#1
|
||||
|
||||
İmAM Hatip sorunu ve Laiklik
Milli Eğitim Bakanlığı 1924 yılında 29’a yakın imam-hatip okulu açmıştı. 1930’ların başına kadar varlıklarını devam ettiren bu okullar, rağbet görmemeleri nedeniyle gitgide azalmış ve 1931-32’de tümüyle kapanmışlardı.
Ta ki 1950’lerde Demokrat Parti iktidarı döneminde yeniden açılıncaya dek. Bu tarihten sonra sayıları hızla arttırılan bu okullar, 70’li yıllardan itibaren patlamalı bir şekilde çoğaltıldılar. Toplumun sosyalist fikirlere sempatisinin arttığı, solun büyük bir güç kazandığı bu yıllarda, İslamcı harekete militan yetiştirme işlevi de gören bu okullar, ABD destekli hükümetler tarafından bizzat “komünizmi önleme” amacına hizmet etmek üzere yaygınlaştırıldılar. Bu dönemde, İslamcı hareketlerin ve sermaye gruplarının desteklenmesi, ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı bir Yeşil Kuşak oluşturma planının doğrudan bir parçasıydı. 12 Eylül darbesinin ardından, imam-hatip okullarına yürü ya kulum denmişti. “Laik” cuntanın “laik” başı Kenan Evren attığı nutukları Kuran’dan ayetlerle süslüyordu. 12 Eylül döneminde 1402’lik olup üniversitelerden uzaklaştırılan bilimadamlarının yerleri üç türden adamla doldurulmuştu: Birinciler, düzenin yalakası olup ne etliye ne sütlüye bulaşan “memur”lardı. İkinciler, solun eksikliğinin yarattığı boşluğu dolduruyormuş gibi görünen has devletçi zihniyetteki Kemalistlerdi. Üçüncü grup ise, özellikle taşra üniversitelerinin tüm yönetim kademelerini işgal eden İslamcı ve faşist öğretim üyeleriydi. Solun kıyıma uğramaya devam ettiği bu dönemde, İslamcı ve faşist öğrenciler, bu son grubun da koruma-kollama-besleme faaliyetleri sayesinde, sola karşı sarılınan bir can simidi işlevi görecekti. Özal dönemi (başbakanından bakanlarına varıncaya kadar tarikatçılığın ayyuka çıktığı bir dönem), İslamcı sermayenin güç kazandığı ve çehre değiştirdiği bir dönem oldu. Bu dönemde aldıkları teşviklerle iyice büyüyen şirketlerin bir kısmı, büyük holdingler haline geldiler. Kendi finans şirketleri, gazeteleri, TV ve radyo kanalları olan bu holdingler, inşaattan gıdaya, tekstilden kimya sektörüne, metalden mobilyaya kadar pek çok alanda faaliyet göstermeye başladılar. Dinin sembollerle ifade edilen bir modaya dönüştürülmesi, son derece pahalı tesettür giysilerinin ve ipek türbanların dinsel inançtan öte bir gösteriş aracı haline gelmesi tam da bu dönemde gerçekleşti. 80’lerin sonlarından itibaren üniversitelerde imam-hatip mezunlarının sayıları giderek arttı. Bu dönemin bir diğer yeniliğiyse, artık bir sektör haline gelen üniversite ve kolej sınavlarına hazırlık dershanelerinin en gözde olanlarını bizzat İslamcı sermaye gruplarına ait olanların oluşturmasıydı. Sınavlardaki başarı oranlarının yüksek olması, bu kurumları her kesimden öğrenci için bir cazibe merkezi haline getiriyordu. Buralarda eğitim gören öğrencilerin yatkın olanları özel olarak dini eğitime tâbi tutuluyor ve üniversiteler de dahil olmak üzere her alanda faaliyet yürütecek aktivistler olarak yetiştiriliyordu. Bütün bunlar herkesin gözü önünde gerçekleşirken, “laik” devletin buna katkılarını da ihmal etmemek gerekir. Fethullah Gülen’e ait dershane ve okulların Orta Asya cumhuriyetlerine varıncaya kadar yaygınlaştırılmasında TC’nin ve hatta ABD’nin yoğun katkıları vardır.Bu okullar başbakanlarca, bakanlarca açılmış ve Genelkurmay’dan tam icazet almışlardır. Yurt dışındaki okullarda görevlendirilen personelin önemli bir bölümünün bizzat MİT ve CIA ajanlarından oluşmasıysa, bu işin devletin hangi derinliklerinde planlandığına dair yeterince bilgi vermektedir. 28 Şubat sürecinin getirdikleri 28 Şubat’a gelindiğinde, “İslamcı sermaye” kesimi, ordu da dahil olmak üzere Türkiye’nin diğer burjuva kesimlerini rahatsız edecek boyutlarda büyümüştü. Yani pastaya ortak çıkmıştı. Devlet ihalelerinden büyük paylar kapmaya başlayan “İslamcı sermaye”, yılların tekelci burjuvazisinin tekerine çomak sokuyordu. Ve 28 Şubat darbesiyle buna “tepeden” müdahale edildi. Cumhuriyet elden gidiyor teraneleriyle yapay bir şeriat öcüsü yaratıldı. Kürt hareketini bastırmak için bizzat devlet tarafından oluşturulup beslenen Hizbullah’ın birden gözü dönmüş canilerden oluşan, insanları acımasızca katleden şeriatçı bir terör örgütü olduğu keşfedildi. “Yeşil sermaye” denen sermaye grupları çarşaf çarşaf listelerde teşhir edildi, bu şirketlere verilen ihaleler mercek altına alındı, halk içinde büyük bir kampanya yaratılarak bu şirketlerin ürünlerinin alınmaması sağlanmaya çalışıldı. Amaç TC’nin köküne kibrit suyu dökmek isteyen şeriatçı tehdidi yok etmek gibi sunulsa da, asıl sorun sermayenin kendi içindeki kapışmaydı. 28 Şubat sürecinin en önemli unsurlarından biri de imam-hatip liselerine vurulmak istenen darbeydi. İmam-hatip liselerinin ÖSS-ÖYS’deki başarı oranları, 28 Şubat öncesinde oldukça artmış ve özellikle büyük illerdeki bazı okullar talep nedeniyle birkaç şube açmak zorunda kalmışlardı. Cazibenin nedeni elbette ÖSS-ÖYS’ye dönük eğitimin kalitesinin yüksek olduğu düşüncesiydi. MGK güdümündeki hükümetler bu konuda iki büyük değişikliğe gittiler, daha doğrusu gitmek zorunda bırakıldılar. Birincisi, sekiz yılık kesintisiz eğitimle imam-hatip okullarının (ve orta-lise eğitimi veren diğer okulların) orta kısımlarının tasfiye edilmesiydi ve bu uygulamaya sokuldu. İkinci değişiklik ise, yine esas olarak imam-hatip liselerini hedef alan, ama yasal çelişki yaratmamak için tüm meslek liselerini bu kapsama dahil eden bir düzenlemeydi. Üniversiteye giriş sınavlarında ÖSS’de kullanılan katsayılarla oynanarak, normal lise mezunlarına büyük avantajlar sağlanıyor, meslek lisesi mezunlarınaysa kendi branşlarındaki yüksek okulları ya da teknik eğitim fakültelerini seçmek dışında bir alternatif bırakılmıyordu. Buradaki asıl hedef, kuşkusuz, imam-hatip liselerine olan ilgiyi ve dolayısıyla bu liselerin öğrenci sayısını azaltmak, üniversiteye girişlerini mümkün olduğunca engellemekti. Nitekim katsayı engelinin konulmasının ardından talep gözle görülür şekilde azaldı. 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeden önce, toplam 601 imam-hatip lisesinde 19 bin öğretmen görev yapıyor ve 512 bin öğrenci eğitim görüyordu. 193 bini lise, 319 bini ortaokulda okuyan imam-hatip öğrencilerinin sayısı, ortaokulların 8 yıllık kesintisiz eğitim nedeniyle kapanması sonucu kısa sürede aşağılara indi. 2002-2003 öğretim yılında öğrenci sayısı 65 bine, okul sayısı ise 450’ye düştü. Ne var ki, AKP hükümetinin ÖSS’deki katsayı sistemini 28 Şubat öncesi durumuna getirme girişimleri ortaya çıktıktan sonra, imam-hatip liselerinin bu yılki kayıtlarında hissedilir bir artış yaşandı. Aslında tek başına bu bile, bu okullara giden ya da gönderilen öğrencilerin ezici bir çoğunluğunun sorununun “mesleki” eğitim olmadığını gösteriyor. Verilen rakamlara göre Türkiye’de Gülen’e bağlı olduğu bilinen 103 okul, 460 dershane, 500 yurt, Orta Asya cumhuriyetlerinde ise 126 lise ve 6 üniversite bulunmaktadır. Özbekistan’daki okullarda, ABD, “İngilizce öğretmeni” adı altında 100’e yakın CIA ajanı görevlendirmiştir. Türk öğretmenlerin durumunun da bundan aşağı kalmadığı çok açıktır. |