#1
|
||||
|
||||
Neden ABD Bayrağını Sırtına Almadın Lan?’
Sanıyoruz, Sayın Başbakan bir ‘yorgunluk’ döneminde; velev (!) ki öyledir, ama bu kez ‘yorgunluk anında, şuuraltında ne varsa, işte o, şuur üstüne fırlar!’ hatırlatılması yapılsa, asıl o zaman ‘Ne dedik? Bir çuval incir’ dedik!’, Ne dedik ‘Bu çuvalı, iktidara gelişimizden beri, bizzat, elimizle, zihniyetimizle mahvettik!’, ‘Ne dedik?’…demeye mi başlayacağız acaba? HANGİ TİP KÖLE’Yİ ALIRDINIZ? Sakın ‘ABD’deki kölelerle, Türkiye’nin Kürtleri, ötekileri aynı kefeye mi koyuyorsunuz?’ gibi tepkiler verilmesin! Örnek, bizim değil, Sayın Başbakan’ındır; biz de örneğe göre, naçizane değerlendirmemizi yapıyoruz… Sayın Barack Obama’nın, salt ABD’deki esmerlerin değil; Kızılderili vatandaşların, Çin’in Türk, Azerbaycan’ın Ermeni, Ermenistan’ın Azeri, Türkiye’nin Kürt, Alevi, Ermeni, Rum, Musevi, Süryani, Levanten, Arap, Sünni (vecibelerini tatbik eden), kökenli vatandaşların - haklı olarak - mutlu olmalarına vesile olmuş olduğu vakıadır. Vakıa olduğu, Türkiye ve Dünya’da, verilen bazı tepkilerden müşahede etmek kabil. Daha 45 yıl öncesine dek, neredeyse boğazlarına takılan tasmalarla, esmer insanları dört ayaklı mahlûkat yerine koymaya çalışan; bunu yaparken asıl kendilerini ne denli, aşağıladıklarından bihaber, renktaşlarımızdan bazılarına bir tokat indi, Sayın Barack Obama’nın ABD’nin Genel Başkan seçilmesi mucibiyle. Burada, her felsefi, cemiyeti ve siyasi münazaralarda edildiği gibi, benzetme yapıyoruz. Çin’de Türk, İsrail’de Filistinli, Filistin’de Musevi Azerbaycan’da Ermeni, Ermenistan’da Azeri veya Türkiye’de öteki kökenlilerin, köle diye nitelendirilebilmeleri için, ille 2008’de boğazlarına tasma takılıp, dört ayaklı mahlûkat muamelesi görmeleri gerekmiyor. Bazı şeylerin, 12 Eylül 1980’den beri, felsefenin yasaklandığı, liselerimizde okumuşların anlaması kolay değildir. Her şey görecelidir; dünya özellikle 20. yy’da hızla ilerlemiştir; 21. yy’ı yaşamaktayız. Eğer, bu hız göze alınırsa, 2008’de, daha hâlâ bazı devletlerde, bazı insanlar, 2. sınıf vatandaş muamelesi görüyorsa, bu 1900’lerin ABD coğrafyasında, esmer vatandaşların gördüğü muameleyle eşdeğerdir… Kimlikleri tarifte ‘üst’ yerine ‘genel’i, ‘alt’ yerine ‘özel’i, kullanmayı tercih ediyorum.. Eğer takvimlerin 2008’i gösterdiği şimdilerde, yukarıda saydığımız ve daha çoğu ülkede, bazı vatandaşlar sırf (sadece kendilerini ilgilendiren) kimliklerinin özelliklerinden dolayı, üniversitede okuyamıyor veya Kaymakam, Vali, Sayıştay, Yargıtay, Danıştay üyesi, Hâkim, Savcı, Diplomat, Türkçe, Tarih, Coğrafya, Sosyoloji öğretmeni (benzerlerinin muhbirliğini yapmaktan ziyade) polis, profesyonel subay, basit bir devlet memuru olmak için, ‘Azınlık Tâli Komisyonu’ gibi anayasa dışı bir kurumdan izin almaksızın, olamıyorlarsa; onlar modern köleler, yaşadıkları ülkeler de, modern köleliğin olduğu ülkelerdir demektir… ABD’de, ırkçılığın şaha kalktığı bir dönemde, Olimpiyat’ı kazanan esmer sporcunun, o bayrağı sırtına alıp koşmasının ‘Budalalar!.. Uğrunda beni ezmeye çalıştığınız bayrağı, işte sizden daha fazla taşımaya layığım, siz ise bu bayrağı taşımaktan acizsiniz!’ diye tercüme edildiğini anlamamak için, ya çok yorgun ya da bu coğrafyadan olmak gerekiyor galiba… Esmer sporcunun, ABD’ye döndüğünde (İngilizce) ‘Neden ABD bayrağını sırtına almadın lan?’ tepkisiyle karşılaşmamak için, bayrağı almış olması, hiç mi insanlık onuru taşıyan bireyin içini sızlatmaz? Sızlatamaması için, ne ve nasıl olmak gerekiyor acaba? Sayın Barack Obama’nın Başkan seçildiği gün, Kürtlere, Malcolm X, Martin Luther King’i ve nice esmer Amerikalıyı değil de; o…aşağılanmasının simgesi, ABD bayrağını taşıyan biçare esmer vatandaşı örnek verirsek… bunun Türkçesini arıyoruz lügatte… Ne tip köleyi tercih ettiğimiz, sevinç gününde, verdiğimiz örnekten mütevellit, değil mi?… MADEM ÖYLE, O ZAMAN BÖYLE… ABD’de siyah-beyaz ayırımı yapıldığı dönemde, bir zenci, olimpiyat zaferi kazandığında, sırtına ABD bayrağını alıp zafer turu atardı, acaba Türkiye’de Obama’ya tebrik edenler, Türk bayrağını hiç omuzlarına alıp koşabildiler mi?’ diyebiliyorsak, tıpkı sevgili Başbakanımız gibi, o zencinin, biçare, başını kerhen eğen, halet-i ruh’ iyesini tasvip ediyoruz demektir. Bu ülkede 85 yıl, modern köleliklere rağmen, askerliğini yaparak, vergisinin nereye gittiğini denetlemeden ödeyerek, icabında şehit olarak, her şeyi ama her şeyi yaparak ve karşılığında 2. sınıf vatandaş muamelesi görerek, tıpkı o esmer vatandaş gibi, az mı ülkenin bayrağı sırtlanılmıştır? Hem sırtlanmıştır, çok mu yaranılmıştır efendilere, doğru, güzel mi olmuştur da, bu örneği verme cüretini gösteriyoruz?’ diye sorabilirler dost içtenliği ve acılığıyla. O zaman, en tabii eğitim hakkını kullanabilmek uğruna, beyaz ‘laik’ efendilerinin kendilerine biçtiği cahil bırakma heveslerini boşa çıkartırcasına, acı duyarak, türbanlarını kapıda kerhen çıkaran kızlarımızın halet-i ruh’ iyesini de, bu kadar mı anlıyoruz demektir? O acı duyarak, kerhen türban çıkarmayı, çok matahmış gibi, bir de örnek mi veriyoruz? Zira 2008’in Türkiye’sinde, üniversite kapısında türbanını kerhen çıkaran kızımızın ve 1900’lerin ABD’sinde, sırtına kerhen ABD bayrağını taşıyan esmer vatandaşın haleti ruh’ iyesi aynısıdır…Bunu, hissetmek gerekiyor. Kusurumuza bakılmasın… ‘Biz, biz!’ dediğimiz bu coğrafya, bu devlet, bu ülke, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ‘bizlerin’ Cumhuriyet’ini, Laikliğini ve daha birçok şeyini resmen kopya ettiği ülke de Fransa’dır. Orda, Fransızlar değil, Fransalılar yaşar ‘Français’nin karşılığı ‘Fransız’ değil, Fransalıdır. İşte Fransa’da, vatandaşların ilk yani birinci ana dili Fransızca’dır; ulus ama demokratik ulus devletin, yöresel dilleri arasında Korsika’ca, yerel yönetimleri arasında ise Korsika Parlamentosu vardır. Fransızcada ise ‘İki ata birden binilmez, ikisinden biri tercih edilir’ derler… Aksi takdirde, bir veya her iki at teper ve kendimizi yerde buluruz çünkü… ‘Biz, bambaşkayız, yeni siyaset yaratıyoruz!’ şiarıyla gelip, bir zaman sonra eğer bütün o geçmiştekiler gibi ‘sorunları ertelemeye’ başlarsak, yarın siyaset de bizi erteler; ‘benim mağdurluğum can, ötekilerinki ise patlıcan’ dersek, işte hakikaten hiçbir at bizi taşıyamaz, düşer, belimiz kırılır, kolay, kolay doğrultamayız… Madem, söz Fransızcadan açılmış, bir başka asırlardır kökleşmiş deyişi de hatırlayalım: ‘Hiçbir zaman (hataları telafi etmek için) geç değildir!’ (Ce n’est jamais trop tard!) Tıpkı güzelim coğrafyamızda: ‘Zararın neresinden dönülse kârdır!’ denilmesi gibi… Raffi A. Hermonn |