Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi
 

Go Back   Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi > Genel Kültür > Türk Dünyası > Şanlı Türk Tarihimiz
Yardım Topluluk Takvim Bugünki Mesajlar Arama

gaziantep escort gaziantep escort
youtube beğeni hilesi
Cevapla

 

LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 28 September 2008, 10:15
Banned
 
Kayıt Tarihi: 29 July 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Arrow Anayurt Orta-Asya

Türklerin Ana yurdu
Türklerin Tarih sahnesine ilk çıktıkları bölge, yani Türklerin ana yurdu üzerine çeşitli görüşler vardır. Maddî kültür unsurları, dil hususiyetleri ya da tarihî realite bakımından konuyu değerlendiren bilim adamları, Orta Asya'daki çeşitli kültür çevrelerini Türklerin ana yurdu olarak kabul ederler. Esas itibariyle, bu yöndeki ilk çalışmalar batılı bilim adamları tarafından ortaya konmuştur. Gerçekte XIX. yüzyıl sonlarıyla XX. yüzyıl başlarında başlatılan araştırmalarla, batı kendi tarihinin köklerini aramaya koyulmuş, fakat neticede, hiç hesaba katmadıkları bir milletin yani Türklerin, kendilerine has kültür ve medeniyetleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu gerçek karşısında, batılı bilim adamları yoğun çalışmalarda bulunmuşlar ve Türklerin tarih sahnesine çıktıkları yer ve zaman hususunda çeşitli nazariyeler sunmuşlardır. J. Klaproth (1824), J. Von Hammer (1832), W. Schott (1836), M.A. Castren (1856), A. Vambery (1885) ve E. Oberhummer (1912) gibi ilk âlimler Altaylar ve çevresini Türklerin ana yurdu olarak gösterirken, W. Koppers (1937), W. Radloff (1891), G.J. Ramstedt (1928), L.Ligeti (1940) ve K.H. Menges (1968) gibi dilci ve tarihçiler Altaylar'ın doğusu ve Kadırgan Dağlarına kadar olan bölgelerde Türk ana yurdunu aramışlardır ve bu görüşü ünlü Türkolog Barthold da desteklemektedir.
J. Strzygowsky (1935), O. Menghin (1937), İ. Zichy gibi sanat ve kültür tarihçileri ise Altaylardan Urallar'a kadar uzanan sahaya sıcak bakmışlardır1. Bu görüşleri değerlendirerek ana yurdun coğrafî sınırlarını tespit etmek mümkündür. Ancak araştırmalarda belirtilen ve arkeolojik bulguların yer aldığı daha belirli ve dar bir bölgeyi ana yurt olarak tespit etmek ve kabullenmek hem zor hem de sakıncalıdır. Çünkü dinamik ve hareketli bir kavim olan Türkler, en eski devirlerden itibaren geniş bir alana yayılmışlar ve kültürlerini buralara götürmüşlerdir. Atı ehlileştirerek âdeta onunla bütünleşen Türkler, konar-göçer yaşantılarını bozkır coğrafyasında hâkim kılmıştır. Bu sebeple daha geniş çerçevede düşünülecek olursa, Türklerin ana yurdu Orta Asya bozkırlarıdır, Orta Asya'nın sınırları doğuda Baykal gölünden Batıda Hazar ve Ural dağlarına; kuzeyde Sibirya bozkırlarından güneyde Tanrı dağları ve Gobi çölüne uzanmaktadır. Bu coğrafyanın, bütün dünya tarafından kabul edilmiş siyasî adı ise Türkistan'dır. Türkistan'da Konar göçer bozkır medeniyetinin M.Ö. devirlere giden pek çok kültür çevresi yer alır. Sovyet İmparatorluğu'nun dağılmasıyla istiklâllerini kazanan Türkistan'daki Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarına ait topraklarda yapılacak incelemeler Türklerin tarih sahnesine çıkışlarına dair yeni belge ve bulguları, elbette ki, gün yüzüne çıkaracaktır. Dolayısıyla Türk ana yurdunu Orta Asya'da dar bir bölgeye sıkıştırmak hem tarih ve kültür birliğini muhafaza etmek hem de ilmî gerçekler açısından doğru değildir. Nitekim aşağıda gösterilen Türk kültür çevrelerinin zenginliği de buna delâlet eder.
Ana yurtta yer alan ilk kültür çevreleri: Arkeolojik kazılar ve araştırmalar Orta Asya medeniyetininM.Ö. V. bine kadar uzandığını göstermektedir. Batı Türkistan'da, bugünkü Aşkabat çevresinde yapılan kazılarda, M.Ö.V. bine ulaşan yerleşme merkezleri bulunmuştur. Anav kültürü olarak bilinen bu medeniyetin kimlere ait olduğu kesinlik kazanmamış ise de Türklerin bu bölgedeki varlıklarının ilk izlerini yansıtabileceği düşünülen ipuçlarını vermesi açısından Anav önemli bir merkezdir .
Proto-Türklere ait olduğu hemen hemen aşikar olan ilk kültür çevresi Altay-Sayan dağlarının kuzey batısında yer almaktadır. M.Ö. III. bin başlarına ait bu eski kültüre Afanasyevo kültürü denilmektedir. Bu kültürün en büyük özelliği Türk sosyal hayatının ilk örneğini yansıtmasıdır. Bu kültürde atın ehlileştirildiği ve koyun beslendiği görülmektedir. Ayrıca toprak kaplar, bakır ve tunçtan yapılmış çeşitli silâh ve süs eşyaları da bulunmuştur.
Bu kültürün devamı olan Andronovo kültürü ise Altaylardan, Ural dağları-Aral gölü çevresine kadar yayılmıştır. (M.Ö.1700-1200). Bu kültürde tunçtan ve altından eşya yapımının geliştiği bilinmektedir. Andronovo kültürü özelliklerini yansıtan diğer bir kültür ise Yenisey-İrtiş çevresinde yer alan Karasuk kültürüdür (M. Ö.1300-800). Tuva ve Abakan bozkırları ile Baykal gölü havzasında bulunan hayvan figürlü kaplar ve silâhlar bu kültürlerde benzerlik gösterir.
Karasuk kültürünün en büyük özelliği demirin işlenip, silâh yapımında kullanıldığı ilk kültür olmasıdır. Bu kültür çevresinde insanlar keçe çadırlarda yaşayıp, tekerlekli arabalar kullanıyorlardı. Minusinsk ve Abakan bölgesinden Altaylara uzanan bölgede Tagar kültürü olarak bilinen ve M.Ö.700'e tarihlenen buluntularda demir işçiliğinin nadir örnekleri yer almaktaydı. Ayrıca M.Ö. 3.yüzyıla ait, Orhun ve Selenga boylarına değin uzanan Pazırık kültürü, binlerce yıllık Türk kültürünün Hun çağına nasıl ulaştığını gösterir. Bütün bu buluntular Türk coğrafyasının tabiî sınırlarını tespit etmek açısından da büyük bir öneme sahiptir.
Orta Asya'daki Türk kültür çevrelerinde, kurganlarda bulunan bazı eşyalar, Türklerin çok eski zamanlardan beri konar göçer hayata has bir kültür geliştirdiklerini aşikâr kılar. Av ve savaş aletleri, demir ve deriden çeşitli eşyalar ve at ile kurt ağırlıklı hayvan figürlü kaplar, bu yaşayışın temel hususiyetlerini bizlere gösterir. Nitekim Türklere ait menşe efsaneleri ve Ergenekon Destanı gibi mitolojik olaylarda da bu motifler ön plândadır. Dolayısıyla, maddî buluntular ve Türk mitolojisi, Türklerin tarih sahnesine çıktığı yer ve zaman hususunda tamamen uygunluk arz etmektedir.

Yukarıda belirtmeye çalıştığım bu büyük coğrafyada yaşayan Türk devlet ve topluluklarının varlığı, aynı zamanda onların büyük bir tarihe ve kültüre de sahip olduklarının açık bir delilidir. Her ne kadar yaşanılan topraklar çok geniş ve dağınık gibi görünüyorsa da, aslında bütün Türk kavim ve topluluklarını birbirine bağlayan ortak bir tarih ve kültür daima var olmuştur. Dolayısıyla, Türk tarihini bir bütünlük içerisinde ele almak ve değerlendirmek şarttır. Bu açıdan değerlendirildiğinde kurulan her Türk devleti birbirinin devamından ibarettir. Ayrı coğrafya veya zamanda ortaya çıkmış olsalar veya ayrı medeniyet dairesinde yer alsalar bile, Türk tarihinin, anlayışının ve yaşayışının ortak değerlere sahip olduğu unutulmamalıdır.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı forsunda ifade edilen ortadaki güneş (Türkiye Cumhuriyeti) ve çevresinde halka oluşturan 16 yıldız (tarihte kurulmuş olan Türk devletleri), bu birliği sembolize etmektedir. Elbette Türklerin kurduğu devlet sayısı 16 değildir. Türkler tarih boyunca irili ufaklı yüzü aşkın devlet kurmuştur. Hatta cumhurbaşkanlığı forsunda belirtilen Türk devletlerine ait bazı bayraklar, tarihî kayıtlarda geçen bazı işaretlerden yola çıkılarak çizilmiş, sembolik bayraklardır. Ancak asıl önemli olan husus bu devlet ve bayraklarla ifade edilen "tarih ve kültür birliği"nin devletimiz tarafından resmen kabul ve teyit edilmesidir. Aşağıda, aralarında 16 Türk devletinin bulunduğu, tarihî silsile içerisine yaşamış ilk Türk devletleri ve toplulukları özetlenmiştir.
ASYA HUNLARI
Ana vatan coğrafyası içerisinde kurulan ilk büyük Türk Devleti Hun Devletidir. Çin kaynaklarında Hiung-nu diye adlandırılan Hunlar ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. I. bin yıllarına kadar çıkmaktadır. Ancak Çin kaynaklarındaki bilgiler, Hunların güçlenmeleriyle birlikte M.Ö. IV. yüzyılın sonlarına doğru artmaktadır. Bu tarihlerde Hunlar, Ötügen merkez olmak üzere Orhun bölgesi ve Altay dağları civarında oturuyorlardı.
M. Ö. III. yüzyılın ikinci yarısına doğru Hiung-nu yani Hun boylarının Çin üzerindeki baskıları iyice artırmıştır. Çinliler, kuzeyden gelen saldırılara karşı, çok eski devirlerden itibaren kuzey sınırı boyunca savunma duvarları yapmaya başlamışlardı. Nihayet artan Hun saldırılarına karşı, sınırdaki bu duvarların birleştirilmesi M.Ö. 214 yılında tamamlanmış ve meşhur Çin Seddi ortaya çıkmıştır.Hunların bilinen ilk hükümdarı, Şanyü ûnvanını taşıyan, Tuman (Teoman)dır. Hunlar, Tuman zamanında güçlü bir siyasî birlik olarak ortaya çıkmışlardır. Tuman, oğlu Mete ile giriştiği siyasî mücadele neticesinde ortadan kaldırılmıştır (M.Ö. 209). Çin kaynaklarının Mete (Mao-tu) adını verdikleri bu büyük hakanın adının Türkçe karşılığının, Bagatur veya Bahadır gibi bir ad olduğu sanılmaktadır. Mete, Hun tahtının meşru varisi olmasına rağmen, üvey annesinin kışkırtmasıyla, babası tarafından Hunların düşmanı olan Yüeçilere rehin olarak verilmişti. Buradan kaçmayı başaran Mete, babasına karşı mücadeleye girişti.
Demir bir disiplin altında yetiştirdiği ordusuyla babasını yenerek ortadan kaldırmıştır. Böylece M.Ö.209 yılında Hun çağının en parlak devri olan Mete devri de başlamış oluyordu. Bu tarihî olay "Oğuz Kağan Destanı"nda, Oğuz Kağanın babasıyla yaptığı mücadeleye ilham olmuştur.Devleti yeniden eşkilâtlandıran Mete, doğudaki Moğol-Tunguz kabileleri birliği Tung-hular'ın ısrarlı toprak taleplerine savaş ile karşılık verip onları perişan ettikten sonra, güney-batıya dönerek, İpek Yolu'na hâkim durumdaki Yüeçiler üzerine yürüdü. Yüeçileri daha batıya sürdü. Ardından Çin topraklarına giren Mete, Çin İmparatoru Kao-ti'nin 320 binlik tamamı piyadelerden oluşan ordusunu, Turan taktiği ile çember içine aldı. İmparator, ancak Hunların bütün şartlarını kabul ederek kendisini ve ordusunu kurtarabilmiştir(M.Ö.201) Yapılan anlaşmaya göre Çin İmparatoru, Hunların yaşadığı bütün toprakları Hun devletine bırakmayı, yıllık vergi yanında yiyecek ve ipek vermeyi kabul etmek zorunda kalmıştır.
Bir süre sonra Mete, Isık göl etrafında oturan Vusunları hâkimiyeti altına aldı. Böylece devletin sınırları, doğuda Mançurya'dan batıda Aral gölüne, kuzeyde Sibirya'nın içlerinden güneyde Çin Seddi ve Tibet'e kadar uzanmış oluyordu. Mete bu sınırlar içinde yaşayan bütün konargöçer kavimleri bir bayrak altında toplamış ve M.Ö. 177'de Çin hükümdarına yazdığı mektupta "Eli ok ve yay tutan herkes Hun oldu" diyerek millet olma şuuruna güzel bir örnek vermiştir. Büyük Hun Hakanı Mete'nin yönetim ve askerlik alanında yaptığı düzenlemeler, Türk devlet geleneğinde önemli bir başlangıçtır.
Sonradan kurulacak Türk devletleri de, bu gelenek üzerinde yeşereceklerdir. Mete M.Ö. 174'te ölünce yerine oğlu Kiyük geçti. Kiyük, Tanrı dağları civarını ellerinde tutan Yüeçiler'i, kesin olarak mağlûp ederek, batıya sürmüş, Yüeçilerin batıya göçü ise Batı Türkistan, Afganistan ve Hindistan için önemli sonuçlar doğuracak olan bir kavimler hareketine sebep olmuştur. Mete'nin Çin ile yaptığı anlaşma, onun döneminde de devam etmiş ancak M.Ö.166 yılında Çin'e bir sefer düzenlemiştir.
Kiyük'un ölümünden sonra (M.Ö.160) Çin, politikasını değiştirerek, Hunlara üstünlük sağlamak için büyük reformlara girişmiş ve ordusunu Hunları örnek alarak yeniden tanzim etmiştir. Ayrıca Hun siyasî birliğini içten parçalamak maksadıyla iç mücadeleleri ve bazı kavimleri kışkırtmıştır. Bu faaliyetlerinin sonuçlarını almakta gecikmeyen Çin, Kiyuk'un oğlu Kun-şin (M.Ö.160-126) devrinden itibaren inisiyatifi ele geçirir. Bu dönemden sonra gerileme dönemine giren Hun akınları kuzeyde durdurulurken, Çin'in karşı saldırıları ile İpek Yolu üzerindeki memleketler de birer birer elden çıkmaya başlamıştır. İpek Yolu'nun kontrolünün Çinlilerin eline geçmesi Hunlar için tam bir yıkım olmuş, iktisadî ve siyasî bakımdan yaşanan zorluklar Hunların ikiye bölünmesiyle neticelenmiştir. M.Ö. 58 yılında tahta çıkan Ho-han Ye'nin sıkıntıları aşmak için Çin'e tâbi olunması gerektiği fikrini savunması ve bunu şerefsizlik sayan kardeşi Çi-çi'nin ona karşı çıkması üzerine Hunlar ikiye bölündüler.
Ho-han-ye Çin himayesini kabul edip, halkının bir kısmını Çin'in kuzey sınırındaki Ordos'a gönderirken, Çin'e bağlanmayı kabul etmeyen Çi-çi, kendine bağlı boylarla batıya çekildi (M.Ö.54 ) ve Çu-Talas boylarında bağımsızlığını ilân etti. Çi-çinin kurduğu Batı Hun Devleti fazla ömürlü olamadı. Çi-çi, Talas ırmağı boylarında kurduğu şehirde kalabalık Çin ordularının muhasarasına maruz kaldı. Meydan savaşına alışkın olan Hun ordusu, kale savunmasında başarılı olamayarak, Çinliler tarafından imha edildi (M .Ö. 38) ve böylece batıdaki Hun devleti yıkılmış oldu. Çin'e bağlanan Hunlar da kısa bir süre için güçlenmişlerse de M.S.48 yılında bu devlet de kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölünmüştür. Kuzey Hunları, batıdaki Hunlarla birleşirken, Güney Hunları Çin sınırına yerleşmiş ve M.S.216 yılına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Çin hâkimiyetindeki 5 bölgede 19 boy hâlinde teşkilâtlanan Hunlar, gittikçe
çoğalarak siyasî bir güç oluşturmuşlar ve nihayet 4.yy'dan itibaren, Çin'deki iç savaşlardan da yararlanarak, Kuzey Çin'de dört devlet kurmuşlardır:
1-Kuzey Çin merkezli, Han ve Ön Chao devleti (304-329)
2-Kuzey-doğu Çin merkezli, Arka Chao devleti (319-351)
3-Kansu'da, Kuzey Liang devleti (401-439)
4-Ordos'ta, Hsia (407-431)
Bu Hun devletlerinin ortak özelliği, hâkimiyetlerini Çin'in tamamında meşru kılmak maksadına sahip olmaları ve bu nedenle de Çin isimlerini seçmeleridir.Nitekim devlet anlayışı ve yaşayış bakımından bu devletler Hun karakterini muhafaza etmişlerdir.

AVRUPA HUNLARI
Hunların batıya yönelişleri, Çu-Talas boylarında devlet kuran Çi-çi Han ile başlar ve M.S. II. yüzyıldan itibaren yoğunlaşır. Doğuda Çin'in ve Moğol kökenli kavimlerin baskısı Hunların bir kısmını Çin içlerine yöneltirken bazı Hun boylarının da batıya göçmelerine sebep olmuştur. Ayrıca kuraklık ve kıtlığın baş göstermesi ile ağırlaşan hayat şartları, batı da Hun nüfusunun hızla artmasına yol açmıştır. Böylece Hun kitleleri batı Türkistan'da birikmeye başlamışlardı. Bu Hun birikintilerinin bir kısmı, sonradan İran'a ve Hindistan'ın kuzeyine inerek Akhun devletini kuracaklardır. Bazıları da, Güney Rusya'ya doğru yöneleceklerdir. İşte Avrupa Hunlarının ortaya çıkmaları ve yayılmaları, Türkistan'daki bu kavimler hareketine dayanıyordu.
Batıya kayan Hun kitleleri IV. yüzyılın ortalarına doğru siyasî bir birlik kurarak, Alanlara ait toprakları ele geçirmiş ve İtil(Volga) kıyılarına ulaşmışlardır. Hunlar başlarında Balamır olduğu hâlde önce Don-Dinyeper nehirleri arasında yaşayan Ostrogotlar'ı ağır bir yenilgiye uğrattılar(374) ve ardından ileri hareketlerine devam ederek, daha batıda yer alan Vizigotlar'a ağır bir darbe vurdular(375). Hunların harekete geçirdiği İran, Slâv, Germen menşeli çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atmak suretiyle batıya doğru hızla akan büyük bir Kavimler Göçü böylece başlamış oluyordu.
Bir yüzyıl kadar devam eden Kavimler Göçü, Avrupa ve dünya tarihî açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu göçler neticesinde Roma İmparatorluğu sarsılmış, 395 yılında ikiye ayrılmış, 495'te ise batı Roma yıkılmıştır. Bu olaylar Orta Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Çünkü bu dönemle beraber, Avrupa'da "feodalite" merkezî imparatorlukların yerini almış, bugünkü Avrupa'nın siyasî ve etnik yapısı bu dönemde şekillenmiştir. Hunların gelmesiyle Avrupa'da atlı birlikler önem kazanmış, süvari silâh ve kıyafetleri Hunlardan esinlenmiş ve belki de Orta Çağ Avrupasının şövalye tipi, Hun Alplerine öykünülerek oluşturulmuştur.
Hunlar, Ostrogotları önlerine katarak, kısa bir süre sonra Karadeniz'in kuzeyindeki Tuna ve Tisa nehirleri arasındaki verimli ve stratejik bölgeleri ele geçirirler. Burası, Karadeniz' in kuzeyinden Türkistan'a kadar uzanan uçsuz bucaksız bozkırların son halkasıdır. Ayrıca bu bölge, Avrupa'nın önemli yollarının kavşak noktası durumundaydı. Hunlar, Avrupa'nın içlerine kadar akınlar yapmış olmalarına rağmen bu bölgeyi, uzun yıllar devletlerinin ağırlık merkezî olarak korumuşlardır. M.S.400 başlarında Balamir'in oğlu Uldız(Yıldız)'ın Tuna'da görünmesiyle Kavimler Göçü'nün ikinci büyük dalgası da başlamış oluyordu .
Yine bu devirde Attila'nın son zamanlarına kadar takip edilecek olan Hun dış siyasetinin esaslarının belirlendiğini görüyoruz. Bu esasları; Doğu Roma'nın baskı altında tutulup, Batı Roma ile iyi ilişkilerin devam ettirilmesi şeklinde özetleyebiliriz. Nitekim Roma için büyük bir tehlike oluşturan, Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan birtakım Germen kavimlerini bir araya getiren Radagais ancak Hunlar sayesinde ortadan kaldırılabilmiştir.
Uldız birkaç defa Tuna'yı geçmiş, çaresiz kalan Bizans, barış istemek zorunda kalmıştır. Uldız 410 yılında ölmüştür. Diğer Türk devletlerinde gördüğümüz ikili devlet düzenini Avrupa Hunlarında da görüyoruz. Uldız Batı Hun ülkelerinin hükümdarı iken Karaton ise doğuda hüküm sürüyordu 422 yılı Avrupa Hunları için yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu tarihte Hunların başında Rua, Muncuk, Aybars, Oktar'dan oluşan Hun hükümdarlık ailesinden dört kardeşi görüyoruz. Attila'nın babası olan Muncuk erken öldüğü için Rua merkezde, diğer iki kardeş de doğu ve batı kanatlarında bulunuyorlardı.
Attila Devri: Doğduğu yer olan Etil=İtil (Volga)'den ismini alan Attila, 39-40 yaşlarında amcası Rua'nın yanında devlet işlerinde yetişmiş olarak hükümdar oldu. Başlangıçta kardeşi Bleda ile Hun tahtını paylaşan Attila, 445'te kardeşinin ölümü üzerine tek başına hükümdar olacaktır. Daha önce ağır barış şartlarları ile Attila'nın gazabından kurtulan Bizans'ın barış şartlarına uymaması üzerine Hun orduları Tuna'yı geçip Trakya'da İki kol hâlinde ileri harekâtlarına devam ettiler. Bizans başkentini kuşatmak üzere Büyük Çekmece'ye kadar ulaştıklarında dehşete düşen Bizans'ın barış talebi çok ağır şartlar karşılığında kabul edildi. (447).
Bu tarihten sonra, Batı Roma'ya karşı izlenen Hun dış politikasında bir değişiklik gözlenmektedir. İyi ilişkilerin yerini savaş almıştır. Attila, Galya (bugünkü Fransa) üzerine yürüyüp karşısına çıkan çok kalabalık Roma ordusu ile ilk çağın en büyük meydan savaşlarından birini yapmıştır (451). İstediği sonucu alamadığı bu savaştan hemen bir yıl sonra İtalya üzerine yürüyecektir(452). Papa Büyük Leon idaresindeki Roma elçilik heyetinin ricaları üzerine Po ovasından geri dönen Attila, 453 yılında anî olarak vefat etti. Attila'nın bu beklenmedik ölümü üzerine hem Bizans hem de Batı Roma İmparatorluğu rahat bir nefes alma imkanına kavuşmuştur.
Attila'nın ölümünden hemen sonra, pek az sayıdaki Hun idareci tabakasının hâkimiyeti altında yaşayan yabancı kavimler ayaklanırlar. Attila'nın oğulları arasında çıkan taht kavgalarıyla zayıflayan devlet kısa bir süre sonra parçalanır. Hunların bir kısmı Karadeniz'in kuzeyine sığınmışlar, bir kısmı ise yabancı kavimler arasında eriyip gitmişlerdir. Ancak Attila ve Hunları hafızalardan silinmemiş, haklarında üretilen efsanelerde, edebiyat eserlerinde, müzik eserlerinde yaşamaya devam etmişlerdir. Otoritesi ve yöneticilik kabiliyeti ile Attila, her zaman örnek alınmıştır.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla




Saat: 12:25


Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
gaziantep escort bayan gaziantep escort
antalya haber sex hikayeleri aresbet giriş vegasslotguncel.com herabetguncel.com ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort kızılay escort çankaya escort kızılay escort ankara eskort

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2