Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi

Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi (https://seversintabi.com/)
-   Kültür/Sanat (https://seversintabi.com/kultur-sanat/)
-   -   Bülbülü Öldürmek (https://seversintabi.com/kultur-sanat/23325-bulbulu-oldurmek.html)

eLanuR 29 December 2008 20:25

Bülbülü Öldürmek
 
Bülbülü Öldürmek
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Harper Lee

Çeviren: Pınar Öcal


Başrollerini Gregory Peck ve John Megna'nın paylaştığı 1962 tarihli aynı adlı filme de esin kaynağı olan Pulitzer ödüllü roman önyargılar, şiddet ve riyakarlıkla beslenen Güneyli erişkinlerin ırk ve sınıf ayrımı konusundaki mantıksız yaklaşımlarını Scout ve Jem Finch adlarındaki iki çocuğun ağzından anlatıyor.

Amerika’da 1930’ların Güney Eyaletleri’nden birinde bir beya kızın ırzına geçmekle suçlanan bir zencinin öyküsünü anlatan kitap 1960'da yayınlandığından bu yana da pek çok saygın ödülün sahibi oldu.

eLanuR 29 December 2008 20:27

Bir Başına Bir Yalnız
 
Bir Başına Bir Yalnız
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Atilla Atalay

İletişim Yayınları

Yarattığı Eray ve uşağı Sebastian, ev kızı Sıdıka, Sıkılhan gibi karakterleriyle tanınan Atalay, yalnızlığa farklı bir bakış getiriyor kitasında.

Yalnızlık herhalde, bir insanın saklamayı düşündüğü en son şey olmalıdır" diyor ve devam ediyor: "Fakat yine de konuşulsun istemezsiniz. Size öyle öğretilmiştir, ayıptır çünkü yalnızlık. Yekten "deli" diyen de olur, "Bakma sen, bugünlerde en düzeyli ilişki, yalnızlık aslında" derken gözlerinize "Seni aklına çaktığımın manyağı seni, kimbilir ne arızan var ki, kimselerle geçinememişsin, ısırsa bana da bulaştırır mı acaba" gibisinden bakan da.Oysa sanıldığından çoktur yalnız nüfusu; kişi başına bir yalnız düşer.

eLanuR 29 December 2008 20:29

Taliban
 
Taliban [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Ahmed Raşid

Çeviren: Osman Akınhay
Agora Kitaplığı

Küresel kapitalizmin simgesi olan İkiz Kuleler'e ve ABD'nin askeri gücünün merkezi olan Pentagon'a yönelik saldırıların yapıldığı dakikalardan itibaren aylarca, bütün dünya tek bir hareketin ismiyle yatıp kalktı: Taliban!

Yirmi yılı aşkın bir süredir Afganistan'la ilgili geniş çaplı haberler yapan tek gazeteci ve bir Afganistan âşığı olan Ahmed Raşid'in bu kitabı, Taliban'ın küçücük bir grup olarak doğuşundan bütün dünyanın kaderinin düğümlendiği bir korku odağı haline gelmesine kadar uzanan serüvenini ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor.

eLanuR 29 December 2008 20:31

İstanbul Bir Masaldı
 
İstanbul Bir Masaldı
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Mario Levi

Doğan Kitap

Ödüllü yazar Mario Levi bir Yahudi ailesinin, 1920-1980 yılları arasında İstanbul’da yaşadıklarını kaleme alıyor.Ailede yaşanan göçler, aileye başka ülkelerden katılanlar, başka ülkelere göç edenler…

"İstanbul Bir Masaldı" göçlerle birlikte başka bir ülkeyi, daha da önemlisi kendi ülkesini arama çabasındaki insanların öyküsü.

eLanuR 29 December 2008 20:31

Kameraya Gülümse
 
Kameraya Gülümse
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Amélie Nothomb

Çeviren: Yaşar İlksavaş
Doğan Kitap

Yepyeni bir reality show başlıyor ekranda. Katılımcıların tamamı bu show’a kendi istekleri dışında seçilerek alınıyorlar. Show’un geçtiği mekân bir ölüm kampı dekorunda. Zorunlu oyuncular, yani
mahkûmlar, gardiyanları tarafından ve kameralar önünde hakaretlere maruz kalacak, aşağılanacak, işkence görecek, sonuna kadar eğlendireceklerdir izleyiciyi!.. Elenme ise, yine izleyenlerin oylarıyla ölüme gönderilmek olacaktır.

Amélie Nothomb’un yeni romanı "Kameraya Gülümse", televizyon kanallarında gerçekleştirilen bu tür programların halkın üzerindeki etkisini olduğu kadar halkın ya da izleyicinin bu tür programlar üzerindeki etkisini sorgulayan bir roman. Nothomb, "Kameraya Gülümse" ile "kara kutu"yu açıyor.

eLanuR 29 December 2008 20:32

Pozitivizme Ve Pragmatizme Karşı Felsefeyi Savunmak
 
Pozitivizme Ve Pragmatizme Karşı Felsefeyi Savunmak

[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Maurice Cornforth

Çeviren: Tonguç Ok
Evrensel Basım Yayın

İngiliz Marksist filozof Maurice Cornforth'un pozitivizm eleştirisi, işçi sınıfının teorik mücadelesinin güncel ihtiyaçlar bakımından son derece önem taşıyor.

Kitap öncelikle felsefeyi farklı sınıf çıkarlarını temsil eden değişik akımlarıyla tanımak açısından önemli bir kaynak.

Özellikle diyalektik materyalizm hakkında ikinci elden ve akademik yöntem kitapçıkların şablonlarına uyarlanmış tanımlardan ötesini bilmeyen pek çok bilimci kendi dallarında diyalektik materyalizmin ne işe yarayacağı sorusunu ciddi ciddi sorabiliyor. Cornforth'un eseri bu soruyu içtenlikle yanıtlamak isteyenler için de iyi bir içerik taşıyor.

eLanuR 29 December 2008 20:32

İdeal Bir Eş Misiniz?
 
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Gülay Atasoy
Nesil Yayınları





Her insan düşler kurar evlenmeden önce... Kimi pembe, kimi mavi düşler..

Kenarları altın yaldızlı, sırma işlemeli sonsuz ufuklu düşler.. Dinmeyen nisan yağmurları, sona ermeyen ilkbaharlar, yazlar..


İlkbaharların bağrında açan tomurcuk güller, papatyalar, yaseminler, gelincikler... Kimileri pembe dizilerin yakışıklı jönlerini hayal eder, kimileri Türk filmlerinin klasik güzel kızlarını...


Hayaller kurulur, beyaz gelinlikler giyilir. Beyaz atlı prens beklenir; mavi düşlerin sonsuz ufuklarına uçmak için...


Ne yazık ki kimi düşler uzun sürmez. Ansızın sonbahar gelir; kış rüzgarları mavi-pembe düşleri kavurmaya başlar, o yeşil çimenleri açmadan soldurur. Feryat figanlar ve ardından sorular gelir: "Neden ve niçin? Neden bölündü düşler?.. Niçin bu kadr kısa sürdü?" Bu çalışma "Zoru başarma"yı hedefliyor.


Evlilik düşü kuran her gencin bilmesi gereken gerçeklerin perdelerini aralayarak, ideal eşin tanımını bulmaya çalışıyor.

eLanuR 29 December 2008 20:33

Benimle Oynar mısın Anne
 
Benimle Oynar mısın Anne


Şimdi çocuklar çocuk olma zamanı...

Çocuğunu iyi eğitmek isteyen ama bunu bilemeyen ebeveynlerin ihtiyacı olan bir kitap.

Çocuklarıyla oyun oynamak isteyen ama oynayacak oyun bulamayan anne-babalar için yüzlerce oyun tarifi.

Hayal gücü ne kadar zengin olursa olsun her çocuk zaman zaman sıkılır ve huysuzlanır. Bu kitap böyle anlarda çocuklarını sıkıntıdan kurtarmak, aynı zamanda onların el becerilerini arttırmak isteyen anne-babalara rehber olması için hazırlandı. Bu yüzden kitapta yüzlerce oyun örnekleri bulacaksınız.

Oyunlar, eğitimcilerin büyük önem verdiği deneme yanılma aktivitesini de sağladığı için çocuğun kendi yeteneklerini keşfetmesine öncülük eder.

Bu kitaptan sonra çocuklarınızın yaramazlığından şikayetçi olmayacaksınız





[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Ali Çankırılı
Timaş Yayınları

eLanuR 29 December 2008 20:34

Bilinmeyen Kadın
 
Bilinmeyen Kadın


Bilinmeyen Kadın


Ne için "Bilinmeyen Kadın"?... Çünkü, kadın bilinmiyor! Kadın bilinmediği için layık olduğu hürmeti görmemekte kalmıyor, çile çekiyor. Peki, sadece kadın mı çilekeş? "Onun" çile çekmesiyle aslında tüm toplum, tüm insanlık, kelimenin tam manasıyla bunalım geçiriyor. Çünkü toplumun çekirdeği olan "Aile"nin anası, yerine göre babası, en önemliside "ilk öğretmen"i kadın. Hepimizde biliyoruz ki, kadının değeri bilinmediği toplum, her türlü kötülüğe gebe... "Beşiğe hükmeden el dünyayı yönetir" demiş büyüklerimiz... Madem öyle, güzel nesiller, dolayısıyla güzel yarınlar için "kadın"ı iyi anlamalı ve anlatmalıyız. Yılların eğitimcisi, araştırmacı yazar Vehbi Vakkasoğlu, "Bilinmeyen Kadın" adlı bu eserinde kadına yönelik çarpık zihniyetleri, islamî prensipler ışığında sorguluyor.








[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Vehbi Vakkasoğlu

eLanuR 29 December 2008 20:34

Yeni Bir Hayat
 
Yeni Bir Hayat


Hayat birbirinden ilginç ve ibretli olaylarla doludur. Yeni Bir Hayat, tecrübeli bir eğitimcinin karşılaştığı birbirinden güzel ve ders yüklü olayları anlatıyor. Şu karmakarışık dünyada, kendisine bir çıkış yolu bulmuş ve "yeni bir hayat"a başlamış insanların huzur dolu dünyalarını işleyen yazar, henüz ümitlerin bitmediğini, çarelerin tükenmediğini ve keşfedilecek nice cevherin bulunduğunu gösteriyor. Kitapta, başıboş bir genç iken doğru yolu bularak imrenilecek bir hayat yaşayan Düzceli Mehmet'in şehit oluşundan başlayarak Kıbrıs Savaşında pilotumuza yol gösteren Mahzenli Ali Efendi'ye kadar heyecan verici, yaşanmış hayat hikâyeleri bulunuyor. Bu gerçek hikâyeleri, defalarca okuyacak, bıkmayacaksınız

eLanuR 29 December 2008 20:35

Kadın Nasıl Mutlu Olur?
 
Kadın Nasıl Mutlu Olur?


Kitap iki bölümden oluşuyor:


1. Bölüm:

Mutluluğun sırları: Araştırmacılar mutluluk için ne diyor? Cevabı bilinmeyen sorular ve mutsuzluk, Üzüntüdeki mutluluk, Mutluluk ve kader, Ölüm nasıl mutlu eder? Mutluluk ömrü uzatıyor, Meşguliyet mutluluğu etkiliyor...


2. Bölüm:

Mutluluğu arayan kadınlar: Nedret Güvenç, Hamiyet Yüceses, Türkan Şoray, Sezen Aksu, Ayşegül Atik, Perihan Savaş, Suna Pekuysal, Belkıs Akkale, Seyyal Taner ve diğer şöhretli kadınların mutluluk arayışları...

eLanuR 29 December 2008 20:36

Canan
 

[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]



Halit Ertuğrul
Nesil Yayınları




Halit Ertuğrul'dan bir duygu seli daha... Elinizdeki bu kitap sizi sizden geçirecek ve çok ibretli sahneler sunacakatır.

Canan baştan sona, gözyaşları içinde anlatılan bir hayat öyküsüdür. Bu yüzden de gözyaşları içinde kaleme alınmıştır. Bu kitabı okurken yanlızca hayatın esrarengiz dünyasına seyahat etmeyecek, aynı zamanda hayretler içinde kendinizden geçeceksiniz.

Her okuyucunun bu kitapta bir sahnesi, bir kesiti vardır.Bir anlamda herkesin hayatı bu kitapta ortak olarak ele alınmıştır. Bunun içinde bu kitapta Canan Hanımla birlikte, siz de yer alacaksınız. Kitabı okuduğunuzda "Böylesi görülmemiştir, ben böyle bir olay duymamıştım!" diyeceksiniz.

Kitabı bitirir bitirmez, kendinizi hesaba çekme, yanlış ve doğruları gözden geçirme ihtiyacı hissedeceksiniz. Unutmayın ki, bu kitap bittiğinde hayatınızda çok şeyler değişecek...

eLanuR 29 December 2008 20:36

Köleler ve sahipleri
 
Köleler ve sahipleri


Köleler ve sahipleri

[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Pınar Kür'ün özenli çevirisiyle Türkçede hayat bulan 'Mal', 1928 Amerika'sındaki köle sahiplerinin aslında kendilerinin bir tür köle olduğunu ironik bir şekilde anlatıyor

Valerıe Martın'in Mal'ı, keskin ayrımlar üzerine kurulmuş. Köle ve sahibi, siyahlar ve beyazlar gibi karşıtlıkların egemen olduğu bir dönem (1928, Amerika) gerçeği üzerinde temellen Mal, köle sahiplerinin aslında bir tür köle olduklarına dair gizli bir anlam da içeriyor. Baştan sona, takip ettiğimiz köle Sarah ve onun sahibi Manon arasındaki ilişkinin ön planda olduğu kitapta, yazar, iki ayrı dünyanın; siyahlar ve beyazların, daha genel anlamda güçlüler ve zayıfların dünyasına yönelik ayrıntılar sunarken, biri köle, diğeri de sahibi olmasına rağmen, söz konusu karakterleri, kadın olmaktan kaynaklı ortak bir zeminde birleştirmiş. Zira, kitapta tanıştığımız zengin çiftlik sahibinin karısı olan Manon, beyaz ve efendi olmasına rağmen, erkek egemenliği karşısında kadın olmaktan kaynaklı sorunsalı temsil etmiş.
Manon'a teyzesi tarafından düğün hediyesi olarak verilen 'çeyrek siyah' (beyaza yakın) Sarah, Manon'ın özel hizmetçisi olarak çiftliğe yerleştiğinde, köle ve hizmetçi olmasının dışında çiftlik sahibi adamın karısıdır da. Çiftliğindeki siyah kölelere yönelik kabalığı ve işkenceci tutumuyla tanıdığımız Manon'ın kocası, bu yönünün dışında, Sarah'yla ilişkisinden dolayı da Manon'ın yaşamında mutsuzluk nedenidir. Sarah, Manon'ın kocasından iki çocuk doğurmuştur. Kocasından nefret eden Manon'ı hayali kurtuluş tasarıları yaparken gözlemleriz; "Kocamın odasından çıkan Sarah'nın görüntüsünü hatırladım. Kızın saçları darmadağınık, gözleri parıl parıldı... Kafama biri çekiçle vuruyordu sanki. Odam o kadar sıcaktı ki, soluk alamıyor, boğulacak gibi oluyordum. Uzaktan bir takım bağırtılar ve çan sesleri geliyordu. Masanın kenarına yapıştım, kafamı öne eğdim, baştan aşağı titriyordum. Kahkahalarla gülmekte olduğumu fark ettiğimde içimi derin bir korku kapladı. Dul kalayım diye bütün gece dua ettim. Ama sabahleyin Sarah kapıma gelip de kocamın ağabeysinin evine gittiğini, öğlen yemeğinden önce dönmeyeceğini bildirdiğinde, dualarımıza kulak veren bir Üst Varlığın olmadığı kanıtlanmış oldu. Gene para istemeye gittiğini anladım. Dolayısıyla döndüğünde çekilmez bir aksilik içinde olacaktı."


Kurban olma durumunun ironisi
Manon'ın dünyasında gezerken, gerilere, onun çocukluğuna doğru gideriz. Manon'ın babası da siyah kölelere sahip olmuş bir çiflik sahibidir. Hümanist biri olarak tanıdığımız babanın, sahip olduklarını yitirmeme konusunda sistemleştirmeye çalıştığı projelerine tanık oluruz. Manon'ın babası, zorbalık yerine, kölelere daha insani davranmayı, onların varlığını kendileri açısından sağlaştırmanın bir yolu olarak görmektedir. Bu da, siyahları yönetmek ve ellerinde tutmak için köle sahiplerinin farklı görüşlere sahip olduklarıyla ilgili fikir verir bize. Daha sonra Manon'ın babasının ölümüne, daha doğrusu -dile getirilmese de- intiharına tanık oluruz. Babasının ölüm şekli, Manon'ın, ilk hayal kırıklığına ve derin mutsuzluğuna neden olmuştur. Yaşamındaki olumsuzlukların bir başlangıcı gibidir çocukluğunda yaşadıkları. Bu arada, köleler ve sahipleri atmosferinin gücünü de yanına alarak daha bir açığa çıkan başka bir durum kitapta kendini hissettirir. Biri beyaz, diğeri siyah olan kahramanlarımızın ikisinin de kadın oluşu, iki kadının toplumsal konumlarından ayrı olarak başka bir kölelik biçimini oluşturur. Daha sonra, kendi yaşamına dair çelişkileriyle belirginleşen Manon'un yaşamı, çok ani bir değişime uğrar. Felaketten çok kurtuluş diyebileceğimiz küçük bir zenci ayaklanması işi kökünden halleder.
Artık özgürleşmiş (yalnız) bir kadın vardır karşımızda. Siyahlar tarafından kocası öldürülmüş olan Manon, kente geri döner ve 'dul' bir kadın olarak yaşamaya başlar. Aile dostlarından yakınlık duyduğu Joel'a yönelik beklentilerini yitirmiştir. Kentteki aylak erkeklerle ilgili de bilgi sahibi oluruz bu arada. Joel, dönemin kadın-erkek ilişkileri ve sosyal hayatıyla ilgili izlenim edinmemizi sağlar. Diğer bir yandan, özgürleşen siyah kadınların köleliğinin de zengin beyaz erkeklerin metresi olarak devam ettiğini gözlemleriz. "Joel akşamlarını açık renkli zenci fahişelerle dolu o iğrenç balolarda mı geçiriyordu? Kadınlar dans ederken, gölgeler arasında oturmuş yelpaze sallayan anneler teklifleri değerlendirirlerdi. Joel o korkunç çeyrek zencilerden birine ayrı ev açıp o kadının doğuracağı çocuklara bakmak için karısının servetini harcayacak biri miydi, teyzemin düşündüğü gibi?"
Arkasına aldığı köleler ve sahipleri gerçeğiyle, kurban olma durumunun ironisinin yapıldığı kitapta, ırk ve cinsiyet halleri açısından dünle bugün arasında bir köprü oluşmuş. Ama yine de Mal, siyahların sınıfsal ve ırksal trajedisinin keskinliğinden olsa gerek, Manon'un trajedisini gölgede bırakmış.

Hiçbir zaman bitmez. Onu dürbünden seyrediyordum, bu seferki oyun hangisi olacak diye. Beş kişiydiler. Hepsini nehrin kıyısında toplar ve hepsi korkarlar. Daha önce oyunu oynamamış olanlar da birilerinden duymuşlardır. Önce İncil'i açıp bir şeyler okur onlara. Hangi pasaj olduğunu bilmek için onu işitmem gerekmez. Derken çocuklar soyunmak zorundalar, bu da uzun sürmez çünkü üstlerinde bol keten pantolondan başka bir şey yok. Sırayla, teker teker ipe asılmak, kolan vurarak suya doğru uçmak ve atlamak zorundalar. Hava dayanılmaz sıcak; serin su hoşlarına gidiyor, bunun tadını çıkarıyorlar ellerinden geldiğince. Suyun içindelerken birbirleriyle itişip kakışmaya teşvik eder onları. Sonra çıkıp aynı şeyi yeniden yapmaları gerekiyor, ama bu kez ipe ikişer ikişer asılmak zorundalar, bu da birinin ötekine sıkı sıkı tutunması demek oluyor. Baktığımda oyunun bu aşamasına gelmişlerdi.
İpte iki oğlan vardı, biri ipe tutunurken öteki de onun omuzlarına sıkıca yapışmıştı. Gülüşüyorlardı çünkü ıslak ve kaygandılar. Uzun bir koşuyu yeni bitirmiş bir atın derisi gibi parıldıyor, buharlanıyordu gövdeleri güneşin altında. Yere basan çocuk koştu, kolan kopardı, suyun ortasına uçtular, en yüksek noktaya ulaştığında koyverdi ipi ve vurulmuş bir çift kara kaz gibi düştüler yukardan suyun kıpırtısız yüzeyini yararak. O, onlara doğru dürüst bakmıyordu bile. Bundan sonraki ikiliyi seçmekle, çocuklardan birine geri dönen ipi yakalaması için talimat verirken elleriyle ötekinin omuzlarını sıvazlamakla meşguldü. Çocuk korkudan titreyerek yere bakıyordu. Daha fazla seyretmeye dayanamadım.
Onun dediklerini yapmayı sürdürmek zorundalar, kıvrak körpe bedenlerini onun önünde çeşitli konumlarda sergileyerek. Onları ipe üçer dörder dizdiğinde çok dikkatle izler, hiçbir şeyi gözden kaçırmamak için. Oğlanlar birbirlerine sürtünüyorlar haliyle. Kolları bacakları birbirine dolanıyor, kopmamaya uğraşıyorlar ve çok geçmeden, birinden biri pipisi kalkmış olarak çıkıyor sudan. Oyunun amacı bu. Söz konusu çocuk sudan çıkmamak için elinden geldiğince oyalansa da, çıkarken önündeki kabarıklığı söndürmek için aklından kimbilir neler geçirse de, faydasız. Bu durum bunların hayvan olduklarını, muhakeme kabiliyetine sahip olmadıklarını gösteriyormuş dediğine göre. Beyaz bir adam, dayak yiyeceğini biliyorsa eğer, orasını kaldıramazmış.
Sopası hemen oracıkta, ağacın yanında durur; zaten hiçbir zaman fazla uzakta değildir. Onu eline aldığında oğlanların sesi kesilir. Kimi kez kabahatli çocuk ağlamaya başlar ya da kaçmaya çalışır, ama eli sopalı bu koca adamın karşısında çaresizdir. Hizmetkârın sertliğinin yok olmasıyla efendininkinin ayaklanması bir olur ve ikincisininki barakalara varana kadar sertliğini kaybetmez. Eğer oğlanın annesini bulabilirse, kadın da güzelse, böylesine doğaya aykırı bir çocuk yetiştirmenin bedelini ağır ödetir ona.
Bu, oyunlarından yalnızca bir tanesi. Eve döndüğünde, artık gün boyu keyfine diyecek yoktur.
Çoğu kez, dürbünden bakarken, inanmak istemediğim bir nakarat yinelenir durur kafamda: Bu adam benin kocam, bu benim kocam.
Kitaptan


MAL
Valerie Martin, Çeviren: Pınar Kür, Everest Yayınları, 2007, 200 sayfa, 10 YTL

eLanuR 29 December 2008 20:37

Du Kovar...
 
Du Kovar...


Du Kovar...
Mehmet Eren

Peyv û Nûbûn du kovarên ku li Başûrê Kurdistanê li bajarê Duhokê derdikevin.
Her dû jî bi elfebaya latînî û erebî derdikevin. Xasima jî kovara Nûbûn hemû bi tîpên latînî tê çapkirin.
Di van herdû kovaran de jî digel nivîskar û rewşenbîrên Kurdistana Başûr, hinek ji Kurdên perçên din ên Kurdistanê û herweha Kurdên li Ewrûpayê ne jî tê de dinivisînin.


PEYV
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]Ev kovar kovareke demsalî ye. Ango ji salê çar car derdikeve. Ev kovar, ji aliyê Komeleya Yekitiya Nivîsakarên Kurd Tayê Duhokê ve tê çapkirin. Di kunyeya kovarê ya hejmara 29an de hatiye diyarkirin ku kovar bi alîkariya Nêçîrvan Barzanî tê çapkirin.
Peyv bi gotinên helbestî û pexşan hatiye xemlandin û xwurî bi Kurdî ye. Lê elfebeya Erebî û Latînî di nivîsan de hatiye bikaranîn.
Ev kovar, bi şiêr, mîzah, pexşan, sînema, muzîk û hwd. hatiye dagirtin. 50 rûpel bi tîpên Latînî, 260 rûpel jî bi tîpên Erebî berhemên Kurdî hatine nivîsandin.
Di sergotara vê hejmarê de ku ji aliyê Hesenê Silêvaney ve -ku herweha xwediyê kovarê ye- hatiye nivîsandin de spasî ji bo alîkariya serokê hukumeta Kurdistanê birêz Nêçîrvan Barzanî tê kirin ku huner û hunermendiyê girîng dibîne û piştgiriya xwe diyar kiriye. Diyar dikin ku bi vê kovarê huner û wêjaya Kurdî bêtir pêşketiye û ji bo nivîskar û rewşenbîrên nû bûye qonaxa nivîs û nivîsariyê.
Di hejmarê de ji Kurdên Sûriyê Konê Reş bi çîroka bi navê ‘Qamişlo! Hêlîna min’, ji Kurdên Tirkiyeyê Arjen Arî, bi helbesta bi navê ‘Hewlêr im Ez’ û Berken Bereh jî bi navê ‘Operayek dojehî: Hewlêr’ ji nivîskarên Kurdên Başûr Xelîl Duhokî, Dr.Abdubaqî Mayî û yên din bi şiêr, çîrok, nivîsên cûrbecûr nivîsîne.
Kovara Peyv li ser tora înternetê di malpera [Linkleri Sadece Üyelerimiz Görebilir... ] de tê xwendin.

Nûbûn
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]Ev kovar jî li Kurdistana Başûr li bajarê Duhokê, ji aliyê Wezereta Rewşenbîrî ya Hikumeta Kurdistanê ve derdikeve.
Taybetîya wê kovarê ev e ku xurî bi Kurdî û bi elfebeya latînî tê çapkirin.
Ev kovar jî kovareke çandî, hunerî û siyasî ye. Qasî ku xuya dike, zêdetir cî dane fikir û remanên ku pêşiya civakê rohnî dike.
Ew, weha xwe didin nas kirin; ‘Hizra Ronak, Kiryara Çak, Qelêmê Pak’ û dibêjin; ‘kovareka hizrî Hemerenge’ dagirtiye.
Di beşekesergotara vê kovarê de ku ji aliyê sernivîskar ve hatiye nivîsandin weha tê gotin; " em dibêjin, dem bi ser ve çû, dema milet ji nasnamê diketin û dihatin qirkirin, ne terora tirkên çiyayîyê Kemalîst cî girt, ne Enfal û Kîmyawî ya Besiyên Sedam serket, ne fêlbaziya perdeya îslamî ji Komara İslamî re bergirt, ne jî stendina nasnamê haşatî ji hebûnê ya Besiyên Sûryeyê li ber hişyarbûn û serhildana Kudan wergirt."
Kovar di vê hejmara xwe de hejmara 50î û 51î bi hevûdu re çap kirine. Kovar ji 100 rûpelan pêk tê, du rûpelên pêşîn û yên paşîn rengînin, yên din jî reş û sipî ne.
Kovar li beranberî yên din, -qasî ku xuya dike- Tenê ji nivîskar û rewşembîrên Kurdistana Başûr hatiye dagirtin. Qasî mêran nebin jî êpek nivîskarên jin jî tê de dinivîsin. Hinek ji wan ev in; Cahîda Cahîd, Gulîzar Bamernî, Emîna Hesen, Şirîn Salîh, Dilşa Yosis, Telî Salih, Lence Ebdula...

eLanuR 29 December 2008 20:38

Şarkısı Beyaz
 
Şarkısı Beyaz


Şarkısı Beyaz
Kamer Beysülen

[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]Şair Yılmaz Odabaşı, bir telefon görüşmemizde yazdığı ilk romanını bitirip yayınevine verdiğini, Haziran 2004 tarihinde piyasaya çıkacağını söylerken, inanılmaz heyecanlı geliyordu sesi. Doğacak çocuğunu kucağına alacak olan bir babanın heyecanıydı bu. İçi içine sığmayarak "bizi" (Derneği, Diyarbakır’ı…) yazdım diyordu… Ben bu heyecanlı sesi, bir kez de oğlu "Şahan Yılmaz" doğduğu zaman duymuştum, sevgili Yılmaz Odabaşı’ndan.
Okurları, Yılmaz Odabaşı’nı daha çok şair kimliğiyle tanıyor. Öykü, anı, deneme ve hikaye kitapları da olan Odabaşı, ilk kez bir romanla çıkıyor karşımıza.
"Şarkısı Beyaz" Cemal Süreya’nın bir şiirinden alıyor adını…
Arada bir ağlamak için/ Onu kocaman ellerimle sevdim/ Ölüm daha saçlarına gelmemişti şarkısı beyaz/ Saçlarını kestim, şarapla ıslattım/ Saçlarını koynumda saklıyorum/ Arada bir ağlamak için…
Bir sıkıyönetim kentinin alacakaranlığında yazgısını değiştirmek için yola çıkmış genç bir adam, kendini dış dünyaya kapamış üniversite öğrencisi manik depresif bir genç kız. Yaşadıkları dünyanın, sistemin kurumları ve kurallarıyla bağdaşamayan bu iki genç insanın yolları önce çakışır, sonra hazin bir aşkla biter…
Kitaplar, şarkılar ve aşkların sansürlendiği; insanlara, ölmek ve kaybedilmek dışında her şeyin yasaklandığı, her kesin, her şeyin, surların bile kendi gölgesinden nem kaptığı uzun ve olağan dışı bir zaman dilimi. Korku dağları büyütülmüş, ölüm makineleri ölüm kusarken, bunca zulmün orta yerinde; bir çığlık gibi yaşanan aşk. Kara gözleri ve uzun kirpikleriyle gülen, gülerken de gözlerinin içi parlayan masum, yoksul bir çocuk, yani çırak ya da müdür.

Yaşanılanlar, dostluk, umut,umutsuzluk, korku, şüphe, ihanet, iç hesaplaşma, faili meçhul sevgi, aşk. Ama her şeye inat; ille de "aşk"…
Şair-yazar Yılmaz Odabaşı, 12 Eylül sonrası bir dönemde bir Kürt kentini, bu kentte yaşanılanları konu alan, kendi yaşamından da kesitler sunarak yazdığı ilk romanını, "Yenik Serçe" isimli şiiriyle de bezemiş. Yani şair, aynı zamanda; bir şiirinin de romanını yazmış.
Adı Nevin, şarap içer, rüzgar giyerdi geceleyin./ O, kanadı kırık bir kuştu/ Beyaza vurulmuştu./ Kimseler görmedi bir başka renk sevdiğini…
Romanın kahramanı, yaşadığı sorunlu aşkın çaresizliği yanında, yasal bir derneğe (DHKD) üye olmaktan ceza almanın ve kısa bir süre sonra tekrar hapse girecek olmanın da sıkıntısını yaşamaktadır.
Bir yandan yaşadığı sorunlu aşkın girdabında didinirken, bir yandan da; önceleri sadece şiir kitapları okumak için gittiği, üye olduğu için de ceza aldığı dernekle ilgili muhasebe yapıyor.
"Ben iyi ki o derneğe gittim, diyorum; gittim ve iyi ki bu sistem nedir, dünya nedir, çağ nedir, kitap nedir, şiir nedir öğrendim… öğrendim ve ezberi bozup bana öngörülen hayatı reddettim! Belki farkında bile olmadan reddedip sürüden ayrıldım, kurtlarla boğuştum… iyi ki boğuştum; yoksa yenildiği âna kadar bu dünyada hiç kurt olmadığını sanan kuzulardan biri olacaktım…"
Şair-yazar Yılmaz Odabaşı, emeğinin içine yüreğini de katarak yazmış "İncinen, ama hayatı incitmeyenlerin romanını…" Hepimizin "Şarkısı Beyaz" olsun.
Ve bu işin üstesinden de yüzünün akıyla gelmiş. Yüreğine sağlık sevgili Yılmaz Odabaşı.

Yılmaz Odabaşı, 1961 Diyarbakır doğumlu, öğretmen bir ailenin çocuğu. İlköğrenimini Diyarbakır ve Gaziantep’te, ortaöğrenimini Diyarbakır lisesinde tamamladı. 1980’de Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde siyasi nedenlerle bir yıl tutuklu kaldı. İlaç firmalarında tıbbi mümessillik, kitapçılık, muhabirlik ve bir çok gazete, dergi ve haber ajansında; haber müdürlüğü, büro şefliği ve Güneydoğu temsilciliği yaptı. 1994’te Ankara’ya yerleşti. 1981-2000 yılları arasında birçok gazete ve dergide yazdı. Şiir kitaplarının yanı sıra, düz yazıdan oluşan sekiz kitabı bulunuyor. Yazdıkları için düşünce suçu kapsamındaki bütün ceza maddelerinden yargılandı. Bir çoğu mahkumiyetle sonuçlanan yargılamalarından dolayı, Ankara Ulucanlar ve Haymana, Bursa E Tipi, Saray Kapalı Cezaevlerinde yattı. Çok sayıda ödül de alan Yılmaz Odabaşı’nın en çok tanınan "Feride" isimli şiir kitabı, Kürtçe’ye çevirilerek "Deng Yayınları" tarafından yayımlandı.
Şarkısı Beyaz, Yazarın ilk romanıdır.

eLanuR 29 December 2008 20:39

Aşkın Elif Hali
 
Aşkın Elif Hali


"Biliriz hepimiz İnsan gezdirdikleriyle insandır Biriktirdikleriyle değişir Biliriz de Nereden dönsek ardımızda tutsak halkalar Tutsak olsak da giden şeyleri var içimizin Bilmiyoruz Neden gecikir bir krizantem kendi korkusuna"

[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

eLanuR 29 December 2008 20:39

Otomatik Portakal
 
Otomatik Portakal


Anthony Burgess'in en ünlü eserlerinden birisi olan "A Clockwork Orange - Otomatik Portakal", bir romandır.
Kitapta Alex adlı gencin arkadaş grubu ile yaşından çok suça karıştıktan sonra hapishaneye düşmesi ve sonrasında rehabilitasyona alınması anlatılıyor. Ancak başına gelen rehabilitasyon adı altındaki tüm işkencelerden sonra özgürlüğüne iki yıl sonra kavuşunca yine eski Alex olması insanı durup düşündürüyor. Burgess bu kitaba kendinden çok şey katmış olmakla birlikte; Alex'in kimliğini de hemen dışa vuruyor, şöyle ki; A eki olumsuzluk içermektedir ve lex ise kanun anlamına gelmektedir.
Ağır sorunlarla yüklü çağımızın,gerilimli ve derin çelişkilerle dolu süper toplumlarında, bir BİRİM olarak insanın yazgısı ne yönde gelişmektedir?
Bir süper toplumun parıltılı görünümü altındaki yalnız ve umarsız insanın,ekonomik ve politik topografyasını çizerken,ruhsal yıkımlarda bile yeni bir dünya yaratma ülküsünü alabildiğine canlı tutuyor.
Ayrıca eser Türkçe'ye Aziz Üstel tarafından çevrilmiştir.
Aslında eser o kadar geniş bir zamana hitap ediyor ki bahsettiği durumlar halen dünyamızın başlıca problemleri arasında yer alıyor. En önemlisi de insanın seçim hakkını zapetmeye eleştirel bir bakış sunuyor. İyilik seçilmeli mi yoksa insanlar zorla iyiliğe yönlendirilmeli mi? Bu iki çelişkiyi ortaya koyup insanın da bu konu hakkında kafa yormasını sağlıyor.
Ayrıca diğer önemli bir nokta da kitapta klasik müziğin şiddetli anlarla örtüşmesi. Bunlardan bazı örnekler Mozart ve Beethoven. Bu şekilde bana kalırsa insanların dikkatleri klasik müziğe çekilmeye çalışılmış yazar tarafından.
Kitaptan bir alıntı aslında kitabı özetliyor: "Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum..."

eLanuR 29 December 2008 20:40

Ajanlık ve Karşı-ajanlığın Sırları
 
Ajanlık ve Karşı-ajanlığın Sırları


Hans de Vreij

01 10 2004

Bizim istihbaratımız BVD'nin 70 li yıllarda suya sabuna dokunmayan bir imajı vardı. Upuzun mantolarıyla ve lengeri şapkalarıyla sadece filmlerde gördüğümüz ve seyrettiğimiz garip adamlar. Şimdi adı AIVD olan BVD meğer bilindiği gibi değilmiş. Bunu eski ajan Hoekstra'nın yazdığı ve geçenlerde tanıttığı kitabındaki anılarından anlıyoruz.

Şunu belirtelim ki daha önce hiç bir ajan bu tür bir anı kitabı yazmamıştı. Kitabın adı "Hollanda'da ajanlık ve karşı ajanlık". Kitap bize o yıllarda genel bir bakış ve mutfağında pişenleri anlatıyor.

BVD nin yeni kuruluşu olan AIVD kitaba katkıyı reddetmiş ve hatta yayınlanmaması için baskı da yapmış. Şimdilerde 58 yaşında olan Hoekstra 1987 de BVD den ayrıldığı zaman sırları tutması ve deşifre etmemesi için uyarılmış. Aksi halde yasal işlem yapılacağı da eklenmiş.

BVD nin bu mektubu da kitapta yer alıyor.

Hoekstra'ya göre BVD pek çok operasyonu başarıyla uygulamış. Mesela radikal solun içine sızmak ve kontrol altında tutmak, CPN (Communist Party Nederland) içine sızarak güçten düşürmek, doğu blokundan ajanların ülke içindeki uzantılarını engellemek, İRA ve RAF ın buradaki adamlarına müdahale gibi.

Bu operasyonların en başarılısı ise kendi Maocu partisini kurmak oldu. Bu parti MLPN dir. Bununla biz Çin'in buradaki faaliyetlerinin yanında sol içinde çok popüler olan Maocu düşüncelerin önüne geçtik. Sipier kod adlı ajanımız hem MLPN ye liderlik yaptı ve hem de Çin'e gittiği zaman coşkuyla karşılandı.

eLanuR 29 December 2008 20:41

Veronika Ölmek İstiyor
 
Veronika Ölmek İstiyor


[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Kitap Bilgi
Yazar: Paulo Coelho
Yayınevi: Can Yayınları
Şubat 2000
Kitap Sayfa:203

Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho
Veronika Ölmek İstiyor, Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun yazdığı en son romanı. Daha önce yine Can Yayınları tarafından Simyacı, Beşinci Dağ ve Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım adlı romanları yayımlanmıştır. Simyacı ile Paulo Coelho en çok okunan Latin yazarlardan biri oldu.
Son romanının konusu Slovenya'da geçiyor. Romanda 24 yaşındaki Veronika
yaşamın anlamsız olduğunun farkına varıyor ve intihara kalkışıyor. Aşırı dozda
ilaç aldığından akıl hastanesine kaldırılıyor. Doktor ona aldığı ilaçlardan dolayı kalbinin hasar gördüğünü ve birkaç günlük ömrü kaldığını söyledikten sonra, Veronika birden ölmenin ölümü beklemekten daha iyi olduğunun farkına varıyor. Hatta yaşamak istediğini anlıyor. Yaşamadığı, yapamadığı herşeyi o birkaç gününe sığdırmak ister. Bu duygularını doktora şöyle aktarır:"Bana öyle bir ilaç verinki uykum gelmesin ve yaşamımın geri kalanının her anını yaşayabileyim. Çok yorgunum ama uyumak istemiyorum. Yapacağım çok şey var, hayatın sonsuza dek süreceğini sandığım günlerde hep ertelediğim şeyler
bunlar, sonra, hayatın yaşanmaya değmeyeceğine başlayınca da unuttuğum." Veronika yıllar önce ailesi istemediği için bıraktığı piyanosuna geri döner,geç te olsa gerçek aşkı bulur hastanede...Eduard'la birlikte onun son günlerini dışarıda yaşaması için hastaneden kaçarlar.
Hastanedeki diğer insanlarda Veronika'dan etkilenir. Gencecik bir kızın ölecek olması onlara kendi yaşamlarının anlamını gösterir. Kitabı okuduktan sonra "Ne olursa olsun Yaşamak güzel" diyeceğinize eminim.
Belki de yaşamın küçük mutluluklardan oluşan anlar olduğunu farkedeceksiniz.
Ataol Behramoğlunun 'nun dediği gibi:
"Yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır karışırcasına
Ve hayat; sunulmuş bir armağandır insana."

eLanuR 29 December 2008 20:41

Gerçekten Beni Duyuyor Musun
 
Gerçekten Beni Duyuyor Musun


Kitabın Adı Gerçekten Beni Duyuyor Musun
Kitabın Yazarı Leyla NAVARO
Yayınevi ve Adresi Sistem Yayıncılık / İstanbul
Basım Yılı 1999
KİTABIN ÖZETİ
“Gerçekten Beni Duyuyor musun” Leyla NAVARO’ nun aile içi ilişkileri konu alan özgün bir eseridir. Kitap çocuk gelişimi kitaplarından farklı olarak değişik bir bakış açısından anneye ve çocuğa bakan, okurla konuşan ve dertleşen bir kitap niteliğindedir.

“Gerçekten Beni Duyuyor musun” ilk basımından itibaren pek çok okur tarafından anne, baba ve iletişim uzmanından; anne / baba olma sanatında, çocukla ilişkinin niteliğine öncelik tanımanın önemine inanmanın, karşılıklı saygı ve özen gösterildiğinde, sorunların bir miktar azalacağını da kanıtlar nitelikte olumlu izlenimler almış bir iletişim kitabıdır.
Yazar kitabında; anne ve babalık sanatı ile başlayan, çocukları kabullenme, davranışlara verilen tepkiler ve disiplin ortamında karşılıklı güvene dayanan çeşitli bölümleri irdeleyerek problemleri ve davranış biçimlerini ortaya koymuştur.
Leyla NAVARO’ nun kitabında irdelediği konuların bir bölümü aşağıda sunulmuştur.
Anne / Babalık Sanatı
Çünkü Anneyim�
“Çünkü anneyim�Anne olmayı bana kimse öğretmedi. Bildiklerimi kendi annemden , ailemden, arkadaşlarımdan, birazda gazete, mecmua, TV ve bazı kitaplardan okuyorum�İstiyorum ki çocuklarım akıllı, terbiyeli, başarılı, mutlu, herkesin sevip beğendiği çocuklar olsun�Onlar da büyüdüklerinde beni sevgi, övgüyle ansınlar. Onlara ne iyi baktığımı, nasıl büyüttüğümü, ne çok fedakarlıklara katlandığımı anlatsınlar�Onları hayata hazırlayayım, birçok şey öğreteyim, her zaman sevgi dolu, sabırlı, anlayışlı bir anne olayım� Ama bu bazen öyle zor ki�Bütün iyi niyetlerime rağmen her şey istediğim gibi olmuyor�Bir bakıyorum ki istemeden çocuğuma kızmışım�onu azarlıyorum, deliler gibi bağırıyorum. Hatta arada sırada el kaldırıp dövdüğüm bile oluyor� Sonradan yaptığıma öyle pişman oluyorum ki çok da üzülüyorum. Bu küçük, savunmasız yaratığı nasıl vurdum? Nasıl el kaldırdım? Hani onu o kadar seviyordum? Ben ne biçim anneyim? Kendimi yiyorum� ama elimde değil�bazen öyle sabırsız�öyle sinirliyim ki�Yapmam gereken bir sürü iş var, hepsini de yetiştirmek istiyorum�O an en küçük bir yaramazlığı, bir söz dinlememeyi dahi kaldıramıyorum�öyle özeniyorum ki şu sabırlı annelere, hiç kızmayan, sinirlenmeyen, hoşgörülü, her zaman güler yüzlü olan annelere�ama ben yapamıyorum�neden??? Çünkü Ben de İnsanım�”
“Evet, anneler de insandır�Anne simgesi hepimizin gözünde sabırlı, hoşgörülü, verici, fedakar, kendini hiç düşünmeyen, güler yüzlü, sadece başkalarını ve çocuğunu düşünen, çocuk bakımı, eğitimi, psikolojisi hakkında her şeyi bilen veya bilmesi gereken, bilmesi beklenen, hiç kızmayan, sinirlenmeyen, kocaman yürekli süper kadınlar halinde canlanır. Anne her zaman evde, her zaman hazır, çocuğunu bekler, hiç kendi işleri ile meşgul olmaz, çocuğununkilere hep öncelik tanır, bundan dolayıdır ki sinirlenmez, kızmaz, üzülmez, her şeyi sabırla dinler, çocuğa nasıl bakılacağını, nasıl besleyeceğini, nasıl konuşacağını bilir, çünkü anne evde doktordur, anne hemşiredir, pedagogdur, psikologdur, aynı zamanda öğretmendir, dadıdır, çok da iyi bir ahçıdır, hizmetçidir ve arkadaştır, dert ortağıdır, ama aynı zamanda disiplini sağlayan otoritedir de vs�vs�vs� ve anne, bütün bunları kızmadan , sinirlenmeden, sabırla, daima güler yüzle yapar�Söyler misiniz??? Böyle bir anneyi tanıyan var mı?”
“Çalışan bir anneyim. Oğlum eve gelince yardımcı kadın onu karşılıyor, kahvaltısını veriyor. Ben ise akşam 7′de eve dönmüş oluyorum�Bakıyorum her şey yolunda, çocuk da iyi. Ama ben rahat değilim�Çocuğumla fazla beraber olamadığımı, okuldan dönünce onu karşılamadığımı düşünerek huzursuz olmaktayım. Sürekli evde oturan, çocuğuyla beraber olan annelere çok gıpta ediyorum�vs�vs�vs�”
“Bütün bunlar ideal anne simgesine kendini kıstırmış, mükemmel anne olması, her şeye yetişmesi, her sorunu kendi halletmesi, gerektiğinde kendini koşullandırmış kadınların yaşadığı huzursuzluğu, sıkıntıları yansıtmıyor mu ?”
“Günümüzün değişen değer ve yöntemlerine ayak uydurabilmenin ve çocuğa uygulanacak eğitimi sağlam bir temele oturtmanın en etkin yolu, anne / babalık ve çocuk eğitimi konularında kişinin kendini aydınlatması, eğitmesidir. Aslında annelik ve babalık, yeteneklerimiz olsun olmasın, hepimizin hayatın gidişatı içersinde, uygulamakta olduğumuz bir meslektir. Hatta bazı meslekler yaşam süresince değiştirilebildiği halde, anne babalık mesleği yaşamın aşağı yukarı 20 yılı, günün 24 saati ve hemen hemen tatilsiz icra edilen bir meslektir.
Diğer mesleklerde yetenekler göze alınsa da, anne babalıkta yeteneklerin olup olmadığı söz konusu değildir. Diğer meslekler deneme yanılmayı kaldırabilir, ancak anne babalık mesleğinde deneme yanılmaların sonucu ne yazık ki çok ciddidir. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, anne babalık mesleğini ciddiye alan, öğreten bir okul, kurum veya hiç değilse okullarda ders olmaması şaşılacak bir durumdur. Aslında, anne babalık, meslekten de öte , bir sanattır.
Ancak anne ve babalık sanatı öğrenilebilir. Günümüzde, insan bilimleri, psikoloji, pedagolojinin ilerlemesi ile çocuk yetiştirilmesi ve eğitimine daha bilinçli bir bakış açısı gelmiştir.
Bu kitapta varmaya çalıştığımız amaç, şimdiye kadar uzmanlarca bilinen etkili iletişim yöntemlerini anne babalara da ulaştırabilmek, aile/çocuk arasındaki sorunların önemli bir kısmını teşkil eden iletişim bozukluklarını ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Ayrıca, çocuğun olumsuz, yaramazlık veya söz dinlememe olarak nitelenen davranışlarına değişik bir bakış açısı ve yaklaşım tarzım ettirilerek sorunları farklı bir şekilde çözmeye çalışmaktır.”

eLanuR 29 December 2008 20:42

Ayaşlı ve Kiracıları/Memduh Şevket Esendal
 
Ayaşlı ve Kiracıları/Memduh Şevket Esendal



KİTABIN KONUSU

Ayaşlı’nın evinde bir oda tutan yazarın başından geçen olaylar anlatılmaktadır.

AYAŞLI VE KİRACILARI

Yazar,İbrahim efendinin(Ayaşlı) evinde bir oda kiralar.Soluk benizli bir kızın yardımıyla eve yerleşir.Kızın ismi Halide’dir .Daha sonra bu kızın evin hizmetçisi olduğunu farkeder. Ertesi gün mutfakta Halide’yi beklerken şoför Fuat’ın annesi ile karşılaşır ve tanışırlar.Daha sonra yaşlı kadının gelini Faika ile de tanışır.Yalı kadın hep oğlunun okumayışından dolayı yazara yakınır.Bu arada yazar, abisinin yakın dostu olan Hasan beyle tanışır.

Yazarın ilk taşındığı haftalarda bir gün sabah işe gitmek için odadan çıkınca yerde Halide’nin yattığını görür.Onu doktor olan bir arkadaşına yollar.Doktor Halide’nin hamile olduğunu tespit eder ve kendisine söyler.Hasan beyin bitişiğinde oturan bir konsolos(Şefik bey) vardır.Bu konsolosun evine bir gün iki genç gelir.Şefik bey Halide’den bir masa örtüsü ister.Şefik bey bu iki gençle o akşam içereler ve bu masa örtüsünü yanlışlıkla yakarlar.Bu masa örtüsü yüzünden Halide ile Şefik bey tartışırlar ve Halide Şefik beyin elini yüzünü tırnaklarıyla yırtar.Şefik beyde Halide’nin kovulmasını ister.

Apartmanın 8 numaralı odasında bir ufak çocukları ile genç bir karı koca otururlar(erkek:Abdülkerim bey,kadın:İffet hanım).Bu çiftin üç çocuğu olur ve ikisi ölür.Hayatta kalan çocuk ise çok yaramazdır.Bu çocuk yüzünden bu genç çift sürekli tartışırlar ve çözüm bulamazlar.

6 numaraya İskender bey adında bir tüccar taşınır.İskender beyin taşınması ile Ayaşlı’nın evinde oturan tüm kiracılar daha fıkı olurlar.Eve bir canlılık gelir sanki.

Ayaşlı’nın kiracıları o hiç konuşmadıkları 8 numarada oturan Turan hanım ve Haki bey’le de İskender bey sayesinde tanışıp,birbirlerine her gün gelip gitmeye başlarlar ve kumar oynarlar.Bu oyunlarda en çok yenilende Abdülkerim’le karısı İffet hanım olurlar.

9 numarada oturan hukuk reisinin başka bir yere taşınması üzerine yerine Hüseyin bey adında bir adam taşınır ve bu adamın bir sürü tarla işi ile mahkemesi vardır.Sürekli mahkemeyi kazanmak için çaba sarfeder.Apartmanda herkese derdini anlatır.

Her gece Turan hanımın evinde kumar oynamaya devam ederler(Cevat adında bir çocuk Turan hanıma kumar oynamak için müşteriler getirir).Bir gün Cevat yine iki erkek müşteri getiriri ve bundan Haki bey,Ayaşlı ve yazar rahatsız olurlar.Bundan sonrada bu tür adamlar bir daha apartmana giremezler.

Halide kendisini hamile bırakan çocuğu (Rasim) bulur ve durumu anlatır.Rasim ona bir ev kiralar ve çocuğun doğmasını beklerler.Halide’de hizmetçilikten ayrılır.Yerine Raife adında bir hanım gelir.Raife hanım dedikoducu biridir.Yazara ille de kızıma bir iş bul diye tutturur.Yazar bu kadını ve kızlarını başından zor atar.

Turan hanımın kendisinden hoşlandığını anlayan yazar bu kadından çekinmektedir.Bir gün bir öğleüstü (Yazar odasında uzanmış yatıyorken)kapı çalınır.Kapıyı açar ve karşısında Turan hanımı bulur.Kendisinde ince ağızlı bir cımbız olup olmadığını sorar.O da Turan hanımı buyur eder ve aramaya koyulur.Fakat Turan hanım kendisine sulanır.Bu arada kapı çalınır.Gelen ise banka memurunun doktor arkadaşı Fahri’dir.Turan hanım bu arada odadan ayrılır.Fahri yazara müdürlerinin hasta olduğunu söyler.ikisi birlikte müdür beyin evine giderler.Orada müdürün eşi ve eşinin yeğeni(Melek) ile tanışırlar.Yazar kızı çok beğenmiştir.

Bir yemeğine Ayaşlı Abdülkerim’e yenilir ve herkes Ayaşlının odasına yemeğe gider.Turan hanım yemekten sonra yazarı rahat bırakmaz ve karda yürümek istediğini söyler ve bu konuda ısrar eder.Yazar da Turan ve Faika ile dışarı gezmeye çıkarlar.Bu iki kadın hiç de rahat durmaz ve yazar bu durumdan hiç hoşnut olmaz.Bu kadınların ona olan yakınlığının evlendiğinde kendisi ve eşi açısından tehlikeli olabileceğini düşünür.Banka yazarı bir işi anlamak ve rapor etmek için Adana’ya yollar.Yazar iki ay Adana,Mersin,Tarsus taraflarında kalır.

Yazar,Faika’nın annesi Makbule hanımın genelev işlettiğini ve Ayaşlı ile evli olduklarını öğrenir ve bu duruma canı sıkılır.Daha sonra bu durumu Hasanbey’de öğrenir ve ikisi de evden ayrılmak ister.İlerleyen günlerde yazar Turan hanımın arkadaşları olan Süse hanım ve Berrin hanımla tanışırlar.Bu iki kadın Cavide adındaki bir kıza yazarın bir iş bulması için ısrar ederler.O da birşeyler yapmaya çalışacağını söyler.Ertesi gün Cavide yazarın yanına gelir ve iş hakkında konuşurlar fakat yazar Cavide’nin işten çok koca bulmak istediğinin farkına varır.İlerleyen günlerde Cavide sürekli gelip gitmeye başlar.Yazar,Cavide’nin kendisini beğendiğine daha çok inanmaya başlar.Cavide neredeyse her gün yazarın yanına uğrar.Mahallede “Cavideyle evlenecekmiş” diye bir dedikodu da çıkar ve yazar bundan çok rahatsız olur.Cavide’ye il dışında bir iş bulup başından atmak ister ve öyle de yapar.

Bir gün kumar davasından kavga çıkar ve Turan hanım başka bir eve taşınır.Turan gittikten bir ay kadar sonra Hasanbey’e inme indi.Bir ara Hasanbey iyileşir gibi olur ama bir gece birdenbire bozularak,uzun süren bir can çekişme devresi geçirip,bir ikidiüstü ölür.

Yazar arkadaşı Fahri’yi evlendirmek ister ve Melek hanımı Müdür bey’den ister.Onlar da kabul ederler.

Şefik beyin birkaç gün eve gelmediğinden şüphelenen ev sahipleri daha onra Şefik beyin öldürüldüğünü duyarlar.Fakat başı kesik olduğu için onu tanımakta güçlük çekerler.

Yazar aradan kısa bir süre geçtikten sonra Hasanbey’in kızı Selime ile evlenir ve bir çocukları olsun isterler.Onların bu çok sevinçli oldukları bu günlerde Ayaşlı’yı kaybederler…

KİTABIN ANAFİKRİ

İnsanlar hayatta hiç ummadıkları yerlerde hiç ummadıkları olaylarla karşılaşabilirler.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Halide:Kimsesiz,esmerce soluk benizli bir kızdır.Ezirganlıdır.

Faika:18 yaşlarında şımarık kızın tekidir.Ufacık tefecik birşeydir.

Şoför Fuat:Faika’nın kocasıdır.Kısa boylu,karısı gibi ufak tefek,açıkgöz ve birazda çapkın birisidir.

Hasanbey[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]ayet dürüst ve samimi bir dosttur.Yazarın abisinin arkadaşıdır.

Ayaşlı:Asıl adı ibrahim’dir.Yazarın ev sahibidir ve de Faika’nın üvey babasıdır.

Şefik bey:Orta boylu,şişmanca ve temizliğine dikkat etmeyen birisidir.Arnavut bir baba veLübnanlı Arap bir anadan dünyaya gelmiştir.

İffet Hanım ve Kocası:Sürekli tartışan bir çifttir.Ufacık bir çocuğu bile avutmaktan aciz insanlardır.

Turan Hanım ve Kocası:Bu çift ise kumar hastasıdırlar.Sürekli evlerine birilerini alıp kumar oynarlar.

Fahri:Yazarın en samimi arkadaşıdır ve de doktordur.

Selime:Hasanbey’in kızıdır daha sonra ise yazarla birlikte evlenmişlerdir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Bu kitapta yazarın yaşam öyküsü kendi kaleminden çıktığı biçimde anlatılmıştır.Kitap çok akıcı olmakla birlikte Türkiye’nin o dönemde içinde bulunduğu durumu yansıtmakta ve insanların nasıl bir çıkmaza girdiğini apaçık belitmektedir.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

M.Şevket Esendal,29 Mart 1883 yılında Çorlu’da doğmuştur.Düzenli bir öğrenim yapamamıştır;kendi kendine çalışarak hem öğrenimini hem de Fransızca,Rusça ve Farsça öğrendi.

1900 yılında gümrük memurluğuna atandı.1906 yılında İttihat v Terakki Derneğine girdi.1907 yılında babası ölünce,ailenin geçim yükünü üstlendi.1908 yılından sonra,İttihat ve Terakkinin müfettişi olarak birçok yer dolaştı.1920’de Azerbaycan Cumhuriyeti kurulunca,bu cumhuriyet nezdinde Hükümet Temsilciliğine atanmış;1924 yılında,Rusların bu cumhuriyeti kaldırması üzerine İstanbul’a dönmüştür.1924-1925 yıllarında Galatasaray ve Kabataş liselerinde tarih öğretmenliği yapmıştır.

Tarih ve Coğrafya öğretmenliği,yazarlık,çizerlik yaparak geçimini sağlamaya çalışan Esendal,1925 yılında Tahran Elçiliğine atanmıştır.1930 yılında yurda dönmüş ve Elazığ Milletvekilliğine seçilmiş;1933 yılında,bu görevde iken Kabil Büyükelçiliğine gönderilmiştir.Esendal,1941 yılında Bilecik Milletvekili olarak yeniden TBMM’de göreve başlamış ve aynı zamanda da Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliğine getirilmiştir. 1945 yılında parti Sekreterliğinden ayrılmış;1946 yılında yeniden Bilecik Milletvekili seçilmiştir.16 Mayıs 1952 tarihinde, Ankara’da ölmüştür.


eLanuR 29 December 2008 20:43

Yaralı Aşklar
 
Yaralı Aşklar


KİTABIN ADI Yaralı Aşklar
KİTABIN YAZARI Erhan BENER



KİTABIN ÖZETİ :

--SABIRLIK--

Öykü, şehir dışında hatta dağ başında yalnız yaşayan bir ressamın genç kız ile olan ilişkisini anlatır.

Genç kız, daha önce bir dergide fotoğrafını gördüğü ressamın sergisine gitmiş ve bir resmini satın almıştı. Sonrasında ise kendisini yaşlı ressamın evine davet ettirmişti. Bu davetin gerekçesi ise ressama modellik yapmaktadır.

Hiç umulmadık vakitte ve zoraki bir davet üzerine genç kızın çıkagelmesi yaşlı ressamı epey şaşırtmıştı.

Başına buyruk ama aynı zamanda çekici olan genç kız yaşlı ressamı kaygılandırıyordu.

Genç kız tüm çekiciliği ile yaşlı ressamın kalbini fethetmişti. Ama ressam mantıklı bir iş yapmadığını düşünüyordu. Ne de olsa aralarında en az kırk yaş fark vardı. Mantığı ile sevgisi arasında kala kalmıştı. Ama buna son vermeliydi. Her ne kadar genç kız istemese de onu gönderdi. Bu ayrılış sırasında yaşlı ressam yol kenarındaki bitkileri göstererek :

“Bunlara yalnızca Bodrum’da rastlayabilirsin. İsmi “Sabırlık” tır. Kaktüsler iyice yaşlanıp kurumaya yüz tutarken göbeklerinden bu tür bitkiler çıkar. Bunlar kaktüsün ölümünün işaretidir. Ama bunu yeniden güç kazandığının belirtisi sanarak kendisini avutur” der.

Bu sözlerden genç kız hiçbir şey anlamamıştır.

--KAHVE MOLASI--

Öykü, sosyalist görüşlü birinin 12 EYLÜL öncesinde, öğrenci iken başından geçen bir öyküyü anlatır. Öykü, küçük bir olayın ya da rastlantının insanların yaşamında bazen çok büyük değişikliklere neden olabileceğini, ancak bu rastlantının sadece o kişi için önemli olduğunu, genel olarak bakıldığında hiçbir önemli değişikliliğe yol açmadığını anlatmaktadır.

--İLK AŞK--

Öykü, henüz lise çağındaki genç bir erkeğin kendinden yedi sekiz yaş büyük birine olan aşkını anlatıyor. Liseli genç için bu bayan, bir aşkın ötesinde bir masal tanrıçasıdır. Ona karşı beslediği, çoğu kez cinsel bir heyecan değildir. Ancak bu aşk da “yaralı bir aşk” olmaya mahkumdur.

--KAÇIŞ--

Bu öykü, Doğu Anadolu’ da, bir gazetecinin rastlantı sonucu gece vakti gittiği bir köyde başından geçen olayı anlatır.

Gazeteci köye vardığında köyde bir eğlence vardır. Bu, öğretmen olmak üzere iken ninesinin baskısıyla kendinden yaşça büyük olan ve sağır bir adamla evlendirilmek zorunda kalan genç bir kızın nişan gecesidir.

Genç kız, bu yaşlı adamla evlenmek istemez. Zira kasabada bir sevgilisi vardır ve ondan hamiledir. Kız gazetecinin yardımıyla o gece köyden kaçar ve sevgilisine kavuşur.

--YATAKLI VAGONLAR MABUDESİ--

Öykü, ikisi de evli olan bir politikacı ile bir yüksek memur bayanın ilişkisini bayanın ağzıyla anlatır.

Politikacı beyle memur bayan evliliklerinden pek memnun değillerdir. Çocuklarının okul-aile birliği toplantısında tanışmışlar ve birlikteliklerini ilerletmişlerdir. Bu birlikteliklerini, bir gecesini yataklı vagonda geçirecekleri bir İstanbul seyahatiyle sürdürmeyi düşünürler.

Bu tren yolculuğu sırasında başlarından umulmadık bir olay geçer. Politikacı bey bu olay karşısında mantığın gereği olan hareket tarzını seçmiştir. Ancak bayan, mantığın gereği olan bu davranışın sevgiye ters düşüp düşmediğini, sevginin gereğinin ne tür bir davranış olduğunu sorgulamaktadır.

--NAZİFE HANIM’ LA KIZLARI--

Öykü, lise çağlarında bir genç erkeğin ağzından anlatılmıştır.

Bu gencin babasının akrabası olan Nazife Hanım, eşini ve annesini yitirmiş bir bayandır. Nazife Hanım’ın iki kızı vardır. Nazife Hanım ile gencin babası daha önceleri aileleri tarafından evlendirilmek istenmiş ama bu mümkün olmamıştır. Nazife Hanım’ ın kimsesiz kalması karşısında gencin babası onları, kendilerinin oturduğu kasabaya davet etmiş, onlara ev tutmuş ve yardımcı olacağını söylemiştir.

Öyküde asıl anlatılan, bu genç ile Nazife Hanım’ ın kızları arasında geçen küçük kaçamaklardır. Genç bunlardan hem tedirgin olmakta hem de hoşlanmaktadır. Ancak bu kaçamakların birinde Nazife Hanım’ a yakalanırlar. Neticede bu kaçamaklar Nazife Hanım’ların kasabayı terk etmesiyle sona erer.

--ESKİ KARELER--

Eski bir sinema oyuncusu olan öykü kahramanı bir belediye otobüsü seyahati sırasında genç bir kızın ona tatlı bir gülümsemeyle baktığını farkeder. Yaşlı aktör, bu tatlı gülümsemeyi kızın kendisini televizyonda gösterilen eski filmlerinden tanımasına bağlar. Hatta tıpkı eski günlerdeki gibi kendisinin hala çekici olduğunu, kızın kendisine aşık olduğunu zanneder. Halbuki kızın bu tatlı bakışı ve gülümsemesi; “Buyurun amca, ayakta kalmayın. Ben nasıl olsa bir durak sonra ineceğim.” sözleriyle yaşlı aktör için bambaşka bir hal alır ve bir hayal kırıklığına yol açar.

--PAVYONDA--

Öykü 19 yaşında genç bir erkek olan kahramanın ilk cinsel deneyimini ve yaşadığı ortamda geçenleri anlatıyor.

Genç henüz liseden mezun olmuştur ve köyde yetişmiştir. Gerçi liseyi şehirde okumuştur ama burası da pek büyük bir yer değildir. Bu genç, askerliğini yapmak için geldiği Ankara’ da dayısı tarafından bir pavyona götürülmüş ve burada bir pavyon kadını ile dans etmiş, sohbet etmiştir.

Sohbet sırasında kadın, gence aşık olduğunu, onu sevdiğini ve artık burayı bırakarak onunla birlikte olacağını söyler. Genç buna inanmış ama bu masalın gerçek olmadığını büyük bir üzüntü ile öğrenmiştir. Genç bütün parasını o gece harcamıştır.Yaşadığı bu olay onun hayatında önemli bir tecrübe olacaktır.

--SONUNCU--

Bu öyküde, aralarında evlilik bağı olmamasına rağmen birlikte yaşayan ve büyük oranda cinselliğe dayanan bir birliktelik içinde olan bir çift anlatılıyor.

Bu çift on yıldır birliktedirler ve bu beraberlikleri artık eskisi gibi heyecan vermemektedir. Nitekim adam kadını aldatmış, bir başkasıyla birlikte olmuştur. Kadın bunu her nasılsa öğrenmiş ve birlikteliğe son vermiştir. Adam ise bunu kabullenememiş ve bir vesile ile kadınla tekrar buluşmuş ve ondan son bir şans istemiştir. İlişkiyi kurtarmak için girişilen bu sonuncu deneme önce başarılı olmuş ve kadın adamı affetmiştir. Ama birlikte yenilen yemekten sonra eve giden çiftin beraberlikleri bu buluşma ile sona erer ve bir daha görüşmezler.

--EVLİLİK AJANSI--

Rahmi Bey, orta yaşlarda ve hiç evlenmemiş olan biridir. İşi icabı Ankara ile İstanbul arasında çok sık seyahat eder ve bu seyahatlerinde genelde treni tercih eder. Yine böyle bir yolculuk sırasında, arka koltukta oturan iki bayanın konuşmalarına kulak misafiri olur.

Bayanların konuşmalarından anlaşıldığı üzere bu iki bayan hiç evlenmemişlerdir ve birbirleriyle okul arkadaşıdırlar. Bu iki iş kadını kendilerine birer hayat arkadaşı ararlarken başka bir arkadaşlarının tavsiyesi ile Swiss Otel’ in barına giderler. Gerçekten de orada Sermet isimli bir beyle tanışırlar. Bu bey bankacıdır. Bayanlar bu beyden oldukça etkilenmişlerdir. Onun boğazda yemek yeme teklifine olumlu yanıt verirler. Bu yemek sırasında Sermet Bey’ in ince tasarlanmış oyununa gelmişlerdir. Gerçekte Sermet Bey bu bayanlarla eğlenmiş ve yemek hesabını onlara ödetmiştir.

Genç bayanlar yaşadıkları bu olayı tren yolculuğu sırasında birbirlerine anlatarak eğlenmektedirler. Rahmi Bey’ de bu konuşmadan kendisine hesap çıkarmaktadır.

--ESKİ DEFTER--

Başarılı bir cerrah olan öykü kahramanının Ester ve Albert isimli iki doktor arkadaşı vardır ve bu iki arkadaşı Yahudi’dir. Ester ve Albert öykünün anlatıldığı zamanlarda nişanlıdırlar. Ama Ester ile öykü kahramanı birlikte olmaktadırlar. Yine bu birlikteliklerinden birinde Albert’ e yakalanırlar. Bu olaydan sonra Ester ve Albert ayrılır. Cerrah ise ikisiyle bir daha görüşmez. Ta ki 20 yıl sonra İstanbul’ a gelene kadar. Bu kez onları bulmaya karar verir. Araştırmasında Albert’ in İsrail’ e göç ettiğini öğrenir. Ester ise İstanbul’ dadır. Onunla telefonda görüşür ve akşam yemeği için onun evine gider. İkisi birbirlerini hala sevmektedirler. Ancak Ester, onunla beraber olamayacağını, çünkü kendisine çok büyük yardımları olan evli biriyle beraber olduğunu söyler.

Cerrah buna üzülür ama saygı duyar ve ayrılırlar.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:43

Yeniden İnsan İnsana
 
Yeniden İnsan İnsana


KİTABIN ADI Yeniden İnsan İnsana
KİTABIN YAZARI Doğan CÜCELOĞLU

KİTABIN ÖZETİ :

Kitap iki kısımdan oluşur.İlk kısımda dokuz,ikinci kısımda üç altbaşlık vardır.İkinci kısımda değişen Türk toplumu içinde iletişim çarpıcı örneklerle anlatılmıştır.İlk kısmı ise şöyle özetleyebiliriz.

1. BİR ŞİİR VE DÜŞÜNDÜKLERİ

“Yola çıkınca her sabah ,

Bulutlara selam ver.

Taşlara,kuşlara,

Atlara,otlara,

İnsanlara selam ver.

Ne görürsen selam ver.

Sonra çıkarıp cebinden aynanı

Bir selam da kendine ver.

Hatırın kalmasın el gün yanında

Bu dünyada sen de varsın!

Üleştir dostluğunu varlığa,

Bir kısmı seni de sarsın.”

İki özelliğiyle bu şiir çok sevildi:

- İnsanın kendine değer vermesi ve sevecenlikle hoşgörüyle kendini kabullenmesi

- Yalıtılmış,kopuk,kaybolmuş insanı değil; kendiyle toplumuyla,doğayla ve evrenle ilişki kurmuş bir insanı dile getirmesi.”İlişki içinde olan insan yalnız değildir; gönlü coşkun,yaşamı anlamlı,umutlu bir kişidir.”

2. İLETİŞİM DÜZEYLERİ

Aynı sosyal ortamda birbirlerini algılayan kişilerin iletişim kuramamaları olanaksızdır. Kişilerin birbirlerine bakmamaları ya da hiç konuşmamaları bile bir mesaj taşır.Kişiler mesajlarının bilincinde olmalıdır.

3. KELİMELERİN ÖTESİNDE: SÖZSÜZ İLETİŞİM

İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerini değil,yüzü,eli,kolu ve bedeniyle yaptıklarını da “duyar”.Kişiler arası mesafe bile anlam taşır;

a)Mahrem mesafe:Cilt teması –30/35 cm

b)Kişisel,samimi mesafe :40-80 cm

c)Sosyal mesafe:80 cm-2m

d)Genel topluma açık mesafe:2m-….S

Beden yalan söylemez[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]özbebeğinin büyüklüğü,bakan kişinin baktığı şeye ilgi duyup duymadığını belirtir.

4. İLETİŞİM VE ALGILAMA

Yorumlanan mesajla,gönderilen mesaj çoğu kez birbirinden farklıdır, çünkü, araya birçok fiziksel,fizyolojik ve psikolojik etken girer. Bu fark bazen öyle büyük sorunlar yaratır ki!

5. İLETİŞİM BENİMLE BAŞLAR: KENDİNİ TANIMA

Kişilerin kendilerinden hoşnut olma derecesiyle hayatta başarılı olma dereceleri arasında doğru ilişki vardır.

6. ARAMIZDA BÜYÜK ENGEL:SAVUNUCU İLETİŞİM

Savunucu durumda olan kişi ,zihin gücünü söz konusu edilen konudan çok,kendisini savunmaya harcar. Konudan söz etmek yerine,karşısındakine nasıl göründüğünü düşünür. Karşısındakini nasıl alt edeceğine,tartışmayı nasıl kazanacağına,nasıl baskın çıkacağına, karşısındaki sözlü saldırıda bulunursa nasıl karşı koyacağına zihnini yorar.

7. İŞİTMEK VE DİNLEMEK

Dinlerken yargılamayacak, belirli bir yöne götürecek türden soru sormayacak ya da cesaret vermeye çalışmayacaksınız.......”AKTİF DİNLEME”

8. SÜRTÜŞME VE ÇATIŞMALAR

Kişiler arasında sürtüşme ve çatışmaların çıkması doğaldır. Doğal olmayan,bu çatışmaların ilişkiyi bozması ve yıpratmasıdır.

9. İLETİŞİM VE TOPLUM

Kitle iletişimi modern toplumun vazgeçilmez bir parçasıdır. Her toplumda hayati işlevleri olan kitle iletişimi,Türkiye gibi kalkınan toplumlarda daha da önem kazanır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:44

Yaşam Boyu Kahkaha
 
Yaşam Boyu Kahkaha


KİTABIN ADI Yaşam Boyu Kahkaha
KİTABIN YAZARI Patch ADAMS / Çeviren : Nil GÜN

KİTABIN ÖZETİ :

1 nci Bölüm

TIP ALANINA HAZ VE VİZYON KAZANDIRMAK

Dünyada birçok ülkede tıp, sağlık hizmeti olmaktan çıkarak bir iş sektörü haline dönüşmüştür. Bu sektör artık kendisini tükenmiş hissetmekte çalışanları ise doktor – hasta ilişkisinde sevgi potansiyeline izin vermemektedir. Bunun nedeni ise tıp dünyasında çalışan insanların daha eğitim aşamasındayken doktor – hasta ilişkisinde profesyonel mesafenin öneminin vurgulanması, tıbbın bir bilim olduğu ve duygulara yer verilmemesi gerektiğidir. Doktorlar hastalarına yüzeysel bilgiler edinerek teşhisler koymakta, onların yaşantılarını yani aile, iş ve sosyal çevredeki kişiliklerini incelememektedirler.

Tıbbın bir iş sektörü haline dönüşmesi birçok problemi de beraberinde getirmektedir. En pahalı sektörlerden olan tıp bu yönüyle doktor ve iyileştiricilerin kendilerine olan güvenini azaltmakta buna bağlı olarak doktor hatası sigortası adı altında bir sigorta gündeme getirmektedir. Bu sigortanın amacı, meydana gelebilecek doktor hataları ve yanlış tedaviler karşısında yüksek tazminatlara karşı bir garantidir. Bu sigorta meslek hazzını yok eden ve maliyetlerin artmasına neden olan bir uygulamadır. Doktorlar hataları en aza indirgemek için mümkün olduğunca testlere, tahlillere ve filmlere başvurmaktadırlar. Bu da rekabet ortamı yaratılmasına neden olmaktadır.

İşte bu sorunlarla boğuşan Tıp Bilimi’nin yardımına Gesundheıt Enstitüsü yetişmiştir. Gesundheıt Enstitüsü Kurucuları, kar merkezli bir sistem yerine hizmet merkezli bir sistem kurulmasını kendilerine amaç edinmişlerdir. Bu sistemde hedef, hasta bakımı değil sağlık bakımı ve koruyucu tıptır. Bu enstitü gönüllüleri öncelikle terapinin iyileşme üzerindeki etkilerine inanmaktadır ve “ Biz hastalarımızın sevecen, empatik, duyarlı arkadaşları ve iyileştiricileriyiz, kerametimiz araçlarımızda değil yaklaşımımızdadır.” tezini savunmaktadırlar.

Tıp, bilimin efendisi olmaya başladıkça sevgi, inanç, kahkaha gibi unsurlar hep geri planda kalmıştır. Oysa, hipokrattan beri espri ve kahkahanın, sağlığın temel kaynağı olduğu kabul edilmiştir.

İnsanlar kahkahaya, temel amino asit gibi ihtiyaç duyarlar. Araştırmalar, kahkahanın bedenin doğal kimyası ile kalp ve solunum sistemi üzerinde ki pozitif etkilerini kanıtlamıştır. Ayrıca kahkahanın kas gevşetici özelliği bulunmakta ve içten bir kahkahanın kasların gevşemesinde kırkbeş dakika etkili olduğu bilinmektedir.

2nci Bölüm

SAĞLIK VE İYİLEŞTİRME REÇETESİ

Gesundheıt Enstitüsüne göre sağlık; kucaklaşabilmek, gülebilmek, aile ve dost ortamından haz duyabilmek, işimizden doyum alabilmek, doğanın ve sanatın doruk hazzını hissedebilmektir. İyileştirmek ise; ilaç reçetesi yazmak ve tıbbi terapiler uygulamakla sınırlı olmayıp, neşe ve uyum içinde birlikte çalışmayı ve paylaşmayı da kapsamalıdır.

Gesundheit tıbbi bakımı sanatla, çiftçilikle, tiyatroyla, eğitimle, doğayla, eğlenceyle, dostlukla ve neşeyle birleştiren bir sağlık merkezidir. Burada tedavi olan hastalar aileleriyle birlikte katılabilirler ancak bu çiftlikteki sebze-meyve toplama, toplu doğa yürüyüşleri, balık tutma, partiler düzenleme, yemek pişirme, bulaşık yıkama, diğer hastalara yardımcı olma, tiyatro gösterileri gibi faaliyetlere katılmaları gerekmektedir.

Bunun amacı hastanın sosyal çevrede ki yaşamını incelemek, rahatsızlığının yanı sıra ruh sağlığını da göz önünde tutmayı sağlamaktır. Zaman içinde böyle hastalarla ve bu düşünce tarzına sahip bir enstitüde çalışmak, hastalar kadar doktorlar ve iyileştiriciler içinde aranılan bir ortam olmuştur. Burada görev yapanlarda yaptıkları işten haz aldıklarından dolayı görevlerine bağlılıkları artmaktadır.

Sağlık sistemini iyileştirmek için ihtiyaç duyulan şey Gesundheit Enstitüsünde olduğu gibi hem hastaları hem de doktorları heyecanlandıracak çözümler bulmak ve tıbbı bir iş sektörü olmaktan çıkararak insanlığın hizmetine sunmaktır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.



eLanuR 29 December 2008 20:44

Yaratıcı Aklın Sentezi
 
Yaratıcı Aklın Sentezi


KİTABIN ADI Yaratıcı Aklın Sentezi
KİTABIN YAZARI Server TANİLLİ

KİTABIN ÖZETİ :

“Yalan”, insanlığın varoluşuyla başlayan bir gerçektir. Mazisi kutsal kitaplarda anlatılan Adem ile Havva’ nın cennetten kovulmasına kadar eskiye dayanmaktadır. O günden beri insanlar durmadan yalan söylemektedir.

Yalan söylemek, artık hayatımızda yediğimiz yemek, içtiğimiz su, cinsel ihtiyaçlarımız kadar doğal ve hatta bu ihtiyaçlarımızla iç içe geçmiş durumdadır. Peki insanlar neden yalan söylüyorlar? Yazar, kitabında bunları bir çok açıdan ele almış durumdadır. Yalan söylenen konular, yalan söylenirken içinde bulunulan psikolojik ve patalojik durumlar... Bazen tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olarak çıkıyor karşımıza, bazen de dar ağacında yağlı ipin ucundan kurtarabiliyor insanı.

Yalancılık günümüzde bir meslek ve hatta daha da ileri, bir sanat olmuş. Teknolojik ilerlemelerin bu kadar hızlı ve yoğun yaşanması da engelleyemiyor yalanı ve yalan söylemeyi. Hatta yalan ve yalancılık çağa ayak uydurup hızla büyüyüp ve gün be gün gelişim gösteriyor. Tıpkı bir bukalemun gibi ortama, çağa, mesleğe, sanata, kısacası her şeye uyum sağlıyor.

Yalan söylemek, ille ağzımızdan çıkan kelimeler değildir. Hile yapmak, dolandırmak, kalpazanlık yapmak ve daha bir çok şeyi yapmak yalanın diğer branşları olmaktadır. Politikacılar, sanatçılar, bilim adamları kısacası tüm meslek dallarında rastlayabiliriz yalan ve yalancılara. Örneğin; kuduz aşısını Pasteur’ un bulmadığını, Toussaint adında rakibi olan bir başka veterinerin deneyleri sonucunda elde ettiği aşıyı, kendi bulmuş gibi gösterdiğini ve bunun sonucu olarak ta Toussaint’ in birkaç ay sonra, sinir krizi geçirerek öldüğünü biliyor muydunuz?. Kitapta bu ve buna benzer örneklerin her meslek dalında çoğaltılabileceği vurgulanmıştır.

Yalan, dünyanın yapılabilecek en kolay mesleği, icra edilebilecek en kolay sanatı, keşfedilebilecek en zor şeyleri kolayca keşfedebilmenin en kolay yoludur. Karşımızdaki insanın, yalan söylediğini anlasak bile, bir çoğumuz bunun doğruluğunu araştırma ihtiyacını duymuyoruz. Karşımızdakilerin duymak istediklerini onlara söylemek, onların mutluluğunu görüp karşılığında ödüllendirilmek, hepsi küçücük bir yalanın büyük eserleridir. Eğer doğruyu söylemiş olsanız başınıza gelebilecekleri asla tahmin edemezsiniz. Ama söylediğiniz yalan kariyerinizi arttırabilir, ödül almanızı sağlayabilir, maaşınızın artmasına neden olabilir.

Artık günümüzde, inkar etmenin bu kadar rahat olması, suça teşviki körüklemekte, insanların duymaktan hoşlanacakları şeylerin söylenmesi, yalanın cazibesini ve boyutunu, bir gökdelenin daima yükselen katları durumuna sokmaktadır. Git gide manevi değerlerin yozlaşması, kapitale dayalı sistemin içerisinde, insanların daha fazla para kazanma hırsı ile zamanın çoğunu çalışmaya ayırması ve kısa yoldan başarı ve zengin olma arzusu, yalan ve yalancılığın günümüzün en cazip mesleği durumuna gelmesine sebep olmaktadır.

Sabah yatağımızdan kalktığımız andan, gece yatağa girip uykuya dalmamıza kadar geçen sürede, sayısız yalan ve yalancıyla karşılaşmaktayız. Kahvaltıda yediğimiz ekmeğin gramajının eksik olmasından tutunda, televizyonda haberleri izlerken, konuşan politikacının, ekonominin mükemmel durumundan, demokrasinin tıkır tıkır işlemesinden bahsetmesine kadar hep yalan vardır.

İşine geç kalan memurun söylediği bahaneden, dersine çalışmayan öğrencinin uydurduğu klasik “akşam elektrikler kesikti, çalışamadım” bahanesinin altında yine aynı yalan vardır.

Yazarında kitabında belirttiği gibi, yalanı anlatmaya ne kitaplar yeter ne de kelimeler... Yalanın incelenmesi için, tamamen bir bilim dalının kurulması zorunluluğu artık gelmişte geçmektedir. Git gide artan yalan ve yalancılık için bir çözüm üretmek gerekmektedir.

Günümüzde yalan üzerine söylenen atasözlerinin de bir önemi kalmamış durumdadır. Örneğin “yalancının mumu yatsıya kadar yanar!” sözü artık geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Ne yazıktır ki, hala yalandan kimse ölmemektedir.

Yalancılık günümüzün mesleğidir. Eskiden dürüstlüğün her şeyin üstünde olduğu söylenirdi, şimdilerde de yine söylenen bu. Ancak, eskisi kadar artık üstünde durulmamaktadır. Ne yazık ki mesleklerin icrasında ve üretilen politikaların temelinde yatan asıl gerçek yalandır. Reklamların tabanını oluşturan da aynı yalandır. İnsanları etkilemenin temelinde de aynı yalan karşınıza çıkar. Artık karizmatik liderlerin yerini günümüzde, insanları en iyi etkileyen ve bunu yaparken de onların duymaktan hoşlanacakları şeyleri, onlara en güzel şekilde ifade edebilenler almıştır. Yani gerçek yalancılar....

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:45

Bir Dakikalık Baba
 
Bir Dakikalık Baba


KİTABIN ADI Bir Dakikalık Baba
KİTABIN YAZARI Dr.Spercer Johnson
TÜRKÇE ÇEVİRİ Meltem ERKMEN

KİTABIN ÖZETİ :

İşinde başarılı bir işadamı ve karısı ailesinden gördükleri sevgi ve disiplin içinde çocuklarını yetiştirmeye çalışır. Baba çocuklarıyla fazla ilgilenemez, genelde anne onlarla ilgilenir ve yetiştirmeye çalışır. Bir gün anne vefat eder, baba 5 çocuğu ile yapayalnız kalır. Problemler bu safhadan sonra başlar. Baba ne yapacağını şaşırır. Çocuklarına nasıl davranacağının ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu, onları nasıl yönlendireceğini bilemez. Çocukları kendi disiplin yöntemleri ile yönlendirmeye çalışır. Fakat; işler yine de yolunda gitmez. Çocukları ile yeterince ilgilenemediğinin farkına varır. Ama; iş işten çoktan geçmiştir. Gün geçtikçe çocukları ile uyumsuzluk ve huzursuzluk başlamıştır. Onları sürekli kendi yöntemleri ile cezalandırmaktadır.

Baba en sonunda bir doktora gitmeye karar verir. Doktora, çocuklarını yetiştirmede çektiği güçlükleri, uyum zorluğunu, onları disipline edememe konusunu ve karısı ölene kadar onlara yeterince ilgi göstermediğini, bu aşamada neler yapabileceğini anlatır. Doktor dinledikten sonra sorununu anlar. Doktor kendi geliştirdiği bir yöntemi teklif eder. Aynı zamanda bu yöntem kendi çocuklarına da uyguladığı bir yöntemdir.

Baba bu yöntemi uygulayıp uygulayamayacağı konusunda tereddüt eder. Ancak çocuklarını disiplin edebilme ve onları daha iyi birer birey olarak yetiştirme konusunda sorumlu olduğunu, her ne pahasına olursa olsun uygulamaya karar verir. Şu ana başlıklar altında uygulamaya başlar.

1. BİR DAKİKALIK AZARLAMA :

Çocuklarından herhangi biri hata yaptığında onu azarlar. Yaptığı işin hatalı olduğunu, kendisini üzdüğünü söyler. Aradan kısa bir zaman geçtiğinde onu yanına çağırır. Onu çok sevdiğini söyler ve çocuklarına bütün samimiyetini gösterir. Zamanla çocuklar yanlış yaptıklarını anlarlar ve bu hatalarından vazgeçer.

2. BİR DAKİKALIK ÖVGÜ :

Baba birinci aşamada güçlükler çekmiştir. Ama istediği disiplin ortamını da oluşturmuştur. İkinci aşamada, çocuklarını yaptıkları her olumlu hareketi takip ederek onları över ve onlara güven aşılar. Zamanla başarılı olur. Bu çocuklar arasında takdirle karşılanır. Sevgi ve saygıları artar.

3. BİR DAKİKALIK AMAÇ :

Baba çocuklarına kişilik kazandırmak amacının doğru olup olmadığı konusunda telkinde bulunur. Aile içinde toplantı yapılır, bu toplantıda amaçlar belirlenir. Neyin doğru, neyin yanlış ve neyin gerekli, neyin gereksiz olduğu aile ortamında tesbit edilir.

”Bir dakikalık baba” 5 çocuğu ile yukarıda ana başlıklarla belirtilen uğraşılardan sonra mutlu bir aile ortamı kurmuştur. Herşey mükemmel gitmektedir. Çocukların ne istediğini ve çocuklarının kendisinden ne beklediğini çok iyi tesbit eder. Kurallar tam oturmuştur. İletişim sağlanmıştır. Bütün bireyler ne yapacaklarını ve nasıl yapacaklarını çok iyi bilmektedir.

Birgün ”bir dakikalık baba’nın” uygulamasını duyan genç bir adam çocuklarıyla aynı sorunu yaşaması sebebiyle ondan bilgi almak ister ve randevu alır. Bir dakikalık baba, buna çok sevinir ve anlatmaya örneklerle başlar. Başlangıçta genç adama pek uyumlu gelmemiştir, ancak o da uygulamasında başarılı olur, gün geçtikçe bu yöntem yaygınlaşır ve başkalarıyla paylaşılır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:45

Bir Çiçek Bin Sevgi
 
Bir Çiçek Bin Sevgi[


KİTABIN ADI Bir Çiçek Bin Sevgi
KİTABIN YAZARI Barbara CARTLAND / Füsun DORUKER


KİTABIN ÖZETİ :

Öykünün kahramanları güzelliği ile prens Albert’in kalbini çalıp onunla evlenen, son derece ihtiraslı, genç ve yakışıklı erkeklere zaafı olan Aline Longston ve onun avlarından biri olan, bütün kadınların hayran olduğu Dük Tynemount‘tur.

Kontes Aline Longston, Buckıngham Sarayı’nda yapılan bir baloda Dük Tynemount ile karşılaşır. Dük ilk bakışta kontese karşılık vermemeye çalışırsada Contusion güzelliği karşısında isteklerine boyun eğerek, Kontesle tutkulu bir aşk yaşamaya başlar.

Kontes’in kocası Prens Albert, durumdan şüphelenmiş gibi olduğunda, Kontes onu öyle iyi idare eder ki, Prens böylesine mükemmel bir kadınla beraber olduğu için içi huzur dolar ve kendini çok şanslı görür.

Ancak Contusion’un bu sefer ki aşkı hiçbirine benzemez, Dük Tynemount’an ayrılamaz ve onunla sürekli görüşmek ister. Bu arada Kraliçe Dük Tynemount’u çirkin yeğeni Prenses Sophie ile evlendirme planı kurmaktadır. Kraliçe’nin bir emrini yerine getirmemek büyük bir saygısızlıktır ve böyle bir emrin Dük Tynemount’a yöneltilmesi karşısında Dük’ün yapacak bir şeyi kalmayacaktır.

Bunu öğrenen Kontes, Dük’ten mahrum kalmamak için onu Kocası Prens Albert’in yeğeni,ailesini kaybetmiş olan kocasının baktığı Honora ile evlendirmeye karar verir ve fikrini Dük’e kabul ettirir.

Honora çok güzel ve çok zeki bir genç kızdır. Kontes onu uzun yıllar görmemiştir. Honora’yı görünce kıskanır ve Dük’le evlenmesi gerektiğini aksi halde rahibe okuluna gönderileceğini söyler. Honora çaresiz kabul eder.

Böylece Dük‘le, Honara birbirlerini sevmeden evlenirler. Ancak contusion hesapları tutmaz. Çünkü Dük, Honora‘yı tanıdıkça aralarında bir aşk başlar.

Dük’ün hayatında ilk defa böyle masum, güzel yaşam dolu, iyilik meleği gibi bir kızla beraber olmuştur. Honora’dan sonra yaşamı renklenmiştir ve daha önce hiç yaşamamış olduğu duyguları yaşamıştır.

Kontes bu sefer ağır bir yenilgi almıştır. Dük aradığı gerçek aşkı bulmuştur.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:46

Beşinci Disiplin
 
Beşinci Disiplin


KİTABIN ADI Beşinci Disiplin
KİTABIN YAZARI Peter M.SENGE


KİTABIN ÖZETİ :

1. Bu kitapta sunulan düşünceler, dünyanın birbirinden ayrı, birbiriyle ilişkisi bulunmayan güçlerden yaratıldığı yolundaki yanılmayı yıkmak içindir. Bu yanılmayı bırakabilirsek "Öğrenen Organizasyonlar" kurabiliriz. Bu organizasyonlarda kişiler gerçekten istedikleri sonuçları yaratmak için kapasitelerini sürekli genişletirler, buralarda yeni ve çoşkun düşünme tarzları beslenir, kollektif özlemlere gem vurulmaz ve insanlar nasıl birlikte öğrenileceğini sürekli olarak öğrenirler. 1990'da Fortune dergisinde yayımlanan makalede "Liderlik hakkındaki eski, yorgun düşüncelerinizi unutun. 1990'ların en başarılı şirketi öğrenen organizasyon olarak adlandırılan bir şey olacaktır. Artık birinin tepeden düşünüp bulması ve organizasyonda geri kalan herkesin büyük stratejist'in emirlerini izliyor olması mümkün değildir" demektedir.

a. Sistem Düşüncesi

b. Kişisel Hakimiyet

c. Zihni Modeller

ç. Paylaşılan görme gücünün oluşturulması (Vizyon)

d. Takım halinde öğrenme

2. BEŞİNCİ DİSİPLİN NEDİR?

Beş disiplinin bir arada gelişmesi hayati önem taşır. Bu zor bir iştir. İşte bu nedenle "SİSTEM DÜŞÜNCESİ" beşinci disiplindir.

Sistem düşüncesi öbür disiplinlerin her birini güçlendirerek bize bütünün parçalarının toplamından daha fazlası olduğunu sürekli olarak hatırlatır.

Paylaşılan vizyon; uzun döneme bağlanmayı teşvik eder.

Zihni modeller; dünyaya bakış yollarımızdaki yetersizlikleri ortaya çıkarabilmemiz için gerekli açıklığı sağlar.

Takım halinde öğrenme; insan gruplarının bireysel perspektiflerin ötesinde yatan büyük resmi görebilme becerilerini geliştirir.

Kişisel hakimiyet; eylemlerimizin dünyamızı nasıl etkilediğini, sürekli olarak öğrenmeye yönelik kişisel motivasyonumuzu teşvik eder.

Sistem düşüncesi; organizasyonunun merkezinde bir zihniyet değişikliği yatar. Kendimizi dünyadan ayrı olarak görmekten, dünyayla bağlantılı olarak görmeye, problemlerimizi dışardan bir başkasının veya başka bir şeyin yol açtığı problemler olarak görmekten; kendi eylemlerimizin, yaşadığımız problemleri nasıl yarattığını görmeye yönelen bir zihniyet değişikliğidir.

3. Yazar, büyük davaların çözümlerinin kamu alanında yapılamayacağını belirterek, iş dünyasında yeni organizasyon tiplerini inşa edebileceğini belirtmektedir. Merkezci olmayan, hiyararşiye dayanmayan bu organizasyonlar, başarıya olduğu kadar çalışanlarının refahına ve yetişmesine adamaktadır. Bu organizasyonlarda kamu sektöründe görülmeyen bir yenileştirme bağlılığı ve kapasitesini paylaştığı görülmektedir.

Yeni organizasyonların en önemli boyutlarından biri öğrenme yetersizlikleridir. Yedi adet öğrenme yetersizliği bulunmaktadır.

a. "Pozisyonum neyse ben oyum", herkes kendi pozisyonu üzerinde yoğunlaşmakta, çevreyi görmemekte.

b. "Düşman Dışarıda" her zaman suçu üstüne atacak bir dış ajan bulmak.

c. "Sorumluluk üstlenme kuruntusu (İllusion)" problemleri bunalıma dönüşmeden çözmek gerekir.

ç. "Olaylara Takılıp Kalma" olaylar üzerinde yoğunlaşarak olayı meydana gelmeden önce tahmin etmek.

d. "Haşlanmış Kurbağa Misali" yavaş tedrici değişmelere tepki olamaz.

e. "Tecrübeyle öğrenme hayali" araştırma geliştirme ile öğrenmek gerekir.

f. "Yönetici Takım Miti" kollektif öğrenmeyle aşılır.

4. BEŞİNCİ DİSİPLİNİN YASALARI :

a. Bugünün problemleri dünün "çözüm"lerinden kaynaklanır.

b. Ne kadar sıkı yüklenirseniz, sistemi o sıklıkla geriye iter.

c. Davranış, kötü sonuçlardan önce iyi sonuçları doğurur.

ç. Bir sorundan kolay çıkış, normal olarak o sorunu tekrar geri getirir.

d. Tedavi, hastalıktan kötü olabilir.

e. Daha hızlı, daha yavaştır.

f. Neden ve sonuç, zaman ve mekanda birbiriyle yakından bağlantılı değildir.

g. Küçük değişiklikler büyük sonuçlar üretebilir.

h. Hem pastamız olur, hem de onu yiyebilirsiniz, ama aynı anda değil.

ı. Bir fili ikiye bölmekle iki küçük fil elde edilmez.

i. Kabahat yükleme diye bir şey yoktur.

5. SİSTEM DÜŞÜNCESİ :

Beş öğrenme; disiplinin kavramsal temel taşıdır. Sistem düşüncesinde doğrusal düşünmenin yerine, dairesel düşünme ve bir küme yaratma yer almıştır. Bunun yanında geri besleme de çok önemlidir.

- Doğrusal sebep-sonuç zincirlerinden çok karşılıklı ilişkileri kavramak

- Anlık resimlerden çok değişim süreçlerini kavramak

İki türlü geri besleme vardır : Pekiştirici geri besleme büyümenin motorudur. Dengeleyici geri besleme ise amaca yönelik faaliyette bulunur.

6. SIKINTIYI BAŞKA TARAFA TAŞIMA :

Temelde yatan problemleri insanların hedef alması zordur. Çünkü ya karanlıktır, ya da yüzleşilmesi maliyetlidir. Bu nedenle kişiler problemlerinin sıkıntısını başka çözümlere kaydırırlar. Bunlar iyi niyetle aktarılan ve çok verimli gözüken daha kolay çözümler olur. Bu çözümler başlangıçta iyileşmeler yaratır. Ancak, temel sorun hiç değişmeden kalır. Bu problem gittikçe kötüleşir. Bu arada sistem temeldeki sorunu çözmek için sahip bulunduğu yetenekleri de kaybeder.

7. ÖĞRENEN ORGANİZASYONUN RUHU :

Organizasyonlar sadece öğrenen bireyler aracılığı ile öğrenilir. Bireysel öğrenme, organizasyonun öğrenmesini garanti etmez. Ancak bireysel öğrenme olmadan da örgütsel öğrenme meydana gelmez. Araştırma-geliştirme, şirket yönetimi veya işin bir başka yönü olsun, etkin güç insandır. İnsanlar büyüme ve teknolojik gelişme amaçları için yeterince motive edilmemişlerse, o zaman büyüme de, üretkenlik artışı da teknolojik gelişme de olmayacaktır.

8. Yöneticilerin temel ödevi, insanlara iyi bir yaşam sürmeleri için buna imkan veren koşulları yaratmaktadır:

Hayatın yüksek erdemleri ile ekonomik başarı arasında biri olursa öbürü olmaz türünden bir temel ilişki yoktur. Gerçekle, hayatın yüksek erdemlerini ne kadar çok uygularsak, o ölçüde ekonomik başarıya ulaşabiliriz.

9. KİŞİSEL USTALIK DİSİPLİNİ :

Kişisel ustalık duygusunu geliştirmeye başlamanın yolu disiplin, pratikler ve prensiplerle mümkündür. Bir kişinin sürekli pratik usta bir sanatçı olması gibi, aşağıda belirtilen prensipler de kişisel ustalığı sürekli olarak geliştirmenin temelini oluşturur.

a. Kişisel vizyon :

(1) Çoğu yetişkinde gerçek vizyon duygusu pek yoktur.Amaçlar ve hedefler vizyon değildir.

(2) Azalan vizyonun daha ince, daha karmaşık biçimi "dikkati sonuç üzerinde değil, araçlar üzerinde toplamaktır"

(3) İkincil hedefler üzerinde değilde en sonunda ulaşılacak asli istekler üzerinde yoğunlaşmak kişisel ustalığın bir köşe taşıdır.

(4) Gerçek vizyon, amaç fikrinden soyutlanarak kavranamaz

(5) Vizyon çoğu kez rekabetle karıştırılır.

(6) Vizyon göreceli, subjektif değil, aslidir.

(7) Vizyon;maddi, kişisel, hizmet cepheleri olan çok cepheli bir olgudur.

b. Yaratıcı gerilimi koruma :

c. Gerçeğe bağlılık.

ç. Akılla sezginin birbirine kaynaştırılması.

d. Şefkat.

e. Bütüne bağlılık.

f. Dünya ile bağlantılı oluşumu görmek.

SONUÇ :

A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Organizasyonların yenileştirilmesi.

B. KİTABIN HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Kitap Harp Okullarında yerleştirilen sistem mühendisliği ile paralellik arz etmektedir. Yeni organizasyon sistemlerine ayak uydurabilmek maksadıyla TSK.de sistem mühendisliği okuyan Sb.lar haricindeki bütün lider ve komutanların bu ve benzeri konularda yetiştirilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:49

Beş Sevgi Dili
 
Beş Sevgi Dili


KİTABIN ADI Beş Sevgi Dili
KİTABIN YAZARI Betül ÇELİK

KİTABIN ÖZETİ :

BEŞ SEVGİ DİLİ

Sevginin temeli ailede başlar ve kişilerin birincil sevgisi oluşur.aile ortamında sağlıklı, özverili oluşan sevgi, bireyi ileriki hayatında mutlu ve başarılı kılar .

I BÖLÜM

NİKAHTAN SONRA SEVGİYE NE OLUR ?

Her insanın bir sevgi dili vardır.eşinizin yada arkadaşınızın birinci sevgi dilini anlamıyor iseniz bu ilişki sağlıklı olmaz ve kısa sürede problemler ortaya çıkar.şayet biz beş sevgi dilini biliyorsak bu problemleri en aza indirgeriz. Paylaşarak,dinleyerek ve birlikte anlamlı faaliyetlere katılarak yaşanan nitelikli beraberlik gerçekten değer verdiğimizi ve birbirimizden hoşlandığımızı anlatır.beş sevgi dili nedir ? Bunlar ;

1) Onay Sözleri

2) Nitelikli Beraberlik

3) Armağan Alma

4) Hizmet Davranışları

5) Fiziksel Temas’tır.

evliliğin veya mutluluğun devamı için önemli olan şey eşimizin sevgi diline hitap etmektir.

II.BÖLÜM

SEVGİ DEPOSUNU DOLU TUTMAK

Sevgi,insan davranışında önemli bir yer tutar.fakat bu sözün bir çok boyutu vardır. Evlilik ilişkisinin, esas olarak amacı, sevgiyi ve yakınlığı beslemektir.evlilik aynı zamanda içsel ‘sevgi deposunun’ doldurulabileceği en önemli yerdir.

‘İnsanoğlunun kalbinde samimi olmak ve birbirlerini sevmek için duyulan arzu yatar.evlilik bu yakınlık ve sevgiye duyulan gereksinimi karşılamak için tasarlanmıştır.’

Bununla birlikte,sevgi için duyulan duygusal gereksinme,yalnızca bir çocukluk olgusu değildir.bu gereksinme bizi yetişkinliğe ve evliliğe kadar izler. ’Aşık olma ‘deneyimi, bu ihtiyacı geçici olarak karşılar fakat bu kaçınılmaz olarak ‘geçici bir önlemdir’kısa ömürlüdür.etkisi sınırlıdır.’aşık olma’saplantısının zirvelerinden aşağıya indikten sonra sevgi için duyulan gereksinim yeniden su yüzüne çıkar.çünkü bu,doğamızın temelinde vardır.duygusal arzularımızın merkezindedir.’aşık olmadan‘önce sevgiye gereksinim duyuyorduk ve yaşadığımız sürecede duyacağız.

III.BÖLÜM

AŞIK OLMAK

Aşık olan kişi sevdiği kişinin mükemmel olduğu duygusuna sahiptir.kendisinden başka herkes aşık olduğu insanın kusurlarını görsede o bunları farketmez hatta karşı çıkabilir.

‘Aşık olmak’kısa sürelidir ve ebediliği yoktur.

IV.BÖLÜM

SEVGİ DİLİ I

ONAY SÖZLERİ

Taleplerden çok iltifatlar,cesaret verici sözler ve ricalar eşinizin öz değerini onaylar,yakınlık yaratır.yaraları tamir eder.ve diğer yarınızın potansiyelini ortaya çıkartır.

Sevginin hedefi ;istediğiniz bir şeyi elde etmek değil,sevdiğiniz insanın saadeti için bir şeyler yapmaktır.

V.BÖLÜM

SEVGİ DİLİ II

NİTELİKLİ BERABERLİK

Paylaşarak,dinleyerek ve birlikte anlamlı faaliyetlere katılarak yaşanan nitelikli beraberlik,gerçekten değer verdiğimizi ve birbirimizden hoşlandığımızı anlatır.

VI.BÖLÜM

SEVGİ DİLİ III

ARMAĞAN ALMA

İster satın alınan veya elde yapılan objeler olsun.ister yalnızca eşinizin istediğinde orada olmanız olsun,armağanlar sevginin görsel ifadeleridir. Armağanlar,değer verdiğimizi sergilerler .İlişkinin değerini gösterirler.

VII.BÖLÜM

SEVGİ DİLİ IV

HİZMET DAVRANIŞLARI

Eşlerin aile içerisindeki görev paylaşımları hizmet davranışlarını oluşturur.bu davranışlar hiçbir zaman zorlanmamalı,özgürce yapılmalı ve kabul edilmeli arzu edildiği gibi gerçekleştirilmelidir.

VIII.BÖLÜM

SEVGİ DİLİ V

FİZİKSEL TEMAS

Bir sevgi jesti olarak fiziksel temas,varlığımızın derinliklerine ulaşır.bir sevgi dili olarak omuza en hafif bir dokunuştan tutkulu bir birlikteliğe kadar güçlü bir iletişimdir.

IX.BÖLÜM

BİRİNCİL SEVGİ DİLİNİ KEŞFETMEK

Birincil sevgi dilini keşfetmek için beş sevgi dilini öğrenmemiz ve bunlara cevap vermemiz gerekmektedir.bu sorulara verilen yanıtlar bizim kendi sevgi dilimizi oluşturur.

X.XI.BÖLÜM

SEVGİ BİR SEÇİMDİR VE FARKI YARATAN SEVGİDİR

Sevgi özgürce yapılan bir seçimdir.eşinizin birincil sevgi diline hitap edebilir ya da etmeyebilirsiniz.mutlaka beş sevgi dilinden birisine hitap edecektir. Fakat eşimizin diliyle sevmeyi seçmenin bir çok yararı vardır. Bu seçim geçmişteki yaraları tedavi etmeye ve bir güvenlik, öz güven ve önem duygusu sağlamaya yardımcı olabilir.

XII.BÖLÜM

SEVİMSİZİ SEVMEK

Bir ilişkiyi olumlu yönde ilerletmek için her iki tarafında özverilerde bulunması gerekmektedir.

XIII.BÖLÜM

ÇOCUKLAR VE SEVGİ DİLLERİ

Gerçek gereksinimlerinin bilincinde olmasalar ve kendi tepkilerini anlamasalar bile, beş sevgi dili de çocuklar için geçerlidir.etkili bir ana baba olmak için, her çocuğunuzun birincil sevgi dilini keşfedene kadar beş dili de düzenli olarak konuşun.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.


eLanuR 29 December 2008 20:50

Başarı Şimdi Aslanın Ağzında
 
Başarı Şimdi Aslanın Ağzında


KİTABIN ADI Başarı Şimdi Aslanın Ağzında
KİTABIN YAZARI Sakıp SABANCI

KİTABIN ÖZETİ :

BAŞARI NEDİR?

Tek kaleye gol atmanın zamanı geçti. Şimdi marifet Dünya Kupası’nda gol atmak. Artık bedava futbol yok golü atan parasını alıyor. Nasrettin Hoca anlatımıyla başarı helva yapmaktır. Bilimsel anlatım ile başarı, üretmektir. Birbirinin içinden geçen kırk iğne hikayesi. Kimsenin haberi olmayan başarı başarı sayılmaz. Günümüzde dünya pazarında talebi olan mal ve hizmeti üretmek başarı sayılıyor. Başarı neden şimdi aslanın ağzında?

KENDİNİZİ BAŞARIYA HAZIRLAYINIZ

Önce kendinizi geliştirin. Eğitim öğrenim devam eden bir şey. Her şeyin bir şeyini, bir şeyin her şeyini bileceksiniz. Günü, zamanı planlamak, her şeye vakit ayırabilmek için mutlaka not defteri kullanın.

AYAĞINIZI YERE SAĞLAM BASIN

Kökünüzü unutmayın. Dinin ve inancın önemini ihmal etmeyin. Aile müessesesine önem verin. Ailede huzur önemlidir. Karınıza çocuklarınıza vakit ayırın. Çocuklarınız iyi yetiştirin. Ölmüşlerinizi unutmayın.

BAŞARI İÇİN YOLA ÇIKMADAN ÖNCE HAZIRLIĞINIZI YAPIN

Ne istiyorsunuz? Önce ona karar verin. Alternatifler arasında tercihinizi yapın. Boşluğu yakalayın. Farklılıkları belirleyin. Fırsatları değerlendirin. Hedefinizi belirleyin. Ayran gönüllü olmayın. Zig zag yapmayın. Güçlük ile başarısızlığı birbirinden ayırmayı bilin. Başarısızlık halinde ısrarcı olmayın. Ama yılmayın. Cepheyi daraltarak dar cephede hücuma geçin. Geçmişe bağlanmayın ama geçmişten ders alın. Bir usta bulun. Ustanın yanında çıraklık deneyimi yaşayın. Üretimin hangi faktöründe yer alacağınızı açıklığa kavuşturun. Mal ve hizmet üretmek için mutlaka birisinin emek vermesi gerekir. Tek adam “one man show” devri geçti. Başarı örneklerini inceleyin. Takımınızı kurun. Her başarı öyküsü bir “çekirdek kadro” nun eseridir. Çekirdek kadroyu kaçırmayın, değiştirmeyin. Başarının her aşamasında, başarının mükafatını takım arkadaşları ile paylaşmasını bilin.

TAKIMI KURMAK KADAR KORUMAK VE KULLANMAK DA ÖNEMLİ

Adam yetiştirin. Kurum kültürünüzü yaşatın. Yöneticinin sabahtan akşama kadar masasının başından ayrılmaması dönemi geçti. Yöneticileriniz, size güvensin, siz yöneticilerinize güvenin. Bir yönetici manevi ve maddi tatmin var ise, takımdan ayrılmayı düşünmez. Takım arkadaşlarınızın kişisel sorunlarına ilgi duyun, huzurlu yaşamalarına yardımcı olun. Birlikte çalıştıklarınızı dinleyin.

ÇAĞDAŞ İMKANLARDAN YARARLANIN

Bilgi toplumunda insanın değeri arttı. Bilgili insan bilmiş insan değil, bilgideki değişimi izleyebilen insandır. İnsan kaynakları zenginleşti. Bugün dünyada en bol şey para. Önemli olan proje üretmek. Fizibilite (yapılabilirlik) çalışması, başarı arayana yol gösteriyor, başarıyı destekleyeceklere davetiye çıkarıyor. Sınırların kalkması, hem tedariki hem pazarlamayı kolaylaştırdı. Yardımcı müesseseler uzmanlık dallarında her türlü desteği veriyor. Toplum başarıya doymuyor, başarıyı destekliyor.

İŞVEREN OLARAK ÇALIŞMA ARKADAŞLARINIZI İYİ SEÇİN, ONLARLA BÜTÜNLEŞİN

Makinenin en iyisini nasıl seçiyorsanız adamında en iyisini seçeceksiniz. Bugün çalışanın başarısı da mahalle çapında, ülke çapında değil, dünya çapında değerlendiriliyor. Ucuzdur vardır illeti, pahalıdır vardır hikmeti. İşçiyi aldığı ücrete göre değil verimine göre değerlendirin. Çalışanlara yeteneklerine göre ücret verin. Çalışmayanı, çalışana taşıttırmayın. Çekirdek kadroyu koruyun. Çekirdek kadro ile bütünleşin.

MÜESSESELEŞİN AMA KİT’LEŞMEYİN

Başarının devamı için müesseseleşme şart. Müesseseleşmek çok zor bir iş. Başarılı insan isterse müesseseleşmeyi kendi gerçekleştirir. Hiçbir danışman firma, ısmarlama müesseseleşme formülü yazamaz. Aile ile işi ayırmayı bilin. Yaşınızı işinize bulaştırmayın. KİT’leşmeyin.

DEVLETTEN UZAK DURUN

İşinize politikayı karıştırmayın. Devletle iş yapmaya, devlete mal satmaya dönük tezgah ömür boyu işlemez.

BAŞARIYI YAKALAYANLARA ÖĞÜTLER

Başarıya ulaşan tek kişi siz değilsiniz. Başarının zevkini alın. Başarıyı paylaşmayı bilin. Vergiyi ve sosyal hizmetleri unutmayın. Ölümsüz değilsiniz. Kefenin cebi yok. Adınızı temiz tutmaya özen gösterin. Güvenilir olun. İnsanlara kucak açın. İnsanları kaçırmayın. Dünyada sadece siz yoksunuz. Başkaları da var. Evinizi işinize, işinizi evinize taşımayın. Şeyh uçmaz, onu müridleri uçurur. Yağcılardan kaçının. Hırçın olmayın. Hem kendinize hem başkalarına huzur verin. Dost olun, arkadaş olun. Dostunuz olsun, arkadaşınız olsun. Başarı ve para üstünlüğünü, güç üstünlüğü olarak kullanmayın. Hayat sadece işten ibaret değildir. Başka konulara da ilgi duyun. Başka konularda konuşun. Dinlemesini bilin. Küçük bir çevrenin içine hapis olmayın. İlgi duyduğunuz konuda rakiplerinizle tanışın, dostluk kurun. Sık sık beyin fırtınası toplantıları düzenleyin. Farklı kişileri ve farklı fikirleri dinlemekten korkmayın. Başarınızı, paranızı, şöhretinizi taşımayı bilin.

BAŞKALARINI DİNLEYİN, İŞİN PÜF NOKTASINI ÖĞRENİN, SONRA KENDİNİZE UYGUN DONU KENDİNİZ BİÇİN

Edward de Bono bilgi çağı bitti yeni dar boğaz düşünmek diyor. Claus Moller, “değişimi görmeyen başarıya ulaşamaz” diyor. Atasözlerinin yerini uzman sözleri almaya başladı. Özgün olun fark yaratın. Akıllı ama yaratamıyor. Delilik iyidir. Mantıklı olmaktan vazgeçin. Unutkanlık strateji oldu. Çok kültürlülük. Başarısızlığa alkış. Özgürlüğe mahkumuz.

BAŞARININ ZEVKİNİ ÇIKARIN

Ömür kısa hayat zalim. Yaşamadan ölmeyin, yaşayarak ölün. Başarının zevkini çıkarın. İnsan ölürken yaptıklarına değil, yapamadıklarına pişman olurmuş. Önemli olan yapmaktır, yapmak başarmaktır.

1 NUMARA OLMAK

Her şeyin 1 numarası vardır.

BİTİRİRKEN

Her bitiş bir yeninin başlangıcıdır. Burası Türkiye. Başarı para ile ölçülmez. Hayatım boyunca başarının peşinde koştum. Geriye bıraktığımız parayla değil eserler ile değerlendirileceğiz. İsmimin uzun yıllar yaşaması başarımın ölçüsü olacak.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.


eLanuR 29 December 2008 20:52

Umut Bir Yöntem Olamaz.
 
Umut Bir Yöntem Olamaz.


KİTABIN ADI Umut Bir Yöntem Olamaz.
KİTABIN YAZARI Gordon Sullıvan (ABD Kara Kuvvetleri Eski Komutanı) Michael V.HARPER

KİTABIN ÖZETİ :

Çalışmanın başından sonnuna dek ABD Kara Kuvvetleri’nden övgü ile bahseden yazar,eserin ilk bölümünde Kara Kuvvetleri’ni gerçekleri ile birlikte örnek göstermiştir.Hem yönetim sistemini , hem deiderlik kültürünü yeniden yapılandırmada en iyiye ulaşmış olan Kar Kuvvetlerinin,yöneticilikle ilgili yeni olgular konusunda iş dünyasına önderlik debileceği bir gerçektir.Çünki dönüşüm Kar Kuvvetleri’nin oldu ğu kadar sivil şirketlerin de problemidir.

“Acaba Kara Kuvvetlerinin uyguladığı yönetim metodları iş dünyası içinde geçerli olabilir mi?” Yazarın bu soruya cevabı olumlu,çünkü Kara Kuvvetleri’nde ve iş dünyasında koşullar ve sorunlar örtüşmektedir.Şöyle ki:

-Rekabet ortamı hızla değişmektedir,

-Gelişen teknoloji,yeni olanaklar aynı zamanda zorluklar yaratmaktadır,

-Elemanların teknik becerileri ve ekip çalışması yetenekleri sürekli geliştirilmelidir,

-Talepler bize beklenmedik görevler yüklemektedir,

-Mali baskılar ,büyük çaplı maliyet kısıntılarını ve küçülmeyi zorunlu kılmaktadır.

Bu benzerliklerin yanısıra Kara Kuvvetleri ile,öteki örgütler arasında farklar da vardır.Ancak ,önemli olan benzerliklerin daha fazla olmasıdır.En önemli benzerlik te “Lider” gerçeğidir. Bu nedenle General Eisenhower gibi bir lideri etkin kılan özelliklerin büyük bir kısmı, General Electric’den Welch ve diğer yöneticilerce de kullanulmaktadır. Hepsinin asıl görevi geleceği yaratmaktır.

Kendi geleceğimizi yaratmak, yarının belirsizliğinde başarılı olacak örgütler kurmakla mümkündür.Bu örgüt kurma süreci değerlere dayanan, vizyon tarafından biçimlendirilen, bir strateji tarafından yönlendirilen, iyi düşünülmüş, eyleme odaklanan ve yapılandırılmış eğitim aracılığıyla olgunlaşmış bir süreçtir.

Yazar çalışmasının ikinci bölümünde ABD Kar Kuvvetleri’nin 1989 yılında başlayan,dönüşüm ihtiyacına değinmiştir. ”Berlin Duvarının yıkılmasıyla,Soğuk savaş dönemine özgü genel giderlerin azaltılması zorunluluğu doğdu.Kara Kuvvetleri küçülmek zorundaydı.Ne var ki,savaşa hazır olmayı muhafaza ederken,üçte birden daha fazla bir oranda ,600 bin kişilik bir azalma söz konusuydu.

Bir kurum olarak Kara Kuvvetleri,misyonunun değişmekte olduğunu kavramaya başlamıştı. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ile karşı karşıya bulunan asker kuşağının hiçte alışkın olmadığı şeylerin yerine getirilmesi isteniyordu. Somali ve Ruanda’da insani yardım, Makedonya ve Sina’da barışı koruma,Kore ve Kuveyt’te caydırıcılık, metropollerde toplumsal huzuru sağlama, Türkiye, Küba gibi ülkelerde sığınmacı operasyonları, çevre felaketleri ile mücadele ve daha birçok başka ulusal ve çok – uluslu operasyon bu görevler arasındaydı.

Berlin Duvarının yıkıldığı gün olan 9 Kasım 1989’dan beri Kara Kuvvetleri değerlerini ve savaşa hazır olma durumunu korumuştur, Ancak yeni ve çok daha geniş bir misyon tarafından yönlendirilmektedir. Modernizasyona ilişkin olarak yeni bir doktrine ve yaklaşıma sahiptir,liderlerini eğitmek ve yetiştirmek için yeni konseptler uygulanmaktadır.

Eser,Liderlerin başarının zirvesinde iken aniden düşebileceklerini belirtmiş ve sebeplerini Liderlik Tuzakları ile açıklamıştır; yazar’a göre Liderlik Tuzakları şunlardır:

1. İşleri aşırı iyi yapma : Herşeyi iyi yapan bir örgüte değişim gerekliliğini kabul ettirmek zordur. Büyüklük ve başarı,kendinden hoşnutluğa,miyopluğa ve sonunda da düşüşe yol açar. İyi liderler ,çevrelerindeki değişimin sürekli bir süreç olduğunu kavramak durumundadır.

2. Yanlış işte Olma : Yanlış işte olma tuzağı,değişimin yol açtığı etkileri kavrayamamanın sonucudur. Bu tuzağa düşen lider genellikle bir değişim cereyan ettiğini fark eder,ama bunun önemini yanlış değerlendirir.

3. Dünü Mükemmel Yapma : Dışardaki değişime ayak uyduramamanın bir başka biçimi de Dünü Mükemmel Yapmadır.Dünü mükemmel Yapan lider,çoğu kez değişim yapmaya ,hatta büyük “ilerleme“ göstermeye çok isteklidir,ancak sürekli eski koşullara göre düşünür.Böyle bir lider büyük bir “sabitleyicidir” ve çoğu kez performansı kesin standartlara göre ölçmek için denetim ve kontrol sistemini oluşturmuştur.

Bu üç tuzağın ortak bir yanı vardır. İster savaş alanında ister yönetim kurulu odasında olsun,lider geleceği doğru tespit edememiştir, çünkü kısa vade ,onun için daha önemlidir.

Artık yöneticilikle liderlik arasındaki fark herkes tarafından bilinmektedir. Liderlik üç boyuta sahiptir. Yönetmek,geleceği yaratmak ve ekip kurmak. Tüm bunlar için lider, düşüncenin gücünü kullanabilmelidir. Çünkü bugün, çok yönlülük ve esnekliğin uzmanlıktan çok daha değerli olduğu bir dünyada yaşamaktayız.

Etkin bir lider; liderlik Eylem Çevrimi’ni her ortamda kullanır. Bu çevrim en basit şekliyle şöyle açıklanabilir:

Liderlik Eylem Çevrimi : Bir Tnk. K.ı önce çevresini gözlemler,bir tehdit unsuru saptadığında buna yönelir ,karar verir ve eyleme geçer. Üst düzey yöneticisi de Tnk.K.na benzer şekilde “Liderlik Eylem Çevrimi” dediğimiz beş adımlı bir yol izler.

- Gözle : Liderlik eylem çevrimi,gözlemekle başlar.Bu aşamada lider,”Ne oluyor ?” “Ne olmuyor?” sorularına cevap arar.

- Düşün : Fikir üretme sürecidir.Bu aşamada lider hedef belirler.

- Karar Ver : Lider,hedefin nasıl ele geçirileceğine karar verir.

- Harekete Geç : Örgüt liderin kararlarını yerine getirmeye başlar.

- Öğrenme : Bu süreçte lider ve örgüt, daha etkin olabilmek için davranışlarında değişiklikler yapar.Kararlarını yeniden düzenler ve hedefleri yeniden belirler.

Bir liderin cesaretle cevaplaması gereken sorular şunlardır:

- Zamamınınızı örgütünüzün gelenekçi bölümleriyle mi,yoksa yenilikçi bölümleriyle mi geçiriyorsunuz[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Deney yapma ve öğrenmeyi teşvik ediyor musunuz?

Risk alanları mı,yoksa işi alışıldık şekilde yapanları mı yükseltiyorsunuz?

Yatırım bütçeniz geçmişe mi,yoksa geleceğe mi yönelik?

Kısacası ,”yeninin “mi,yoksa “eskinin”mi bir parçasısınız?

Bir lider, bu sorulara verdiği cevaplara göre kendini değerlendirebilir.

Çalışması süresince sık sık Vietnam Savaşı’nı sorgulayan yazar, bu savaştan sonra büyük ölçüde bozulan K.K.lerini yeniden oluştururken öğrendikleri en önemli dersin, değerlerin önemini kavramak olduğunu ifade etmektedir. Değer;bütün askerlerin, kendilerinden daha büyük bir şeye kendilerini adamalarıdır.Paylaşılan değerler bugün K:K.nin temelini oluşturmaktadır.

Çıkılan değişim yolculuğunda ,özü yani değerleri geride bırakmak,yapılabilecek en büyük hatadır. Bir liderin başarması gereken şey,gerçekleştirmeye çalıştığı şey ile ilgili,ahlaki bir bağıntı yaratmaktır. Etkin bir lider bir örgütü oluşturan insanların içinde derinlemesine kök salmış temel değerlerin,o örgütün özünü oluşturduğunu ve muazzam bir güç kaynağı olduğunu bilir.

Eserin ilerleyen bölümlerde,askerin eğitim seviyesi hakkında yapılan değerlendirme özetle şöyledir:

Bir askerin eğitilebilir olması için en az,başarılı bir lise mezunu olması gerekir. Vietnam Savaşından sonra bu esas hedef olarak belirlenmiş ve 1980’lerde amaca ulaşılmıştır. Körfez Savaşı bu prensibin gerekliliğini ispatlamıştır. Keza orduyu 1/3 oranında azaltırken kaliteli askerler bırakılıp,diğerlerinin terhis edilmesi ile ordu sayısal olarak küçülmüş,nicesel olarak büyümüştür.

Geleceği yaratabilmek söylemi üzerinde her fırsatta durulmuş ve bu düşünceden hareketle VİZYON gündeme getirilmiştir.

Geleceği görmek ,liderin sorumluluğudur. Geleceği yaratabilmek için ilk önce,onu “görmelisiniz. ”Lider kendisini zihinsel olarak geleceğe yerleştirir,aklın gözüyle dönüp geriye bakar. Bu,uzun mesafe koşucularının kullandığı bir tekniktir. Kendilerini “finiş”çizgisine koyar ve “geriye bakıp”kendilerini bu çizgiye doğru çekerler. Kendini finiş çizgisinde,gelecekte görme ,kazanmak için gerekli olan yoğun konsantrasyonu sağlar ve yarışın sürekli heyecan ve acısını azaltır

Vizyon,bir gelecek anlayışıdır. Bugünün yeteneğinin ötesine geçen,bugün ile yarın arasında düşünsel bir köprüdür. Karanlıkta fener olabilmek için vizyon,geleceği insanların kolayca anlayabileceği şekilde tasvir etmelidir. Vizyon örgütün dönüştürülmesindeki birinci adımdır.

Paylaşılan vizyon :

- Topu varoluş duygusu yaratır.

- Kalıcı amaç duygusu yaratır.

- Bir başarı ölçütü içerir.

- Günlük konuları aşmayı sağlar.

- Lidere ve izleyicilerine eylem yetkisi verir.

Geleceğin tasavvur edilmesi ilk önce liderin beyninde gerçekleşmeli,sonra da örgüt çapında konuşulmalı ve uygulanmalıdır. Düşünmek ve yapmak işlev süreci,bir bütündür. Bunu bir ordunun hedefine doğru ilerlemesine benzetebiliriz. Geleceği yaratmak için mücadele ederken,aynı zamanda yakın dönemdeki beklentileri de gerçekleştirmek zorundasınız.

BUGÜN YARIN

Liderler,gelecekten geriye bakmayı öğrenmek zorundadırlar. 1970 ve 1980’lerdeki K.K.leri liderleri,Basra Körfezi’nde başarılı orduyu bu prosesi uygulayarak yaratmışlardır.

1998 Sonlarıda, düşünülmesi olanaksız olanı düşünmek üzere bir Planlama Grubu kuruldu. Devam eden silah indirimi görüşmeleri ve demokratikleşme sürecini de dikkate alan bu grup, kendisine şu soruyu sordu. Sonsuza dek Berlin’de kalacak mıyız? Cevap hayırdı. İşte bu cevap, Avrupa’daki birliklerin ABD içine çekilmesi, müteakiben ne yapılması gerektiği sorunlarında ön almayı sağlamıştır. Bu düşünce tarzı bir askeri güç planlama sürecinin başlatılmasını sağlamıştır. Bu düşünce tarzını “bir sonrakinden sonraki” olarak da tanımlayabiliriz.

Örgütünüz bunalıma girdiğinde yaslanabileceğiniz bir vizyonu olmalıdır. Geleceği görememenin nedeni olarak pek çok şey gösterilse de, bu her zaman vizyon yoluğu ile başlar.

Değerler ve vizyon ne kadar önemliyse de, olumlu değişimin gerçekleşebilmesi için bunların bir stratejiyle bütünleşmesi gerekir.

Stratejinin esas özelliği, amaçlarla araçları birbirine bağlamasıdır. Stratejiyi bir köprü olarak düşünün. Değerler, köprü ayaklarının üzerinde yükseldiği dayanaklardır. Köprünün bu yakası bugünün gerçeğidir. Karşı yakasıda vizyondur. Stratejiniz ise bizzat köprünün kendisidir. Vizyonsuz strateji de anlamsızdır. Birlikte olduklarında ise, başarılı eylemin temelini oluşturacak bir yapı yaratırlar.

Yazar müteakip bölümde “ekipte kurma”nın önemi üzerinde, durmuş ve “liderin en zor ve en zaman alıcı görevlerinden birisi de, ekip kurmak ve ekibi ayakta tutmaktır” fikrine yer vermiştir.

Etkin lider, bağlaşıklar oluşturur ve ekipler kurar, liderliği örgüt çapında dağıtarak, duvarları, tabanları ve tavanları yok eder. Ekip oluşturmak, insanları güçlü bir sorumluluk duygusuyla donatır. Elemanların “Ben yaptım” yerine “Ekip kazandı / kaybetti” demelerini istenmelidir.

Etkinliğin sağlanması için her ekip üyesi, kendisinden ve ekipten ne beklendiğini bilmek durumundadır. Onlara bu bilgiyi vermek çoğu zaman biz liderler tam olarak ne beklediğimizi bilmediğimiz için zordur.

Neyin beklendiğini bildikleri zaman astlar büyük bir güvenle harekete geçer. Bu şekilde yetkilendirildikten sonra astlar, inisiyatif ister ve sorumluluk üstlenir.

Lider sürprizlere hazır olmalıdır; Hiç kemse Berlin Duvarının yıkılacağını, Varoşa Paktı’nın ve Sovyetler Birliği’nin çökeceğini tasavvur etmemişti. Hayat beklenmedik dolu bir yolculuktur. Görevimiz, planlamaya ve güce daha büyük bir esneklik ve çok yönlülük getirerek, zaman geldiğinde tepki oluşturabilmek ve olayın üstesinden gelmektir.

Dolayısıyla lider kendisini, yönettiği insanları ve örgütünü, sürprizlere karşılaşmaya, bunlarla baş etmeye hazırlamalıdır.

Kitap aynı bölümde “Olasılık ve Senaryolar” ve “Tetik Noktaları” konusuna değinmiştir. Bu bölüm, KKT 101-5 Karargahta Teşkilat ve Çalışma Usulleri Talimnamesi’nde yer bulan Komutan Durum Muhakemesi’nin sivil kurumlara indirgendiği imajını doğurmaktadır.

Yarın ile bugün arasında kurulacak dengenin başarıyı getireceğini savunan yazar, “Eğer bugüne fazla vurgu yaparsanız, yarınınızı bugünün yüzeysel bir tekrarı olmaya mahkum edersiniz, eğer yarına aşırı vurgu yaparsanız, yarının üzerine bina edileceği temelin altını oymuş olursunuz.” Demektedir.

Sonuç itibarıyla lider, kaynakların ( zaman, enerji, eleman) bir kısmının geleceğe yöneltilmesi ve bugün ile yarın arasında bir denge kurması gerektiğini bilir.

Kitap müteakip bölümde 1973 yılında kurulan Eğitim ve Doktrin K.lığından bahsetmektedir. Amaç okul sistemini, eğitim merkezlerini ve geliştirme faaliyetlerini biraraya getirmek ve böylece eğitim ve modernizasyon sorumluluğu tek bir örgütte toplamaktır.

Bu bölümde, sadece atış ve sporun değil, her türlü görev için şartlar dikkate alınarak standar belirlemek gerektiği belirtilmiş ve Eylem Sonrası Değerlendirmesi ismi altında, Faaliyet Sonu İncelemesinin (FSİ) önemi vurgulanmıştır. Kitapta konu ile ilgili esaslar ayrıntılı şekilde verilmiştir.

Örgütsel Öğrenme’yi sağlamak için bir paylaşma mekanizması gerekir. Bu maksatla II nci D.S.sırasında Marshall “Öğrenilen dersler” uygulamasını başlatmış, uygulama Kore ve Vietnam’da devam etmiş 1985’te K.K.leri çapında Öğrenilen Dersler Merkezi kurulmuştur. Kitapta konu ile ilgili esaslar verilmiştir.

“İnsana Yatırım Yapmak” adlı bölümde, lider yetiştiren ve “Komutanlık Öncesi Kurs” olarak tercüme edilen, muhtemelen TSK bünyesinde yer alan Harp Akademileri dengi bir okul tanıtılmış, bu okulun eğitim sistemi açıklanmıştır. Buradaki ana fikir ise şu şekilde özetlenebilir.

“Görevimiz bizden sonra örgüte önderlik edecek insanları yetiştirmektir ve buna örgütlerimizin gelecekte yansıtmasını istediğimiz değerleri vermekle başlarız. Lider yetiştirmek, örgütün bugününü ve yarınını kazanma yeteneğini güçlendirmek demektir. Lider yetiştirmek geleceğe temel atmak demektir.”

SONUÇ :

A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Her örgütü, öngörülmesi olanaksız bir gelecekte başarılı olmak üzere, yaratıcı ve uyumlu davranışları kendi kültüründe benimseyecek şekilde, dönüştürmek mümkündür.

B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :

Kitap, liderlik ve vizyon konularını ayrıntılı bir şekilde incelemiş olup, askeri yönetim usulleri ile sivil yönetim usullerinin farklı olmadığı temasını vurgulamıştır. Bu yaparken, KKT 100-15 Ordu ve Kolordu Harekatı (Büyük Birlikler) Talimnamesinde açıklanan Orkestrasyon, Ağırlık Merkezi, Liderlik konularının, KKT 101-5 Karargahta Teşkilat ve Çalışma Usulleri Talimnamesinde yer bulan Komutan Durum Muhakemesi esaslarının sık sık kullanıldığı değerlendirilmektedir.

Ayrıca, Türk Kara Kuvvetleri’nce de esas alınan ve Kara Kuvvetleri Genel Plan ve Prensipler Başkanlığı Bültenlerinde gördüğümüz renkli sayfa uygulaması, Eğitim ve Doktrin Komutanlığı, Öğrenilen Dersler Merkezi gibi uygulamalar kitapta yer almaktadır.

Kitap ayrıca, Lider ve özellikleri konusunda yeni açılımlar sunmakta ve 40 adete yakın liderlik özelliği beyan etmektedir.

C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Liderlik ve vizyon konuları sürekli gündemde olmasına rağmen eserin, her ikisini bilimsel bir tarzda meczederek sunması, bugün ile geleceği ilintilendirmedeki ve Liderlik konusundaki iddialı yaklaşımı, kitabı çekici hale getirmektedir.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:53

Asrın Operasyonu
 
Asrın Operasyonu


KİTABIN ADI Asrın Operasyonu

KİTABIN YAZARI Hakan TÜRK


KİTABIN ÖZETİ :


Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak sahip olduğumuz topraklar stratejik öneminin yanısıra doğal güzellikler bakımından da ehemmiyet arzetmekte ve tabii olarak bilhassa komşu ülkelerin dikkatini çekmektedir. Sıcak harpler döneminin kapanmış olduğu çağımızda, dünya ülkeleri artık soğuk savaş metotlarını kullanarak gayelerine ulaşma yolunu seçmektedirler. Güzel ülkemizin de üzerinde çok yoğun bir soğuk harp karmaşası söz konusudur. Ülkemiz üzerinde gizli düşmanlar çok yoğun istihbarat faaliyetleri yürütmektedirler. Gizli emellerine ulaşabilmek maksadıyla, icap ettiği taktirde terör faaliyetlerine de illegal ve gizli bir şekilde destek vermektedirler.

Ülkemiz üzerinde kaynatılmakta olan cadı kazanı her ne kadar tehlikeli ve karmaşık olsa da genç ve dinamik Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç ve dışta ayakta kalmasını canları pahasına koruyacak ve idame ettirecek kahramanları vardır. Bu kahramanlar başta Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Teşkilatı İstihbarat birimleri ve takdire şayan diğer devlet birimleri personelidir.

SONUN BAŞLANGICI :

EYLÜL 1998’te yapılan son MGK toplantısında alınan gizli kararlar gereği değişen güvenlik konseptinin sonucu : Artık Türkiye PKK örgütüne destek veren ve Abdullah ÖCALAN’I barındıran Suriye’ye karşı ilk kez rest çekerek “güç gösterisi” politikasına girmiştir.

Kara Kuvvetleri Komutanı Org.Atilla Ateş, Hatay’ın Reyhanlı İlçesinde halka hitaben yaptığı konuşmada PKK terör örgütüne destek veren Suriye’yi uyarmıştır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman DEMİREL; TBMM.’de yapmış olduğu konuşmada “Suriye’ye karşı sabrımız taşmak üzeredir, mukabelede bulunma hakkımızı saklı tutuyoruz.” Mesajını tüm dünyaya ilan etmiştir. Bu kanlı terör örgütü lideri ve komuta grubunu topraklarında barındıran ve terör örgütü lideri ve komuta grubunu topraklarında barındıran ve aleni destekçisi olan Suriye hükümetine çok net, anlaşılır, haklı ve etkili nihai uyarı idi. Gerilimin artmasından endişe duyan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, arabuluculuk yapmak maksadıyla, Ankara’ya gelerek temaslarda bulunmuş ama beklediği ilgiyi Türk Makamlarından bulamamıştır.

Baskınlar sonucu ÖCALAN’ın Suriye’yi terkettiği tespit edilmiştir.

Abdullah ÖCALAN Moskova civarında barınırken, Türkiye tüm Avrupa ülkelerini sızma girişimine karşı resm olarak uyarmıştır.

Köşeye sıkışan ve ne yapacağını bilemez duruma gelen terörist başı Rus resmi makamlarından resmen sığınma ve iltica hakkı talep etti. Rus makamlarınını, ÖCALAN’ın talebine sıcak bakması, Türkiye’nin kararlı ve çok sert tavrıyla karşılaşmasına sebep oldu. Türkiye – Rusya ekonomik ilişkilerinin sarsılması durumunda Rusya’nın ne kadar büyük bir zarara uğrayacağı, Türk ekonemisine ne denli bağımlı oldukları Rus yetkilileri tarafından bilinmekteydi. Türkiye devletinin şimşeklerini üzerine çekmek Rusya için olabilecek en kötü durumlardan biridir. Neticede terörist başının Rus topraklarında bulunması ve bunun Türkiye tarafından bilinmesi Rusya’nın tamamen aleyhine idi.

Abdullah ÖCALAN farklı bir isim kullandığı pasaportu ile Roma yakınlarında bir hava limanında yakalandı ve kalp rahatsızlığı nedeniyle, kalmakta olduğu Regina Celia cezaevinden alınarak Palestirina kliniğine götürüldü. Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Abdullah ÖCALAN’ın iadeis konusunda ilk resmi başvurusunda bulundu.

4 ŞUBAT 1999 günü 4 gün kadar ortadan kaybolmuş olan terörist başı muhtemelen bir telefon görüşmesiyle yerini belli etmiş MİT, CIA’dan aldığı teknik destekle ÖCALAN’ın Nairobi’deki Yunan elçiliği ikametgahında olduğunu tespit etmiş ve bilgi Ankara’ya intikal etmiştir.

Ankara’da devletin zirvesinde yapılan değerlendirmede ÖCALAN’ın yakalanması için bir operasyon yapılması kararı alınmıştır.

15 ŞUBAT 1999 tarihinde Yunan Büyükelçisi Kenya’lı yetkililerle görüştürten sonra Abdullah ÖCALAN’a Avrupa’ya gönderilmesi için Nairobi uluslararası havalimanında bir uçak hazırlandığını söylemiş, hatta kendisinden de bu uçakla yolculuk edeceğini taahhüt etmiştir.

Yine de Abdullah ÖCALAN, dokunulmazlığı olan büyükelçinin otomobili ile gitmek istemiş, neticede beş araçlık konvoy Büyükelçilik’ten ayrılmış, hareket edilir edilmez tuhaflıklar başlamıştır. Terörist başının üç polisle içinde bulunduğu araç hızla hareket etmiş ve konvoydan kopmuştur. Bu esnada Abdullah ÖCALAN bir iğne ile uyutulmuş ve Türk Timinin beklediği özel uçağın kapısına kadar ilerlemiş ve uçağa teslim edilmiştir.

Haini taşıyan uçak 03.49’da Bandırma’ya iniş yapmış ve kanlı terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah ÖCALAN İmralı Cezaevi’ne nakledilmiştir. Bu aşamada tarih 16 ŞUBAT 1999’u göstermektedir.

TERÖRİST DEVLETLER :

Teröris olarak nitelenen devletler; Küba, İran, Irak, Libya, Kuzey Kore, Sudan ve Suriye’dir.

DÜNYANIN EN TEHLİKELİ TERÖR ÖRGÜTLERİ :

Dünyanın çeşitli yerlerinde faaliyet gösteren terör örgütleri; Filistin Kurtuluş Cephesi (PLF), Halk Mücadele Cephesi (PSF), 15 Mayıs Örgütü, Abu Nidal Örgütü (ANO), ALEX BONCAYAO (ABB), Kızıl Ordu (RAF), Puka Intı (Sol Rojo, Kızıl Güneş), Halkın Mücahitleri Örgütü (MEK veya MKO), Yeni Halk Ordusu (NPA), Filistinin Kurtuluşu İçin Halk Cephesi-Özel Komutanlık (PFLP-SC), Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (PFLP), Filistin İslami Cihad (PU), Geçici İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (İRA), Tamil Ealem Kurtuluş Kaplanları (LTTE), Japon Kızıl Ordusu (Anti Emperyalist Tugay) (AIIB), Cihad Grubu, Kach ve Kahane Chaı, Demokratik Kamboçya Partisi (Kızıl Kmerler), Tupac Katari Gerilla Ordusu, Ulusal Kurtuluş Ordusu (Kolombiya), Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC), Bask Özgürlük Hareketi (ETA), Manuel Rodrıguez Yurtsever Cephesi (FPMR), 17.Güç, Morazanist Yurtsever Cephe (FPM), Silahlı İslam Grubu (GIA), Hamas (İslami Direniş Hareketi), El-Fetih, Hizbullah, Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu (ASALA), Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Devrimci Halk Kurtuluş Partisi / Cephesi (DHKP/C)’den ibarettir. Bunlardan son dördü Türkiye için tehdit oluşturmaktadır.

TERÖRLE MÜCADELE ŞEHİT VE YARALI VATANDAŞLARIMIZ :

ASKERLER :

4219 şehit, 9053 yaralı olmak üzere toplam 13272 kişi,

DİĞER GÜVENLİK GÜÇLERİ :

1387 şehit, 2216 yaralı olmak üzere toplam 3603 kişi,

SİVİL VATANDAŞLAR :

5316 ölü, 5903 yaralı olmak üzere toplam 11219 kişidir.

SUÇLAMALAR VE İFADELERİ :

Terörist Başı Abdullah ÖCALAN 20 bin suçtan yargılanacaktır. Bu suçlar; 08.11.1984 tarihinde Şırnak Karageçit Köyü’nde 5’i kadın, 4’ü çocuk 9 vatandaşımızın ölümünden, 07.08.1999 tarihinde Bitlis Ahlat Aşağıoluk Köyü’nde bir vatandaşımızını ölümüne kadar olanları kapsamaktadır.

Abdullah ÖCALAN’ın verdiği sayfalar dolusu ifadelerin satır başlarına göz attığımızda kimin kiminle nasıl bir ilişkisi olduğunu görülebilir. Özetle bunlar;

35 bin kişinin ölümünden ben sorumluyum. Bunu kabul ediyorum. Şimdi bütün örgütte “kan dökmeyin” çağrısını yapıyorum. Ben hata yaptım.

Başlangıçta bağımsız kürdistan adıyla bir devlet hayali kuruyordum. Ancak zaman içerisinde kürt halkına, Türk devleti tarafından tanınan haklarla bu fikrimi değiştirdim.Artık Türk ve kürt halkının aynı sınırlar içerisnde, kardeşçe yaşayabileceğine inanıyorum.

Kadınlara düşkünlüğümü herkes biliyor. İnkar etmiyorum. Bu benim zaafım. PKK’nın kurulduğu günden bu yana çok sayıda kadınla birlikte oldum. Sayılarını hatırlamıyorum.

HADEP, PKK ile direkt bağlantılı bir parti. HEP ve DEP’te öyleydi. Ben her zaman HADEP yöneticilerine TC yasalarını zorlamamalarını söyledim.

Yunanistan makamları beni önce Kenya’ya sonrada Güney Afrika’ya götürme sözü verdi. Kenya’ya gittim. Kenya’da yakalanışım ise nasıl oldu hiç anlamadım.

Havaalanına doğru ilerliyorduk. Sonra ne olduğunu bilmiyorum, hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda kendimi uçakta buldum. Karşımda Türk güvenlik görevlileri vardı.

SONUÇ :

A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Kitap, Türkiye’nin yıllardır en büyük sorunu olan ve ülkemizin güçlenmesini istemeyen veya bir biçimde Türkiye’den bazı menfaatler sağlama peşinde olan ülkelerin desteğiyle beslenen PKK terör örgütünün iç yüzünün detaylı bir biçimde ortaya serilmesi ana fikri temelinde şekillendirilmiştir. Yazar, bu ana fikir çerçevesinden ayrılmadan uluslar arası terör kavramını açıklayarak belli başlı terör örgütlerini ve bunları destekleyen ülkeleri açıklamıştır. Ayrıca ülkemizin bütün güvenlik birimlerinin koordineli bir biçimde asrın son büyük operasyonunu başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Bu türden operasyonlar için Türkiye’nin her açıdan hazır ve donanımlı olduğu ön plana çıkan diğer bir önemli noktadır.

B. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Kitabın içeriğinin ülkemiz kamuoyu açısından yeni olan tarafı, Abdullah ÖCALAN’ın yakalanmasını bütün detayları ile açıklaması ve PKK’nın bağlantılı olduğu diğer kişi veya kurumların dış bağlantılarını ayrıntılı olarak ortaya koymasıdır. Titiz ve dikkatli bir çalışma ve derinlemesine bir araştırmanın ürünü olan kitap konunun ilgilileri için önemli bir başvuru kaynağı olacaktır.

eLanuR 29 December 2008 20:55

Bedel
 
Bedel


KİTABIN ADI Bedel
KİTABIN YAZARI Kenneth GODDARD


KİTABIN ÖZETİ :


Her şey zeki ve çalışkan bir üniversite öğrencisinin, satmakla zorunlu olduğu uyuşturucuların bir kısmını kendine ayırdığının fark edilmesi üzerine, patronlar tarafından feci bir şekilde öldürülmesiyle başlar. Böylece zekilik ve çalışkanlıktan daha da önemli olanın karanlık güce bağlılık olduğu, herkese anlatılmış olur.

Dr.Isaac mesleğinde iddialı bir kimyagerdir. Profesör vermiş olduğu bir konferansta, uyuşturucu ticaretiyle uğraşan ve aynı zamanda psikopat bir katil olan Jimmy Pilgrim’in üzerindeki dikkatini daha da fazla arttırmıştır.

Bu sıralarda, çok uzaklarda giderek yaygınlaşan ve gençleri zehirleyen maddelere karşı savaş açmış olan devlet yetkilileri, çok gizli bir federal teşkilat kurması için Tom Fogarty’e görev vermiştir. Tom Fogarty’e ise federal merkezinden olmayan ve daha evvel kesinlikle işinde açık vermeyen 5 federal ajanı kendi evinde toplayarak onlara görevleri konusunda bilgileri verir. Uyuşturucu şebekesinin başı Locotta ismindeki yer altı patronudur. Locotta’ya bağlı üç büyük patron ve bunlardan en acımasızı olan Pilgrim’in ise sadece kendisine bağlı dokuz adamı mevcuttur.

Pilgrim’in Dr.Isaac’ı kendisi için çalışmasına ikna etmesi fazla zor olmamıştır. Pilgrim, Dr.Isaac’a üniversitede aldığı paranın on kat fazlasını ve istediği bileşeni yapması halinde ise ona büyük bir ikramiye vereceğini, profesörün çalışmalarını destekleyeceğini ve rahat bir çalışma ortamı sağlayacağı garantisini verir. Dr. Isaac bunu fazla zorlanmadan kabul eder. Çünkü çok karlı bir iştir. Bütün bunların karşılığında Pilgrim ise profesörden uyuşturucu maddeler ile aynı özelliği taşımayan fakat, daha da fazla etkisi bulunan bir madde üretmesini istemektedir.

Federal ajanlar ise Pilgrim grubundan başlamayı uygun görürler ve dolayısıyla ilk, Pilgrim’in satıcılarından en aptal olanı üzerinde yoğunlaşacaklardır. Bylighter ismindeki satıcı- diğer adı Gıcırtı - ile temasa geçerler. Fakat umulmadık bazı aksilikler sonucunda Pilgrim’in sağ kolu olan aynı zamanda soğukkanlı ve acımasız katil Raynee’nin kurnazlığı sayesinde 2 federal ajan feci bir şekilde öldürülür.

Federal ajanlar, girmiş oldukları işin ciddiyetini ve iki arkadaşlarının öldürülmesi ile daha fazla çalışmaları ve dikkatli olmalarının gerektiğini anlamışlardır. Gıcırtı’nın bir yargıcın evini soyarken yakalanması , olayın mahkeme salonuna taşınması demektir. Fakat patronlar buna hiçte niyetleri olmadığından rüşvet vererek ve tanınmış olan, en iyi avukatı tutarak Gıcırtı ’yı bu durumdan kurtarırlar. Bu onlar için iyi olmuştur, fakat Gıcırtı ismindeki bu satıcının söyledikleri ve daha da fazla dikkatsizce davranışı patronlarının sonunu getirecektir.

Uyuşturucu timi yavaş yavaş patronlara ulaşmaya başlamıştır. Bunun sonucunda ölümler birbirini izlemektedir. Bu sırada profesörün yaptığı A-17 ismindeki uyuşturucu oldukça yaygınlaşmış ve yeni bir uyuşturucu yaratılmıştır. Gerekli veya gereksiz bir sürü takip ve ölümün ardından patronlar Pilgrim, Raynee ve Locotta yakalanarak, adalete teslim edilir.

Kısa zaman sonra, Locotta ve Pilgrim büyük patronun tutmuş olduğu avukat ve verilen çok büyük rüşvet sayesinde beraat ettirilir. Patron, onlara eski bölgelerine geri dönmelerini ve işleri tekrar yoluna sokmaları emrini verir. Uyuşturucu ajanları ne olacağını bildiklerinden, olaylara kayıtsız kalırlar. Bir süre sonra Locotta ve Pilgrim bir arazide ölü olarak bulunur.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:55

İki Gelinin Anıları
 
İki Gelinin Anıları


KİTABIN ADI İki Gelinin Anıları
KİTABIN YAZARI:BALZAC / Çeviren : Metin İLKİN



KİTABIN ÖZETİ :

Louise manastırdan yeni çıkmıştı. Sevincinden uçuyordu. Ailesi tarafından zorla manastıra yerleştirildiğinden bu yana o cehennemden kurtulmaya çalışıyordu. Her ne kadar manastır halasına ait olsa da sonuçta yapayalnızdı ve eline geçen ilk fırsatta bu manastırdan kurtulacağını düşünüyordu. Bu tür girişimleri halasının gözünden de kaçmamıştı. Her ne kadar manastır dış dünyanın kötülüklerine karşı bir kalkan görevi görse de halası onun istemeyerek burada kalmasına gönlü razı gelmiyordu. Sonunda olanlar oldu ve halası daha fazla dayanamayıp Louise’in anne babasını ikna etti. Artık Louise özgürdü, istediğini yapabilirdi ama dikkatli olmalıydı; ne de olsa özgürlüğünü yeni kazanmıştı. Anne ve babasının onu karşılaması da hayli ilginç oldu. Ailesi ona çok sıcak davranmıştı. O da bunları boşa çıkarmayacak şekilde karşılık veriyordu. Aslında, ailesinin hareketlerinin yapmacık olduğunu görüyor fakat aldırmıyordu. Çünkü yeni kazanmış olduğu özgürlüğünün onlara ters düşerek elinden gitmesinin istemiyordu. Zaman içinde Paris’in büyüsüne kapıldı. Sürekli balolardan balolara koşuyordu. Ne de olsa aradaki farkı kapatmalıydı. Louise her ne kadar güzel bir kadın olsa da annesi onu gölgeliyor gibiydi. Otuzbeş yaşındaki bir kadın için hala çekici ve göz kamaştırıcıydı. Bir akşam odasında otururken kapısı çalındı ve içeri babası girdi. Çok şaşırmıştı. Babası yıllardır aynı evde olmalarına rağmen hiç yanına gelmemişti. Zaten Louise’in en büyük moral ve sevgi kaynağı bir süre önce ölen büyükannesiydi.

Büyükannesi bir zamanlar Paris’in en güzel kadınlarından biriydi. Aslında Louise’ye göre yaşlılığında dahi hala çok güzel bir kadındı. Louise hep ona özenir ve onun gibi olmaya çalışırdı. Büyükannesi öldüğü sırada Louise manastrıdaydı ve çok üzülmüştü. Büyükannesi ona oldukça yüklü bir miras bırakmıştı ama şu ana kadar kimse ona bundan bahsetmemişti. Babası bu yüzden gelmişti. Geliş nedenini açıkladığında Louise üzülmüştü. Çünkü babasının kendisine biraz olsun ilgi göstereceğini ummuştu. Buna ihtiyacı vardı. Bu güne kadar ailesi ona hiç ilgi göstermemişti ve o da hep bunun özlemini duyuyordu. Fakat gene umduğunu bulamamıştı. Babası hemen konuya girdi. Kendisine bırakılan mirasın devlet tahviline yatırıldığını ve faizinin ise gene hesabına yatırılıp değerlendirildiğini açıkladı. Ancak bu parayı kullanmasına bir süre daha izin verilmiyordu. Daha sonraki bir zamanda Louise’in evlilik konusu gündeme geldi, fakat o evlenmek istemiyordu. Bunun için de elinden geldiğince kararında inat ediyordu. Ancak ailesi ona bir öneri sundu ve o da bunu kabul etmek zorunda kaldı. Anlaşılacağı üzere tekrar manastır konusu gündeme geldi. Evlilik hazırlıkları başlamış ve olağanca hızıyla sürüyordu. Evleneceği adam ise her şeyin farkındaydı ancak Louise’i seviyordu. Bu karşılıksız bir sevgi olsa bile. Louise hayatından memnunmuş gibi görünüyordu ama kocasının artık dayanacak gücü kalmamıştı. Bu karşılıksız sevgiden bıkmıştı. Evlilik çatırdamaya başlamıştı. Yavaş yavaş kavgalar baş göstermeye başladı. Louise’in de dayanacak gücü kalmamıştı. Artık bu evliliğin bitmesi gerekiyordu. Ne de olsa aile baskısı da kalmamıştı. Onu kim tutabilirdi ki? Sonunda beklenen son geldi ve boşandılar. Her iki taraf ta kendi yaşamını kurdu.

Louise bütün malını mülkünü satıp devlet tahvili aldı. Bu iyi bir yatırımdı, çünkü Louise bu sayede normal aylık kazancının iki katını kazanıyordu. Bu kadar hareketli bir yaşamdan sonra huzurlu bir insan olarak yaşamaya başladı. Fakat bu kez de ölüm bütün soğukluğuyla çevresini sardı. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak yaşama gözlerini yumdu.

Elimizde bulunan kitap, Louise’nin ailevi baskılar yüzünden istemediği halde manastıra kapatılmasını, manastırdan kurtulduktan sonra evliliğe doğru sürüklenişini ve boşandıktan sonra ise rahat ve huzurlu bir yaşam yakalayamadan hayattan ayrılışını anlatmaktadır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

eLanuR 29 December 2008 20:56

İnkilap Ve Kadro
 
İnkilap Ve Kadro


KİTABIN ADI İnkilap Ve Kadro
KİTABIN YAZARI Şevket Süreyya AYDEMİR



KİTABIN ÖZETİ :

BİRİNCİ BÖLÜM

BİR USUL MESELESİ

Bir toplum felsefesi ve milli kurtuluş hareketleri açısından yaklaşınca, insan doğasının teknik sayesinde toplumla arasındaki bağ ortaya çıkmıştır. Ekonomik, dini, ahlaki, hukuki, ideolojik gelişim hep teknik sayesinde sağlanır. Teknik eşit dağıtılmış olsaydı, büyük ihtimalle sanayi de eşit dağılmış olacak ve çelişme ile çatışmalar olmayacaktı. Sonuçta da, milli kurtuluş hareketleri ortaya çıkmayacaktı.Milli kurtuluş hareketlerinin temelinde, emperyalist ülkelerle sanayiden yoksun ülkeler arasındaki çatışma ve toplum içindeki sınıflaşmalar yatmaktadır. Bu ortamda ve çelişmelerde, Türk İnkılabı’ nın aynı çatışmalar ve savlar ile oluştuğu gözlenmiştir.

İKİNCİ BÖLÜM

DÜNYA İKTİSAT BUHRANI İÇİNDE BUGÜNKÜ TÜRKİYE

Daha önce bahsedilmiş olan, inkılap ortamını zorlaştıran temel sorun olarak iktisadi buhran gösterilebilir. Bu buhranın nedeni, aslında üretim ve tüketim dengesizliğidir. Bunun sonucunda da bir düzen sarsıntısı ile otarşi ortaya çıkar. Türkiye Cumhuriyeti de tüm ülkeler gibi bu yeni sisteme alışmalıdır. Sistem içinde, belli faktörler kendini göstermiştir. Bunlar, Sovyetler Birliği faktörleri ve iktisadi bütünleşmedir. Bu faktörler, eski ekonomik düzenden farklı ve eşitliğe dayalı bir sistemi öngörerek, başkaldırı olarak ortaya çıkmışlardır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İNKILAP

Türkiye Cumhuriyeti, yaşayan ve daima ilerleyen bir inkılap içindedir. Elbette ki tüm inkılaplar gibi, gerekirse cebir ve zora başvurarak kendisine karşı olan gerici isyanları ortadan kaldıracaktır. Ancak, böyle yaparsa inkılabın devamı sağlanır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İNKILABIMIZIN İDEOLOJİSİ

Elbette ki her inkılap gibi Türk İnkılabı da bir fikrin ürünüdür. Bu fikrin oluşmasındaki fark - diğer inkılaplardan farklı olarak - kendi yapısı içinde batıdan farklı gelişmiştir. Her şeyden önce, bir sınıf çatışması yoktu; ahlaki çöküntülere karşı idi ve özgür, eşit haklar kavramına dayalıydı. Burada Türk İnkılabını, diğer sömürülen devletlere karşı tarihi bir misyon yüklüyordu.

BEŞİNCİ BÖLÜM

TÜRK İNKILABININ ÇAĞIN AKIŞINDAKİ YERİ

İnkılabımız, tarihin içinde belli yönleriyle farkını belli ederek ortaya çıkmıştır. Bu yönleri ele aldığımızda, dünya toplumlarına örnek olma sebepleri ortaya çıkar. Bu sebeplerin ilki, sömürgeciliği reddeden keyfiyet değişikliğidir. Kapitalizm kendi kendini yok ederken, oluşturduğu köleci sisteme hemen hemen ilk isyan olarak ortaya çıkan Türk İnkılabı, diğer sömürgelere örnek teşkil etmiştir.

ALTINCI BÖLÜM

MİLLİ KURTULUŞ HAREKETLERİNİ ANLAYIŞ

Batı kapitalistleri, sömürgeciliği kendi açılarından uygarlaştırma olarak görürken, sosyalistler de olayı bir propaganda olarak ele aldılar. Birinci Dünya Savaşı sonrasında verilen vaatlere rağmen, gerek Batılılar gerekse yeni oluşan S.S.C.B., özgürlüğe hep kendi yorumları ile yaklaştılar ve söylevlerine rağmen kimseye özgürlük hakkı vermediler.

YEDİNCİ BÖLÜM

MİLLİ KURTULUŞ HAREKETLERİ ARASINDA TÜRKİYE

Her şeyden önce aydın kavramı, dünyadaki kavramdan farklı olarak ortaya çıkmıştır Türk aydınında bu fark, emperyalist sisteme karşı farklı fikirler sunmalarıydı. Kan bedeli ödeyerek elde edilen bağımsızlık, örnek devlet niteliğini gerek ülke içinde, gerek dünya toplumlarına yaygınlaştırma görevini üstlenerek, dünyadaki milli kurtuluş hareketleri içinde Türk İnkılabı’nı hak ettiği yere getirmesini sağlamıştır. Kayıtsız şartsız bağımsızlık anlayışı ile dünyaya önder milli bir kurtuluş hareketi oluşturulmuştur.

SEKİZİNCİ BÖLÜM

İNKILAP KAVRAMI

İnkılap kavramını ele aldığımızda öncelikle, isyan ve kaos yaklaşımları ortaya çıkar. Ancak tarih, inkılabın ne sadece isyan ne de sadece kaos olmadığını göstermiştir. Amacında siyasi iktidar olan inkılap, cebri müdahale ve aksiyonu düzenli bir isyandı. Bizim inkılabımızın hareket noktasında yatan da, bir çelişmedir. Bu çelişme dışa karşı milli kurtuluş hareketi ile, içe karşı ise T.B.M.M. olarak patlamıştır. Her inkılap gibi bizim inkılabımızın oluşum şartlarına da, geniş bir bakış açısı ve evrensel yaklaşım şarttır. Bu yaklaşım ile , belki yıllardır cevapsız kalan ‘ inkılap nerede başlar ve nerede biter? ’sorusuna yanıt bulabiliriz.

Milli kurtuluş hareketi içindeki devletlerin sorunları, kesinlikle gelişmiş ülkelerden farklıdır. Çünkü bu ülkelerdeki amaç sömürü değil, kendi tekniklerini geliştirmek ve büyük memleket olmak; ülke içi kutuplaşma ve sınıf kargaşasını yaratmamak ve son olarak da milli iradeyi koruyarak, ellerinde olmayan ekonomik ve teknolojik desteği sağlayabilmektir. İşte Türk İnkılabı’ nın da bu koşullara uygun olarak gelişmesi şarttır.

DOKUZUNCU BÖLÜM

İNKILABIN NİZAMI

Türk İnkılabı, bir akış içinde gelişen, daimi bir inkılaptır. Birinci Dünya Savaşı sonrası, hatalarını – bir nebze de olsa – anlayan batı dünyası ile birlikte oluşmaya başlayan yeni dünya düzeni içerisinde, Türk İnkılabı da diğer devletler gibi yerini alacak ve oluşan’ Tezatlar Mantığına uygun bir gelişme gösterecektir.

ONUNCU BÖLÜM

MİLLET KAVRAMI HAKKINDA

Millet kavramı, 17. yy. öncesinde yoktu. Daha çok, klanlar ve ırklar vardı. Millet kavramı için kan bağının yanında, kültür ve tarih birliği kavramları da şarttır. Türk Milliyetçiliğinde ise, Atatürk’ ün ‘ Ne Mutlu Türküm Diyene! ’ sözüne paralel bir milliyetçilik gelişmektedir. 17. yy.’ da başlayan milliyetçilik kavramı, 20.yy.’ a kadar gelişimini sürdürmüş ve milli kurtuluş hareketlerine de neden olmuştur. Türk Milliyetçiliği de, gelişimini göstermiş ve sosyal milliyetçilik kavramına yönelmiştir.

ONBİRİNCİ BÖLÜM

DEVLET KAVRAMINI ANLAYIŞ TARZI HAKKINDA

19. yy. Avrupa’sında, uyumlu görünümün altında büyük sorunlar yatmaktaydı; bu sorunlar Birinci Dünya Savaşı’na neden olmuştu. Milli kurtuluş hareketleri de aynı sorunlardan dolayı ortaya çıkmıştır. Milli kurtuluş hareketleri, beraberinde yeni bir anlayışı getirdi. Bu anlayış ‘ devletçilik’ ti. Devletçiliğin ortaya çıkış nedeni ise, milli kurtuluş hareketi içindeki ülkelerin sanayi ve ekonomik güçten yoksun bireylerin, yatırımlara yönelmeyecekleri ve devletin öncelikli yatırımları, eldeki kaynakları ile icra etmesi esas alınmıştır. Bu anlayışta ilk göze çarpanlar, milli güç ve milli emektir. Bu iki faktör, sermaye açığını kapatacaktır. Ayrıca, devletçilik ve Atatürk Milliyetçiliği kesinlikle faşizm değildir, çünkü özünde eşitlik ve insanlara bağımsızlık vardır. Bu sistem içinde gelişen faaliyetlerde amaç, uygun teşkilat yapısı ile özel teşebbüsü emperyalizmden uzakta bir çizgide gelişim sağlayacak şekilde desteklemektir.

ONİKİNCİ BÖLÜM

MİLLİ SERMAYENİN BİRİKMESİ

Yıllardır sömürülen milletlerin en büyük sorunu, kendi kaynak ve sermayelerini başka güçlerin sömürmesi ve kendilerine hiçbir şey bırakmamış olmalarıdır. Bu nedenle milli kurtuluş hareketi sonrası özgürlüklerini elde edince, ellerinde bulunmayan sermayeyi elde etmek için milli bilinç ile hareket edeceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti bu sorundan payını almıştı. Sermaye birikimi için elinde sömürge yoktu. Ayrıca, sömürgeciliğe de karşıydı. Açık bir pazarı yoktu; gelişmiş bir Pazar payları da yoktu ve batı ekonomik desteği hem batılılarca verilmiyor, hem de emperyalist baskıdan korkan Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri de pek sıcak bakmıyordu. Gelişen yeni düzen içinde milli sanayiyi geliştirmek için, milli irade şarttır. Ayrıca, gümrük istiklalinde de tavizsiz, sınırsız bir egemenlik sağlanmalıdır. Bu yollarla milli sermaye birikimi sağlanır.

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MİLLİ KURTULUŞ HAREKETLERİNİN ANA PRENSİPLERİ

Milli kurtuluş hareketleri, emperyalist dünya düzenine karşı varolan gelişmelerin çözülmesi için yapılmış olan, siyasi ve iktisadi özgürlüğe yönelim hareketidir. Sermayeyi bir takım zümrelerin elinden kurtarmak ve topluma yaymak, ızdırap çeken milletleri özgürlüğe yöneltmek gibi prensiplerle yarınlara yön vermeyi amaçlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, verdiği milli kurtuluş mücadelesi ile dünyaya örnek olmuştur.

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KADRO

İlkel toplumlarda bulunmayan üretim fazlalığı teknik ilerledikçe oluşmuş ve bu fazlalığın neden olduğu sınıf farklılıkları toplumları ve ülkeleri kutuplaşmalara götürmüştür. Sömürenlerin eziyetine karşı sömürülen kitlelerin başkaldırısı sonucu ortaya çıkan inkılap hareketlerinin başarısı için mutlaka iyi bir kadroya ihtiyaç duyulmaktadır. Kadro ideale sıkı sıkıya sahip çıkmalı ve inkılap ruhunu yaşatmalıdır. Kadronun başarısı ile Milli Kurtuluş Hareketlerinin başarısı doğrudan orantılıdır.

ONBEŞİNCİ BÖLÜM

İNKILAP VE HEYACAN

İnkılapların sürükleyici gücü heyacandır. Bu heyacanın bilinçli olması ve oluşan fikir akımı içinde zaman ile yokolmayıp aksine gelişmesi gereklidir. Dünyayı saran faşizm kabusuna karşı oluşan eşitlik akımı kollektif bilinç ile yarattığı heyacanın desteği ile tüm dünya toplumlarını etkilemiş ve yeni tarihe yön vermiştir.

ONALTINCI BÖLÜM

OTOKRİTİK

Otokritik, kendi kendini eleştirebilmek demektir. İnkılapçı kadrolar oluşturdukları düzen içinde kendi hatalarını görüp eleştirilerini sağlıklı olarak yapabildikleri ölçüde başarıya ulaşacaklar ve oluşan tepkileri ortadan silebileceklerdir. Zaten Türk İnkılabının oluşumunda Ulu Önderimiz M.Kemal ATATÜRK’ün geniş görüş açısının rolü oldukça fazladır. Bu görüş açısı ile hataları çabuk farkedip düzelterek topluma yön vermiş ve harekete karşı oluşabilecek karşı akımları minimuma indirmiştir.

ONYEDİNCİ BÖLÜM

İNKILAPÇILIK SANATI

İnkılapçılık, aslında bir sanattır. Milletin ruhunda olan ancak harekete geçmeyen duyguları oluşturulan Slogan, Taktik ve Stratejilerle harekete geçirme ve düzene karşı eyleme dönüştürme sanatıdır. Türk İnkılabını incelediğimizde Atatürk’ün bu sanatı en iyi şekilde kullandığını ve toplumu yeni nizama başarı ile yönlendirdiğini rahatça görebiliriz. Milletimizin yeniden varoluş mücadelesi işte bu sanatın oluşturduğu güç ile ortaya çıkmış ve dünya toplumlarına örnek olmuştur.

SONUÇ

Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası toplum yapılarının karşılaştırılması ile savaşa neden olan etkenleri irdeleyip dünyada oluşan yeni iktisadi yapının oluşum nedenlerini yansıtan kitapta, Türk İnkılabını ve bu inkılabın oluşum şartlarını görebiliyoruz. Ayrıca bir başkaldırı olan İnkılapçılık hareketlerinin başarılı olabilmesi için taşımaları gereken ruhu yansıtmaktadır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.


eLanuR 29 December 2008 20:58

Şifayı Yüreğinde Ara
 
Şifayı Yüreğinde Ara


KİTABIN ADI Şifayı Yüreğinde Ara

KİTABIN YAZARI Dr. Mehmet ÖZ, Ron Arias ve Lisa Öz

KİTABIN ÖZETİ :

Dr. Mehmet ÖZ, Batının en üstün allopatik tedavi yöntemlerini (ilaçlarla cerrahiyi) bir kâşifin açık fikirliliği ve titizliliğiyle araştıran, sağlık ve şifayı kavuşturmak için alternatif yaklaşımlarıyla bütünleştiren bir doktordur.

Kalp bir anlamda pompadır ve teknik düzeyde ele alınması gerekir. Bununla birlikte, kalplerimiz sadece basit birer pompa değillerdir. Gerçek bir doktor da sadece bir tesisatçı ya da bir makinist değildir. Bizim bir duygusal kalbimiz, bir psikolojik kalbimiz bir de ruhsal kalbimiz vardır. Duygusal ve ruhsal kalp açılmaya başladığı zaman sıra fiziksel incelemede şiddetli bazı kalp damar hastalıklarında bile yiyecek rejimi ve yaşam biçiminde yapılan önemli değişiklerin hastalığı gerilettiği görülmüştür.

Tamamlayıcı tedavi olarak tanımlanabilecek alternatif yöntemler bütünü basit yoga, gerileme ve gevşeme hareketleri, meditasyon, müzik, güzel kokularla terapi ve teropatik dokunuş- şifacının ellerinin vücudunu birkaç santim yukarısında dolaştığı ve deriye hiç dokunmadığı “enerji” ile tedavi- gibi eski yaklaşımları kapsar.

Kalp nakli hastalarının karşı karşıya bulundukları sorunlardan biri, verici kalbini bekleme süresinin çoğu kez kestirilememesinin yol açtığı sinir bozucu durumdur. Bekleyiş, çaresizlik ve hastane dekoru, hastaların umutsuzluk ve endişe duymaları ile kederli bir ruh hali içinde bulunmaları sonucunu doğurur.

Hastaların tamamlayıcı terapi bileşimlerinde farklılık göstermeleri kaçınılmazdır. Bazıları bir ikisini isterken bazıları da hepsini isterler. Bazıları ise bu tür terapilerin tümünü reddeder, duaya yada sadece kendi tahammüllerine güvenirler. En üzücüleri de yaşam mücadelesinden tamamıyla vazgeçip bir sessizlik ve karamsarlık kabuğuna çekilenlerdir.

Güneş dünya için nasıl bir hayat kaynağı ve gündüz- gece düzenleyicisi ise kalbin rolü de vücutta aynen budur. Dokularımızı kanla besler, ritmimizi yönlendirir. Hayatın fiziksel kaynağıdır kalp. Bazıları da kalbin aynı zamanda ruhun kaynağı olduğunu söyler. Kalbe insan duygularının merkezi gözüyle bakılır. Korku, cesaret, aşk ve nefret kalpten doğar. Bir kalp hafif de olabilir, ağırlaşabilir de, sızlayabilir, mutlulukla dolabilir, karanlık da olabilir, temiz de. Açık kalpler vardır, cesur kalpler, vahşi kalpler kanayan kalpler...

Çoğu insanlar, bedensel, zihinsel veya ahlaksal olarak potansiyel benliklerinin çok sınırlı bir bölümünde yaşarlar.

William JAMES

Günümüzde şiddetli kalp hastaları LVAD (Sol Karıncık Destek Aygıtı) adı verilen güvenilir bir mekanik pompayla aylar sonra yeni bir kalp bulunana kadar hayatta kalabiliyor. Ancak LVAD’ lı hastalar ölümün gölgesini belki başka hastalardan daha fazla hissederler. Ameliyat masasına bir kalp nakli için değil geçici bir çözüm için yatarlar. Yapay olarak hayatta tutulduklarını bilmek dahi bazı hastaları bir nevroz derecesinde korku ve kasvetin eşiğine getirir.

Muhakkak olan bir şey var ki o, sevginin yankılanmasıdır. Sevgi, öfke veya endişe gibi- belirgin sinir iletkenlerinde hormonlarda ve beyinde, kandaki çeşitli kimyasal maddelerde dalgalanmalar oluşturmaktadır. Bu gibi duygular sanki niçin- düşünce veya dua biçiminde- vücudun ötesine, etrafımıza ve uzaklara uzanmasın! Hayatın maddi dünyadan türetilmiş, salt mantığa dayalı açıklamaları hiçbir zaman yeterli olmayacaktır; Vizyonumuzu varlığın başka boyutlarını kapsayacak biçimde genişletmeliyiz.

Dünyayı bir kum zerresinde görmek,

Ve cenneti de yabani bir çiçekte,

Sınırsızlığı avucunuzda tutmak,

Sonsuzluğu da bir saatin içinde.

William BLAKE

Çoğu kalp hastaları aylarca hastanede kalmak zorunda oldukları için, şiddetli bir depresyona maruz kalırlar. Bu depresyon, onlar için öldürücü bir tehlike taşımaktadır. Bu depresyonla kalp hastaları arasında, nedeni tam olarak bilinmeyen bir bağlantı olduğu araştırmalar sonucu ortaya koyulmuştur. Bunu bir örnekle açıklayalım. Harry ve Nigel, her ikisi de aşağı yukarı umutsuz vakaydılar. İkisi de ellili yaşlarında, ikisinin kalbi de fena şekilde arızalı, ikisi de benzer anlamlı ameliyat sonrası güçlüklerle karşılaştılar. Sonuçta Nigel öldü, Harry yaşadı. Harry bazı bakımlardan Nigel’ den daha kötü durumdaydı. Harry’ nin sakatlanmış kalbi, beyninin fonksiyonlarını haftalarca eksiltmişti. Buna rağmen Harry geri dönmüştü.

İki olay arasındaki tek büyük fark, moral farkıydı. Harry’ nin yanında kocasının aklına ve belleğine kavuşması için bir şeyler yapacağına dair güvenini hiç kaybetmeyen eşi Sandy vardı. Bunu tıbbi açıdan değil, içinden biliyordu. Nigel’ in ise kimsesi yoktu. Bu kadar yalnız olmasaydı, Nigel yaşayabilirdi. Duygusal bir arkadaşlığa moral verici konuşmalara, yaşama iradesini körükleyecek birine sonsuz bir ihtiyacı vardı. Onu sakinleştirip avutacak, elini tutacak ya da onu cesaretlendirecek hiç kimse olmayınca kendini iyileştirmeyi sağlayacak gücü nasıl seferber edebilirdi?

Bir aile bireyinin ölümünün bir yakın akrabanın ölümüne yol açabileceğini hepimiz biliriz. Kalbiyle diğer organları iflasın eşiğinde olan 82 yaşındaki adam artık ölmek istediğini söyleyince ellinden fazla yıl evli bulunduğu 70’ li yaşlardaki karısı perişan olur. Doktor onu biraz sakinleştirir. Ancak bürodan çıkar çıkmaz kadın fenalaşarak koridorda kendini kaybeder. Zor bir ameliyata aday olan adamın niçin ölmek üzere olduğu belli değildi. Belli olan “adamın ölmek istemesiydi. Bitkin bir halde “ ben bittim, daha fazla dayanamam, artık ölmek istiyorum “ diye fısıldayarak yineledi ve öldü. Görünürde sağlıklı olan sevgi dolu karısı da kısa bir süre sonra onu yani kocasını izledi. Bu durum özellikle hem mecazi anlamda hem de gerçekten birbirleri olmadan yaşayamayan insanlar arasında sıkça görülmüş bir olaydır.

Depresyonu, sigarayı, fazla kiloluğu ve hareketsizliği kalp hastalığına bağlayan bir çok incelemeler bir yana, araştırmalar, arkadaşlıkların, işlerini belirli çalışma günlerinin ve gün içindeki zamanın kalp krizini oluşturmakta rol oynadığına dair inandırıcı veriler sağlamaktaydı. Tedavi edilmekte olan 2.254 kalp hastasının on yıllık bir süre içindeki incelemeleri sonucunda, ölümle sonuçlanan kalp krizlerin haftanın diğer günlerine oranla Pazartesi ve cumartesileri daha sık görüldüğünü ortaya koymuştur. Araştırmacılar, Pazartesi ile cumartesilerin, özellikle erkekler için, çalışma olsun, dinlence olsun yeni bir programa ayak uydurmanın gerektiği günler olduğunu izah etmişlerdir. Görünüşe bakılırsa, iş ya da ev işleri, hobiler ve toplumsal yükümlülüklerle dolu bir hafta sonuna başlamanın stresi, bir kalp krizine zemin hazırlayabilir.

Birisinin elini sıkmanın, kucaklamanın, öpmenin kalbe yararlı olması olası, kesin sinirsel ve hormonal sonuçları vardır. Endişe veya öfke solunumumuzu etkileyebilir, kaslarımızı gerebilir, bizi terletebilir, kalbimizi yarıştırabilir ve göz bebeklerimizi genişletebilir. Bunun tam tersine, biriyle kucaklaşmak ise solunumumuzu düzenler kaslarımızı rahatlatabilir, kalbimizin atışlarını yavaşlatabilir ve bakışımızı yumuşatabilir.

Batıda bile bazı dişçi ve doktorlar diş çekerken ya da bazı küçük ameliyatlarda hastalarının acıyı algılamasını bloke etmek için yüzyıllar boyunca hipnozu kullanmışlardır. Hipnoz kelimesi Yunanlıların uyku tanrısı Hypnos’ un adından türetilmiştir. Fakat uyuyan kişinin aksine hipnoz durumundaki kişi tetikte olup hareketlerinin kontrolünü elinde tutmaktadır. Hipnotize edilmiş kişi, analitik, yani çözümsel düşünceden sinestetik, yani duyumsal düşünceye geçiş yapmaktadır. Bu da aklın mantıktan çok, duyulara ve duygulara bağımlı olması anlamına gelmektedir. Hipnozun etkilerini bir örnekle izah edelim;

Joe hemen açık kalp müdahalesi için ameliyat masasına yatması gereken 45 yaşında biri. Ameliyattan önce hipnoz seanslarına tabi tutulup ameliyat esnasında da bu seansları içeren kasetleri dinler. Ameliyattan sonraki iki saatin içinde hiçbir aksaklık olmadan kendine gelir. Bir gün sonra da yoğun bakım servisinden ayrılır. Kendi kendine hipnoz sayesinde tansiyonu ve kalbin çalışmasını normalde tutacak kadar sakinleşmiş, fazladan kalp ilacı ve ağrılarını kontrol altında tutmak için morfine ihtiyaç duymamıştı. Böylesine radikal bir ameliyat geçiren hastalar için müdahalenin 10-18 saat sonrasına kadar solunum gerekirken Joe’ nun kimin hemen çıkarılması mümkün olmuştu. Dört gün sonra da evine dönebilecek kadar iyileşmişti. Göğsünün ardına kadar açılmasından sonra bir hasta nasıl bu kadar çabuk toparlanabilirdi? Farkı sağlayan joe’ nun kafaca hazırlanması oluşmuştu. Hastaneye yatmasıyla ameliyat arasında geçen 48 saat içinde her şeyi başkalarından bekleyen bir alıcı olmaktan çıkarak aktif bir yapıcıya dönmüş ve bu savaşı kazanmıştı.

Egoyu aşmak, bireysel iradeye boyun eğdirmek en önemli dinlerin çoğunun ana ilkesidir. Buda’nın dediği gibi savaş alanında bin kere bin adamı yense de, kendi kendini yenen en soylu cengaverdir. Maddi dünyadan başka bir şeye inanmazsak kendi bilincimizin darlığının kurbanı oluruz. Sıradanlıkların içinde hapis olmuş kurbanlar.......

Duygular vücuda aittir, beyne değil Korku, öfke, aşk ve acı vücutta gelişir. Çok fazla bastırılmış öfkenin sonucu depresyon ve hastalıktır. Öfke kalbi en fazla etkileyen duygudur.

Hayat bir mum gibidir.

Ruh, göklere doğru uzanan alevdir;

Fitil bizi aşağıya hapseden vücuttur.

Rebbe Menachem SCHNEERSON

Hastalıktan kaçmak için daha az yiyin

Daha uzun yaşamak için her şeyi dert etmeyin.

Çin ATASÖZÜ

İnsan başkalarından öğrenir,

Ama kendi düşünmezse ne yapacağını şaşırır.

Öte yandan, insan düşünür,

Ama başkalarından öğrenmezse yaşamını tehlikeye atar.

Konfüçyüs, Seçme Eserler ll.

eLanuR 29 December 2008 21:00

Şakir Paşa Köşkü
 
Şakir Paşa Köşkü


KİTABIN ADI Şakir Paşa Köşkü
KİTABIN YAZARI Nermidil Erner Binark

KİTABIN ÖZETİ :

Bu kitapta anlatılanlar, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine ve Cumhuriyet’ in kuruluş yıllarına tanık olmuş bir üst tabaka ailenin, Şakir Paşa Ailesinin hikayesidir. Bu aile ülkemize Cevat Paşa, Şakir Paşa gibi devlet adamlarıyla Fahrünnisa Zeyd, Aliye Berger, Cevat Şakir gibi sanatçılar armağan etmiştir.

Nermidil Erner Binark, Şakir’ lerin kızlarından Ayşe Erner ile, Osmanlı ordusu subaylarından Ahmet Faik Bey’in kızı olarak yaşadığı çocukluk günlerini anlatırken, dönemin de özelliklerini ve durumunu ortaya koyar. Kitapta kimliğini kaybetmeden

Batı’ya açılmaya çalışan bir aristokrat ailenin kültürüyle, Anadolu kökenli genç bir subayın kültürü arasında gel gitlerle dolu bir çocukluk geçiren yazar, sonradan ailenin büyüklerinden biri olarak geriye bakarken, bir dönemi tatlı ve acı yönleriyle gözler önüne serer.

Nermidil’ in baba tarafı silik bir görünümle Anadolu hayat tarzını temsil ederken, anne tarafı Elmalı Türkmen aşiretine dayanmaktadır. Nermidil’ in annesi Miralay Asım Bey’ le Sıdıka Hanım’ ın Ahmet Cevat ve Mehmet Şakir adlı iki oğlundan Mehmet Şakir’ in kızıdır. Ahmet Cevat ve Mehmet Şakir Bey’ ler anne ve babalarını, çocuk yaşta kaybedince Mekteb-i Harbiye’ ye giderler. Ahmet Cevat çok önemli görevlerde bulunur, hatta sadrazamlık mevkiine kadar yükselir. Kitaba konu olan aile ise Şakir Paşa’ nın çocukları ve torunlarıdır. Şakir Bey ilk hanımı ölünce Girit’ li Sare İsmet ile evlenir. Bu evlilikten beş çocukları olur. Çocukların eğitimine son derece önem veren Şakir ailesi, yabancı dil ve müzik derslerini de göz ardı etmeyerek o zamanın farklı aile yapısını temsil eder.

Şakir Paşa’ nın büyük oğlu Cevat Oxford Ünivesitesinde okumaktadır. Her türlü desteği gören Cevat’ ın kültürel değerlerinden uzaklaştığı farkedilince okulu bırakıp İstanbul’ a gelmesi istenir. İstanbul’ a İtalyan asıllı eşi ve bir de çocuğu ile dönen Cevat’ ın ailesiyle arası bozulur. Bir işte bulunmaması Cevat’ ı iyice bunaltınca babasını öldürmek gibi bir gaflette bulunur.

Şakir ailesinin büyük ve görkemli bir köşkte yaşantıları bu şekilde devam ederken çocukları evlilik safhasına girmişler ve köşkün kalabalıklaşmasına vesile olmuşlardır. Nermidil’ in annesi Ayşe’ ye de Jandarma Alay Komutanı Ahmet Faik Bey talip olur. Sonraları Sivas valisi görevi verilen Ahmet Malta’ ya sürgüne gönderilir. 31 Mart vakası ve Çanakkale Savaşı olaylarında dönen siyasi entrikalar sebep olmuştur Ahmet Faik’ in bu sürgününe. Birkaç arkadaşıyla kaçmayı başaran Ahmet yaşadığı olaylardan dolayı memurluktan uzak durup ticaretle uğraşmaya çalışır. Bu amaçla eşi Ayşe ve daha çocuk olan Nermidil’ i alarak Arjantin (Buenas Aires)’ e yerleşir. Sigara fabrikası kuran Ahmet rakip firmaların oyunlarından başarılı olamaz.

Buenas Aires’ te bulundukları sürede Nermidil’ in eğitimi konusunda titiz davranılır. Gönderildiği okulda dini sapmalara uğratılmaya çalışılan Nermidil bu okuldan hemen alınır. Gösterilen bu alaka farklı kültürde dahi özüne sahip çıkmak suretiyle yanlış batılılaşmanın karşısında olduğunu kanıtlar. Kültürel ve dinsel değerlere önem veren bir okula gönderilen Nermidil’ e aynı zamanda Fransızca dersleride aldırılır.

Başarısızlıkla sonuçlanan Arjantin macerası üzerine İstanbul’ a dönülür. Büyük Ada’ daki köşkte ninesinin yanına yerleşince Nermidil için ayrı bir safha başlar. Oldukça kalabalık olan köşkteki, kurallar ve yaşantı Nermidil’ in gelişmesinde etken faktörler olur. Ortaokula gitmesi gereken Nermidil’ in hangi okula gideceğine dair tartışmalar olur. Babası mahalle mektebine göndermekten yanadır ve öyle de olur. Yabancı dil, dans ve müzik dersleri de genç yaşa gelince Nermidil’ in hayatında yer alır.

Büyüyen Nermidil’ le birlikte babasıyla olan tartışmaları da büyür. Üniversiteyi okumak isteyince babası artık genç kız olamasından dolayı karşı çıkar. Böyle olsada Nermidil tartışmalardan galip çıkmayı bilerek özel dersler alır ve Eczacılık fakültesini kazanır. Köşkte anne tarafı akrabalarının yaşama tarzını benimseyen genç kız çocukluktan beri ikilem yaşamaktadır. Büyüdükçe kendine cesareti gelen Nermidil kendiyle ilgili karalarda söz sahibi olarak ve kendine yol çizerek ön plana çıkar. Bir seçim zamanı babasıyla partiler üzerine tartışan genç kız artık iyice kişilik olgusunu tadar. Babası CHP yanlısı olsada köşkteki halk Nermidil’ le DP’ yi destekler.

Üniversitede makine doçenti Hikmet Binark’ la tanışan Nermidil onunla evliliğe karar verir. Aynı yıllarda köşkteki otorite Sare İsmet’ in ölümüyle kaybolmaya başlar. Her geçen gün dağılma belirtileri artar. Köşkteki eşyaların satımıyla başlayan süreç köşkün tamamının satılmasıyla son bulur.

Şakir Paşa’ nın oğlu Cevat’ a tepki göstermesi, Nermidil’ in yabancı kültürün yerleştirmeye çalıştığı okuldan alınması gibi olaylar gerçek batılılaşmanın ana kurallarını belirlerken; Şakir ailesinin kız çocukları dahil olmak üzere eğitim konusuna ciddi bakması, o zamana kadar pek ehemmiyet arzetmeyen yabancı dil, müzik ve dans gibi derslerinde ön plana çıkması ailenin karakterini sergiler. Ahmet Faik’ in bazı noktalara farklı bakışı da o zamanın hayat felsefesini gösterir. Aynı zamanda genel değerlerimizin halen var olduğunu gösterir. Genç kız olarak Nermidil’ in savun- duğu tezlerin olması ve bu tezlerde ısrarcı oluşu eski aile yapısının yerini reel ailelerin almaya başladığını göstermektedir.

Yaşanılan devirdeki milli duyguların romana serpiştirilerek işlendiğini de görüyoruz. Dönemin ağır basan ve halkı kaynaştıran noktası olarak işlenen bu milliyetçi duygular Türk milletinin o zamanki genel karakterini sergiler.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.


eLanuR 29 December 2008 21:02

Mektuplar
 
Mektuplar


KİTABIN ADI Mektuplar
KİTABIN YAZARI GOETHE

KİTABIN ÖZETİ :

Goethe, daha on altı yaşındayken, kız kardeşi Cornellia şöyle önerir. “Karşındakiyle konuşuyormuş gibi yaz, o zaman güzel mektup yazarsın ” Bütün bu mektuplarda; şairin varlığındaki çelişkilerle, tek ruh içinde Mephisto, Faust, İphigenie ve Romalı Sevgiliyi bir arada barındıran büyük ozanı dinlerken kendi kendisi ile yapmış ve başarmış olduğu ruh savaşlarını kimi zaman zayıf yönünü ,kimi zaman bencil davranışını, doğrularının yanında yanlışlarını da görüp öğreniyoruz.

İnsan kişiliğinin gelişmesi ile ilgili düşüncelerini bu mektuplarda şöyle açıklıyor; “İnsanlar da hayvanlar gibi bilgilerini organları aracılığı ile edinirler. Şu farkla ki, insanların, organlarını yeni baştan bilgilendirme avantajları vardır. Her işlev, dolayısıyla her başarı için, kişide, doğuşta gerekli yetenek varsa, bu onu, bilinç altından sonuca doğru iteler, ama bu arada, onu gayesinden amacından uzaklaştırması da olasıdır.

Kişi, kendisinde, her hangi bir el işine ya da sanata karşı yaratılışında gizli olup ta düzgün bir bakımla artacak bir yeteneğin varlığını ne kadar erken anlarsa, o kadar mutludur. Dışta aldığı hiçbir etki, dünyaya beraberinde getirdiği kişilik ayrıcalıklarını bozamaz. En büyük deha odur ki, her şeyi kendisinde toplanmasını, kendine mal etmesini bilir ve bu verileri toplarken, öz yaratılışından, karakter dediğimiz özel kişiliğinden fedakarlıktan bulunmak şöyle dursun, tam tersine kişiliğini yüceltir ve onu daha etkin kılar.”

Bu arada, bilinç ile bilinçaltı arasında kendiliğinden çeşitli ilişkiler kurulur. Bilinç ve bilinçaltının ilişkisi mektup ile zarfın ilişkisi gibi birbirlerini tamamlar. İnsanların organları, yinelemelerle edindiği bilgiler, düşünce ve araştırmalarla, başarı, başarısızlık ve yeniden düşünce ve araştırmalarla özgür bir çalışma içinde biz bilincine varmadan sonrada elde edileni, doğuşta var olanlarla öylesine birleştirir ve ortaya öyle bir bütün çıkarır ki bunun karşısında şaşmamak elde değil.

Goethe; öğrencilik yılları sırasında rahatsızlanıp baba ocağında kendine geldikten sonra Strausburg’a geçmiştir. Burada edindiği dostlar onun ruh ve düşünce dünyasında yapıcı rol oynar, bu dönemin aşk objesi ve ilham kaynağı Fredelike Brion adlı bir rahip kızıdır. 1772 yılında Wetzlar’a hukuk stajını yapmak üzere gittiğinde arkadaşı Kestner ‘in nişanlısına ölesiye aşık olur. Bu aşk nedeniyle ozan, kalbi ve kafasının kavgasından doğan huzursuzluk içinde aylar geçirir. Sevgi, kararsızlık sevinç ve acı duyguları arasında bocalamaktadır, Bu duygu ve ahlak çatışması biçiminde yaşadığı bu ilişkiyi bitirmek için bir gece ansızın kimseye haber vermeden kaçar. Aşık olduğu kıza söyleyemediklerini “Mutsuz Aşık Albert” adlı yapıtını yazarak dile getirir.

Şair 1775 yılında Wetzlar’a gelir. Wetzlar’da özel elçilik müşaviri sıfatıyla göreve başlar. Goethe burada iyi bir kültür çevresi bulmuştur. Wetzlar yılların aşk objesi Faw Van Sten’dir. Ölçülüğü ve akıl irade ilkeleri ile biçimlediği davranışları soğuk güzelliği Şair de sürekli bir etki uyandırmış, hatta ona karşı duyduğu sevgi ve saygıdan olağanüstü bir şeyler aramıştır. Frau Von Stein’in Goethe üzerindeki etkisi, gençlik heyecanlarının coşkulu havasından sıyrılma ve akıllanmasıdır. Şair mektuplarında ruh dünyasındaki bu dönüşümü kendisinin de fark ettiğini belirtmektedir.

1786-88 yılları şairin hayatında kendi deyişiyle kültürün asıl üniversite yıllarıdır. Bu süre içerisinde İtalya’dadır. Wetzlar’da bunaldığını Frau Von Stein’a olan platonik ilişkisinden sıkılan Goethe sessizce Roma’ya gider. Burada yeni bir dünya keşfeden Goethe antik kültürünün sanat eserlerini yerinde görüp o sanatın büyüklüğündeki sırrı araştırmaya başlar. Bu seyahat yazarın hayatı ve yaratıcılığında bir dönüm noktasıdır.

Bu seyahat sonunda “İtalya Gezisi” adlı eserini kaleme alır. Bu eseri okuyan arkadaşı Boıeseree Goethe’ye yazdığı mektubunda şunları yazıyordu:”İtalya gezisini okudum; bir daha, bir daha okudum , yinede onu okumaya doyamadım. Bu sayfalardan fışkıran canlı yaşam beni heyecanla coşturdu. Bu güzel ülkenin, o harika yapıtlarını sanki fethe çıkmışsınız ; güzellikler içinde en gerçeği, en doğruyu bulmak için saldırıya geçmişsiniz; okuyucuyu da beraberinizde sürüklüyorsunuz. Kişi kendini yanınızda sanıyor.”

İtalya dönüşü Goethe, Wetzlar’da eski dostları tarafından soğuk karşılanır. Frau Von Stein onun habersiz ayrılışını affetmemiştir. Mutlu olduğu bir ülkeden geri dönmek zorunda kaldığı için teselli etmelerini beklediği yakınlarının bu ilgisizliği yüzünden yeni dostluklar aramak zorunda kalır. Jena üniversitesi profesörleri ve bu arada Schiller’le yakınlaşma olur. Tabiatları ve sanat anlayışlarıyla birbirlerini tamamlayan bu iki büyük şair, birbirlerinin hem büyüklüğünü, hem de zıtlığını anlamaktan doğan bir sevgi nefret karışımıyla birbirine bağlıdır. Sürekli aralarında verimli tartışmalar, ilginç yazışmalar olur. Şiir konusu üzerinde dururlar: Antik devri kendilerine örnek alan yeni bir klasik çağ yaratmak; epik şiiri dramatik şiirden kesinlikle ayırmak gerektiğini vurgularlar. Bu fikir alışverişi ikisi için de son derece yararlı olmuştur.

Goethe’nin evliliği de bu döneme rastlar. Şehrin küçük burjuva ailelerinden Cristiana Valpıus’la evlenir. Cristiana Valpıus, Weimer sosyetesinin eleştirici bakışlarını sürekli olarak üzerinde hisseder. Yemesine içmesine düşkün, neşeli, okumayla yazmayla ilgisi olmayan Valpıus, Goethe’ye adeta düşünce ve kültürün zıt kutbu olarak dengeleyici, dinlendirici bir arkadaştır.

Yazar, kendisine Dük Karl August’un armağan ettiği konağında, kalan ömrünün sonuna kadar yoğun ve verimli çalışmalar yapar. En önemli yapıtı olan “FAUST” ‘u ömrünün son günlerinde bu evde tamamlar.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.



eLanuR 29 December 2008 21:04

Kızgınlıkla Başa Çıkma
 
Kızgınlıkla Başa Çıkma


KİTABIN ADI Kızgınlıkla Başa Çıkma
KİTABIN YAZARI Rebecca R. LUHN (Yelda ORÇAN)


KİTABIN ÖZETİ :

KIZGINLIK NASIL ORTAYA ÇIKIYOR

Kızgınlık, içinde karmaşık hisler barındırmaktadır. Kızgınlık ;sinirlenmemize, hiddetlenmemize öfkelenmemize, engellenmiş ve hatta incinmiş hissetmemize neden olan farklı tepkilerden meydana gelmektedir. Kızgınlığa sebep olan olaylar muhakkak olumsuz olmak zorunda değildir.

Neden belli bir şekilde tepki verdiğimizi anlamak önemlidir ancak daha önemlisi kızgınlığımızı kontrol altına almaktır. Kızgınlık çoğunlukla BİR HAKSIZLIĞA UĞRADIĞIMIZDA, BİRİSİ KENDİ ÇIKARI İÇİN BİZDEN FAYDALANDIĞINDA YADA ÖNEMLİ BİR ŞEYİ KAYBETME TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA KALDIĞIMIZDA ortaya çıkmaktadır. Bu duygular sağlıksız ve tahrip edici bir şekilde sürebilir.

Zihnimizdeki bu durumdan kurtulmanın tek yolu, düşüncelerimiz ve duygularımız arasındaki bağlantının farkına varmamızdır.

Kızgın olmak mutlaka hiddet göstermek anlamına gelmemektedir. Yaşadığımız kızgınlık çoğu kez şiddet öğesi içermez, hatta kontrolümüz dışına bile çıkmaz. Kızgınlık basit bir irkilme, sıkıntı hissi ya da günlük problemlere verdiğimiz tepki olarak kendini gösterebilir. Bununla birlikte kızgınlığın ; ilişkilerimize ve sağlığımıza zarar verdiği unutulmamalıdır.

Kızgınlık gerektiği gibi kontrol edilmese hayatımız boyunca bizimle kalabilir. Bir ilişkiden diğerine taşınır. Aynı zamanda kızgınlık hissini DOĞRU YÖNLENDİREBİLİRSEK belki de üretkenliğimizi tam kapasite kullanmamıza yarayabilir.

KIZGINLIKLA BAŞA ÇIKMA

Kızgınlık durumlarında her birimiz tepkilerimizi bize zamanında örnek model oluşturmuş ve şu an kızgınlığımızla baş etmemizi zorlaştıracak belli davranışlar üzerine inşa ederiz. Örneğin; ailemizde kızgınlıkla başa çıkma yolunun bağırıp - çağırmak olduğuna tanık olduysak büyük ihtimalle biz de bu gibi durumlarda benzer tepkiler veririz.

KIZGINLIKLA BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ

1. GERİ ÇEKİLME; Eğer kızgınlığımızı geri çekilme yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek sorumluluklarımızı yerine getirmiyor ve kendimizi hayatın getirdiklerinden uzak tutuyoruz demektir. Bu; kızgınlık ve engellenme hissine yol açabilir.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) Küçük başarılar için kendimize ödül vermeli

b ) Korkularımızı listelemeli, başarı halinde ödüllendirmeli

c ) Yapılmasını istediğimiz şeyi gözümüzde canlandırmalı ve bunun yararlarını hissetmeye çalışmalı.

2. İÇSELLEŞTİRME; Eğer kızgınlığımızı içselleştirme yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek kendi kendimize sadece gücenme ve kızgınlık yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda büyük olasılıkla baskıyı hafifletmek için büyük miktarda stres de yaratıyoruz demektir.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) İçimize attığımız duyguların bazılarını kağıda dökmeli.

b ) Başkalarının ne düşüneceği ile ilgili olarak fazla kafa yormamalı.

3. PATLAMA; Eğer kızgınlığımızı patlama yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek suçun ve sorumluluğun yönünü değiştirip kızgınlığın başka bir kişiye boşaltılması yolunu seçiyoruz demektir.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) Bu patlamaları tetikleyen duyguların farkına varılmalı.

b ) Kendimizi daha iyi ifade etmek için neler yapılabileceği düşünülmeli.

4. KONTROL; Eğer kızgınlığımızı kontrol yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek her şeyi kontrol etmeye ve her tür muhtemel sorunu planlamaya çalışıyoruz demektir. Kişinin kendisine ait dünyasının başka biri tarafından planlanması çok sıkıntı yaratır ve bunun sonucunda kızgınlık doğar. Etrafımızdaki sorunlarla ilgilenmeye çalışmak kendimizi yorgun ve engellenmiş hissetmemize neden olacaktır.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) Tüm öncelikli işleri ve görevleri değerlendirmeli.

b ) Kontrolü kaybetme korkusuyla yüzleşmeli.

c ) Bizi bu davranışa yönelten inanç ve duygularımıza bakmalı.

VÜCUDUMUZ VE ÖFKE

Bizi kızdıran faktörlerin büyük kısmı aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir ;

ADALETSİZLİK - ACI - HAYAL KIRIKLIĞI – SIKINTILAR

Yukarıdaki durumlarla karşı karşıya kaldığımızda başlayan gerginlik hali öfkelenme sürecinin ilk safhasıdır. Öfkenin artması; kan şekerinin yükselmesi, nabzın ve kan basıncının artması, kesik ve zor nefes alma, baş ağrısı ve terleme gibi fiziksel etkilere yol açar. Bu etkiler daha sonra depresyon, çöküntü, asabiyet ve endişe gibi duygusal problemlere yol açabilir.

Kronik öfkenin yol açtığı toplumsal etkiler ise; İş yapamaz hale gelme, tatminsizlik, sürekli mahkemelik olmak, zayıf ilişkiler, sık sık iş değiştirmek ve kaza yapmak sayılabilir.

ETKİLİ LİDERLİK KURUMSAL ÖFKEYİ AZALTABİLİR

Bir yönetici yada lider isek davranışlarımız etrafımızdaki insanlar için önem taşır. Etkili liderlik üretken ve mutlu çalışanlar için ortam hazırlar.

İş yerinde süreklilik gösteren sorunlar mevcut olduğunda, Kurumlar öfkenin hakim olduğu bir ortama doğru sürüklenirler.

Gurup kızgınlığına neden olabilecek sorunlar ;

1. Gözetim eksikliği.

2. Adam kayıran yöneticiler.

3. İtibar görmemek.

4. Aşırı çalışma.

5. İletişim eksikliği.

6. Otoritenin yanlış kullanımı.

7. Dinlemeyen ve söz hakkı vermeyen yöneticiler.

8. Eğitimsizlik.

9. Hedefsizlik.

10 Zayıf planlama.

Çalışanlar; Kurumun kendilerinden daha önemli olduğunu ve ihtiyaçlarının daha az önemsendiğini algıladıklarında motivasyonlarını kaybeder ve öfkelenirler.

İhtiyaçları kurumun ihtiyaçları ile bütünleştirildiğinde ise hem kurum hem de çalışanlar daha üretken hale geleceklerdir.

KURUMUNUZ İÇİN ÖNLEM TEKNİKLERİ

1. Kendi tavrınızı inceleyin.
2. Gurup tartışmalarına yer verin.
3. Katılımı teşvik edin.
4. Canlı tutun.
5. Ulaşılabilir olun.
6. Adil ve tarafsız disiplin uygulayın.
7. İtibar gösterin.
8. Beklentilerinizi ve Hedeflerinizi açıklayın.

S O N U Ç :

Kızgınlığınızla başa çıkarken yoldan şaşmamamızı sağlayacak bazı öneriler:

1. Kızgınlığınıza neyin yol açtığını bilin - inanç ve değerlerinizi tanıyın.

2. Bu duyguyu henüz yoğunlaşmadan değiştirmeye karar verin.

3. Size uygun olan birini bulana kadar yeni yaklaşımları deneyin.

4. Önlemek istediğiniz davranışı göz önünde canlandırın.

5. Durumu nasıl daha iyi ele alabileceğinizi keşfedin - geçmişi unutun.

6. Yapıcı davranışınızla tutarcı olun.


eLanuR 29 December 2008 21:05

Güzel Akıl Nasıl Edinilir
 
Güzel Akıl Nasıl Edinilir


Yazarı:Edward de Bono

Vücudumuzu daha çekici kılmak için giysilere,kozmetiğe,diyet ve spor programlarına-hatta ameliyatlara-bir servet harcıyoruz.Ancak fiziksel güzellik uğruna,herkesin çekiciliğini artıran asıl şeyi hep göz ardı ediyoruz:Akıl güzelliği.Güzel bir akıl için ne para ne de zamana gerek vardır; ama onsuz,fiziksel olarak en güzel insan bile çekiciliğini yitirir.

Güzel akıl,ne yüksek IQ,ne sayfalar dolusu bilgi,ne de üstün bir kişilik gerektirir.Tek gereken şey,yaratıcılık,düşgücü ve duygudaşlıktır.Bunların hepsi öğrenilebilir.
Akıl gücünüzle çekici olmak için,düşünme konusunda dünyaca ünlü yazarın öğütlerine kulak verin.

Bu öğütlerin yaşamınızda yapacağı köklü değişime inanamayacaksınız!



Saat: 14:35

Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2