#1
|
|||
|
|||
İbn-i Sina
Savaş kazanan, ülkeler fetheden önderlere “kahraman” diyoruz. Ya doğayı fetheden, onu sırlarını çözen, insanı doğa ile boğuşturan bilim adamlarına ne diyelim?... Asıl kahraman onlar değil mi?
İşte İbni Sina, evren dediğimiz esrarlı alemin büyülü sırlarını çözen, fikir ve metafizik yönleriyle doğayı keşfeden, insanın ve doğanın karanlığını, gerçeğin küçük güneşleri ile aydınlatan bir bilim adamı, dahi, bir Türk kahramanıdır. Sanki beyninde bir radtum ışığı taşıyor, her eğildiği konuyu aydınlatıyor, her doğa bilmecesini anında çözüyordu. Onun kadar çok yönlü çalışan ve çalıştığı bütün başka alanlarda en üstün bilgi seviyesine ulaşan başka bir bilim adamı göstermek güçtür. Belh’li olan ve sonradan Buhara’ya yerleşmiş olan bir ailenin çocuğudur. 980 yılında Afşan’da dünyaya geldi. 10 yaşında iken, Kur’an’ı bülbül gibi ezberlemiş, gerekli din bilgisini almıştı. 18 yaşına geldiği zaman çağının bütün bilgilerini öğrenmiş, onların üzerinde düşünmeye başlamıştı. İbni Sina kendisi için şunları söylüyor: “Öteki bilgiler arasında tıp da öğreniyor, nazari bilgimi hastalar üzerindeki gözlemlerimle tamamlıyordum. Böylece aralıksız çalışmaya devam ettim. Geceleri de okumakla, yazmakla uğraşıyordum. Uyku bastıracak olsa bir bardak bir şey içerek açılıyor, yeniden çalışmaya koyuluyordum. Uykuda bile zihnim, okuduğum şeylerle meşgul oluyordu. Çoğu zaman, uyandığım zaman halledemediğim bazı şeylerin uyku sırasında halledilmiş olduğunu gördüm. Bir ara, Aristotales’in “Metafizik” ini incelemeye başladım. Bu kitabı belki kırk kere okuduğum halde anlayamadım. Ümitsizliğe düştüm. Bir gün mezatta bir kitap satılıyordu. Beni tanıyan tellal bu kitabı almamı tavsiye etti. Bu, Farabi’nin uğraştığım halde anlayamadığım kon üzerine yazılmış bir eser idi. Kitabı aldım, eve dönünce hemen okumaya koyuldum. O vakte kadar anlayamadığım Aristotales’in kitabındaki fikirleri derhal kavradım. Buna son derece sevindim. Allah’a şükrederek secdeye kapandım; fakirlere sadaka dağıttım.” “Nazari bilgimi, hastaların üzerindeki tamamlıyordum.” Diyen İbni Sina o mertebe iyi bir doktordu ki, kimsenin iyi edemediği Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u tedavi etti ve iyileşti. Bunun üzerine Emir, İbni Sina’yı kütüphane müdürlüğüne tayin etti ve burada bulabildiği bütün kitapları okuyarak düşüncesini iyice genişletti ve geliştirdi. Emir öldükten sonra Buhara’dan ayrıldı ve büyük bilgin Biruni’nin yaşadığı Harzem’e giderek orada bu büyük bilgin ile birlikte çalıştı. İki bilgi denizi Harezem’de birbirine karışarak büyüdüler.fakat fikirlerinden ötürü takibata uğradı. Bilgisinin enginliği yüzünden kıskançlıklarla boğuştu. İran’da şehirden şehre göç etmek zorunda kaldı. Ama bütün bu dalgalanmalar içinde durmadan okudu, durmadan yazdı... Bütün kurduğu teoriler deneyden geçirmiştir. İbni Sina’nın 10. yüzyılın başında kullandığı deneylerden teoriye geçmek metodunu batı dünyası ancak 16. yüzyılda kullanmaya başlayacak ve çağımız uygarlığını bu metodun getirdiği bilgilerle kuracaktır. İbni Sina’nın 100’den fazla eseri olduğu söylenir. Bazıları, zaman içinde kaybolmuş olsa da en önemlileri ve belli başlıları bugün elimizdedir. Eserlerini Arapça yazıyordu. Yalnız iki tanesini, Farsça’dır. Eserlerinin çoğu tıbba, fiziğe, astronomiye ve felsefeye dairdir. Büyük ansiklopedik eseri “Aş-Şifa” ve bunun özetlenmişi olan “An –Necat” en ünlülerindendir ve dünya tıp tarihinin en büyük eserleri arasındadır. Batının 19. yüzyılda bir tesadüfle fark ettiği insan vücudunda kanın “küçük deveranını” İbni Sina, 10. yüzyılda biliyordu. İnsan hekimliğinin bütün yasalarını bir bir deney ve gözlemlerine dayanarak yazdığı “Al-Kanun fit-tıp” adlı eseri, Latince’ye çevrilmiş, daha sonra Fransızca, Almanca ve İngilizce çevirileri 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Batının hemen hemen bütün üniversitelerince ders kitabı olarak okutulmuştur. Bugün de Paris Tıp Akademisi salonlarında İbni Sina’nın heykeli –en saygın yerinde- durmaya devam ediyor. İbni Sina, felsefede tıpkı Farabi gibi başlamış, fakat daha sonraları ondan ayrılarak Yunan felsefesi ile İslam Kelamı’nı uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu ilginç deneme, daha sonraki yüzyıllarda sürdürülmüş olsaydı hem doğuda bir felsefe geleneği kurulmuş ve gelişmiş olacak, hem de Batı felsefesi “insan gerçeği” üzerine daha sağlam oturmuş olacaktı. Nitekim 18. yüzyıla kadar Batının hemen hemen bütün filozoflarını etkilemiştir. Dünyada ilk felsefi roman denemesi, İbni Sina tarafından yapılmış ve yazdığı iki romanla, dünyanın ilk romancısı şerefini kazanmıştır. Eserleri Latince, İbranice, Süryanice’den başlayarak giderek bütün dünya dillerine bir çok defalar çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Batı bu büyük Türk bilginini “Avicenne” (Avisen) adı ile tanır. Türkçe’mize de bir çok eseri çevrilmiştir. Bu büyük fikir ve bilim kahramanının 1000. ölüm yıldönümüne, Türk fikir ve bilim adamlarının şimdiden hazırlandıklarını düşünmek tatlı bir umuttur. |