli fizikçi Enrico Fermi uranium ve grafit atomlarını parçalamak için nötron hareketlerinden yararlanmayı başardı. Ve ilk atom reaktörünü çalışır hale getirdi. Atom bombası yapımı için yürütülen Manhattan Projesi'ne katılan Amerikalı Nobel ödüllü kimyacı Harold Urey deuteryumu dolayısıyla ağır suyu buldu. Ağır su ve deuteryum atom reaktörlerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanıldı. Urey proje sırasında Uranyum 235 izotopundaki flor gazını defuse ederek bu izotopu zenginleştiren buluu yaptı.
Einstein'den Urey'e bilimsel-teknolojik gelişim atom bombası ve nükleer reaktörlerin gerçekleştirilmesiyle sonuçlandı. Yaklaşık 240 bin insan bu buluş yüzünden acılar içinde öldü. Aradan geçen 50 yıl içinde Hiroşima ve Nagazaki'de radyasyon nedeniyle ölen insan sayısı 300 bine ulaştı. Bu nedenle ölenlerin sayısı hala yılda 1500 kişiyi bulmaktadır. Nazım “Umut” şiirinde şöyle anlatır bu durumu: İşler atom reaktörleri işler/ yapma aylar geçer güneş/ doğarken/ ve güneş doğarken ölür bir/ çocuk/ bir Japon çocuğu/ Hiroşima'da/ 12 yaşında ve numaralı/ ve ne boğmacadan, ne menenjitten,/ ölür bin dokuz yüz elli sekizde/ ölür bir Japoncuk/ Hiroşima'da/ dokuz yüz kırk beşte doğduğu için.”
Artık nükleer yarış başlamıştır. Sovyetler Birliği ABD'nin hemen ardından once plutonium ve sonra da hidrojen bombasını yapmayı başarır. Bu arada 1 Ağustos 1946'da nükleer enerjinin gelişimini control etmek ve barışçıl alanlarda kullanımını araştırmak üzere ABD hükümeti Atom Enerjisi Komisyonu'nu (AEC) kurar. 20 Aralık 1951'de Arco İdaho'da deneysel reaktörde nükleer enerjiden ilk kez elektrik enerjisi elde edilir. 8 Aralık 1953'te ABD Başkanı Eisenhower, “Barış İçin Atom” programını açıklar: Atomun yıkıcı gücü konusunda bilinen imaj değiştirilmeye çalışılmaktadır. 1954 Eylül'ünde ABD nükleer enerji komisyonu Başkanı; “nükleer enerjinin hesaplanmayacak kadar ucuz” olacağını ileri sürer. Nükleer enerji santralleriyle enerji üretmenin maliyeti o kadar düşük olacaktır ki, üretilen elektriğin her birimine düşen yatırım maliyeti ihmal edilebilecektir. Bu açıklamadan 3 ay once Sovyetler Birliği'nin Obninsk kentinde dünyanın ilk nükleer enerji santralinin elektrik şebekesine bağlandığı açıklanmıştır.
Reklam kampanyaları ile birlikte nükleer reaktörler kurulmaya başlanır. Atom enerjisinden her yerde yararlanılabileceği gibi yaygın bir kanı oluşmuş durumdadır. 1945'de yayınlanan “ G elecek Dönemde Atom Enerjisi “ başlıklı bir çalışmada, yazar büyük bir heyecanla ütopyalarını şöyle anlatmaktadır: “Otomobilinizin benzin deposunu haftada 2-3 kere doldurmak yerine, vitamin hapı büyüklüğündeki bir atom enerjisi kaynağı ilebir yıl yolculuk yapabileceksiniz… Daha büyük boyutlu enerji kaynakları, endüstri çarklarını döndürmek için kullanılacak ve böylece Atom Enerjisi Çağı'nı, Bolluk Çağı'na dönüştürecek. Hiçbir uçak sis yüzüden inişini geciktirmeyecek. Hiçbir kent fazla kar nedeniyle trafik sıkışıklığı yaşamayacak. Yazın tatil yerleri hava durumunu garanti edebilecekler, yapay güneşler çiftliklerde olduğu gibi iç mekanlarda mısır ve patates yetiştirilmesini kolaylaştıracak.” Güzel bir ütopya kuşkusuz. Ama atomun yıkıcı gücü bugün böylesi bir ehlileştirilmeden çok uzak. Üstelik sözde barışçıl amaçlı nükleer santraller bir yandan elektrik üretirken diğer yandan da askeri sanayide nükleer füze başlıkları yapımında kullanılan plütonyumu üretmeye devam etmektedirler. Ve nükleer santral yapımının önemli bir amacı da budur.
Yer altı tanrısı Plüton'un adını taşıyan plütonyumun 500 gramı yeryüzüne çıkarılır ve eşit olarak dağıtılırsa, dünyadaki insanların tümünün akciğer kanserine yakalanabileceği söyleniyor. Plütonyum doğal haliyle yalnızca Afrika'da bulunuyor. Ancak nükleerreaktörlerde bir yandan elektrik üretilirken öte yandan uranyum-238 izotopundan yılda 200-250 kilogram olmak üzere plütonyum üretiliyor. Plütonyum kimyasal tepkimelere giren bir metal, havada plütonyum dioksit gibi, solunum yoluyla geçen parçacıklar oluşturabiliyor. Pudra gibi incecik zerreler içeren bu bileşim hava akımlarıyla taşınıyor. Solunum yoluyla insan ve hayvanlara geçiyor.
Profesör Dr. Renan Pekünlü, bu geçişin etkilerini şöyle anlatıyor; “Akciğerin hava yollarından birine konuşulan bileşim yakın komşuluğundaki hücreleri alfa parçacığı (helyum atomu) bombardımanına tutar. Daha küçük parçacıklar akciğerden kan damarlarına geçer. Plütonyum demir benzeri özellikler sergilediğinden kandaki demir taşıyıcı proteinlerle birleşir ve vücudumuzun demir depoları olan karaciğere ve kemik iliğine yerleşir. Alfa parçacığı bombardımanına burada da devam eden plütonyum karaciğer kemik kanseri ve lösemiye neden olur.”
Plütonyum marifetleri bununla da kalmıyor. Demir benzeri özellikleri sayesinde plasentayı geçerek ana rahmindeki fetüse ulaşıyor ve gelişme bozukluklarına neden oluyor. Erkeğin testislerine ve kadının ovarisinde yoğunlaşıyor ve genetik mutasyonlara yol açıyor. Besinlerde; en çok da proteinlerde balık, tavuk, yumurta ve sütte birikiyor. Hem insan ve hem de hayvan sütünde yoğunlaştığından bebekler kanser ve genetik mutasyona daha yatkın hale geliyor. Plütonyumun radyoaktif etkisi ise yaklaşık 240.000 yıl sürüyor. Tümüyle etkisiz hale gelmesi için 500.000 yıl gerekiyor.
Ellili yılların koşullarında henüz plütonyumun bu özellikleri bilinmiyor. Kolay ve çok miktarda elektrik üretmek heyecanı içinde güvenilirlik, çevresel etkiler ve atık problemi akla gelmiyor. Elektriğin büyük ölçüde ucuzlayacağı gelecekte dünyanın enerji problemi olmayacağı gibi iyimser bir tablo çiziliyor. Bu akıl yürütme çerçevesinde, ABD, Sovyetler Birliği ve Avrupa'da 1970 yılına dek 30'un üstünde nükleer santral kuruluyor.
Ekim 2004 yılında Uluslararası Atom Enerji Kurumu'nun (IAEA) 1992 kayıtlarına göre; Fransa'da elektriğin yüzde 70'ini üreten “68”, ABD'de yüzde 22'sini üreten “108”, Japonya'da yüzde 24'ünü üreten “44” İngiltere'de yüzde 21'ini üreten “36”, Tayvan'da yüzde 38'ini üreten “6” reaktör bulunmaktadır. Bu tür nükleer santrallere ek olarak yakıt zenginleştiren ve üreten askeri ve sivil amaçlı 100 nükleer tesis daha bulunmaktadır. Ekim 2004'ün sonunda dünya çapında çalışır durumda 440 reaktör vardır.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) 1974 yılında hazırladığı bir raporda ,2000 yılında dünyada 4500 adet nükleer santralin olacağını öngörüyordu. Bugün varolan nükleer tesisler 1974'te öngörülenin çok altındadır. 1992 yılında Washington'daki Dünya Gözlem Enstitüsü ve Greenpeace International'in (Uluslararası Yeşilbarış) katılımıyla hazırlanan 1992 Dünya Nükleer Enerjisi Durum Raporu'nda şöyle diyordu: “Nükleer enerji endüstrisi dünya enerji piyasasının dışına atılmaktadır (…) Şu anda yapımı devam eden nükleer santraller yakında tamamlanacak ve gelecek yıllarda nükleer enerjinin gelişimi çok çok yavaşlayacaktır. Bugünden açıkça görülmektedir ki dünya genelinde 2000 yılında hemen hemen 360.000 MW'lık bir nükleer kapasite olacaktır. Bu da bugünkü kapasitenin sadece yüzde 10 üzerindedir. Bu durum 1974'te Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun 2000 yılı için öngördüğü 4.450.000 MW'lık üretim kapasitesinin çok uzağındadır.” Günümüzde 1992'den yalnızca 4 fazla olan reaktör sayısı bu öngörünün doğruluğunun kanıtıdır.
Durumun bu şekilde gelişmesinde atomun gücünü denetlemenin zorluklarının ortaya çıkmasının payı vardır. Dünya, Hiroşima ve Nagazaki'de bu gücün serbest bırakıldığında nasıl bir şey olduğunu görmüştü. Barışçıl kullanımın yıkıcılığını da reaktör kazalarıyla anlamış oldu. Uzun yıllar dünya kamuoyundan gizlenen nükleer kazalar, 26 Nisan 1986'da eski Sovyetler Birliği içinde bulunan Ukrayna'nın Çernobil nükleer santralinin 4 numaralı ünitesinin patlamasıyla dünya gündemine oturdu. Çernobil şu günlerde Laz müziğinin devrimci yorumcusu Kazım Koyuncu'nun kanserden ölmesiyle Türkiye gündemine de yeniden girmiş du rumda. Çıplak gerçek kendini dayatmaya basladığından, 19 yıl sonra bugünlerde, yönetenler çernobil'in e tkilerinin araştırılması doğrultusunda bir karar aldı.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla




Saat: 15:14


Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
gaziantep escort bayan gaziantep escort
antalya haber sex hikayeleri aresbet giriş vegasslotguncel.com herabetguncel.com ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort kızılay escort çankaya escort kızılay escort ankara eskort

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2