#1
|
||||
|
||||
Düş(üş) Repliği ...
Ve şimdi, tüm kırılmışların boynuna kırgınlıkların muskası diye asılıp gidiyorum…
Şimdi evrenin batinî gerçeklerini gönül duvarıma asıyorum, asılıyorum kırgın gönüllerde bile bile. Kendi kalemimi kendim kırıyorum, kimse yargılanmasın benden sonra yokluğum sebebiyle diye. Cürümlerin ilk faili adım olarak bilinsin, adım adım silinsin varlığım dillerde. Gitmeden az önce, şimdi, umarsızlığımı bir kenara atıp en aldıran tavrımla maskelerini aldırıyorum kahpeliklerin! Münzevilik iddiasıyla çıkmıyorum artık karşına sevgilim, umursuyorum her ne varsa evrende. Her ne kadar canlı türü varsa ve her ne yaşıyorsa âdemoğulları, her birini azığım bilip ceplerime koyuyorum. Cihânın iç seslerini olduğu gibi sergiliyorum orta yere. Artık herkes sahnede ve çırılçıplak… Yakıyorum güzel gözlü ihanetlerin sahtekâr suretini. Önce kendiminkini. Ve şimdi… Şimdilerden taze sunaklar koyuyorum uzun yolların paslı tırabzanlarına. Gelsin birileri ve dayansın en yorgun anında, mazinin hayıfından ve atinin telaşından sıyrılmayı özlediğinde, bîtap düşmüşken hesaplaşma ve kalabalıklardan, dinlensin, demlesin kendini orada diye. Şimdi sevgilim, yüreğimde bir ur; adı nedamet. Ve ölümcül marazlara şifadır yüreğimdeki nedamet! “Bir ince sızı düşüyor benim de yüreğimden... Seyirci olmak istemiyorum sahnedekilere ama sahneye çıkıp soyunmak da istemiyorum tüm duygularımı. Demiştim ben; ağız dolusu susuyorum...” Gidişinin sebebi en çok kendisi olurmuş insanın. Yanında götürdüğü de öyle. ve şayet açacaksa, gidişimin açtığı yaranın merhemi olsun sükûtum. Bekleme sakın geleceğim günü ve gölgeme sakladığım mahrem düşleri. Mahremiyet baş harfi olsun sevdamızın. Biz bile bilmeyelim hasret yalazasını emdiğimiz gerçeğini. Biz bile söyleyemeyelim sevdiğimizi. İtiraflar içimize mühürlensin, hasretimiz vahaları kavursun, kervanlara selam dursun ayak izlerimiz. Biz; alev yorgunları, tüm kalemleri kışkırtalım yazarlara karşı. Yanmaları yazdırmayı beceremezlerse siyah ucunu da kıralım kalemlerin. Yetersizliğine yansın hüzünbaz mısralar, murabbalara sığmasın şiirsel hüznümüz. Çekinsin bulutlar üstümüze kapanmaktan. Yağmuru bizzat biz olalım kurak gönüllerin. Gölgemizden önce hamaset söylemleri geçsin önümüze. Ve dirayetli olsun duygularımız, acımız katrana bürünsün isterse. Ama susalım sevgilim, gitme vaktimin anonsunu yapıyor çünkü guguk kuşu. Ve çileli gecelerinin merhemi sükûtum olsun artık, sükûtum merhem olsun kendi azabına bile. Ve bizim için, bayağılıklar namına birikmiş yuhlarımızı yutkunma vaktidir artık. Ve öldürme vaktidir önünde eğilesi dönüşlerimizi. Yolda ben, bırakıldığı yalnızlıkta ilerleyense sen. Artık yol kadar seyyahız biz de sevgilim. Seyyah kadar meftun. Ve meftunluğumuz kadar gizlidir yalnızlığımız bilinsin. Uluorta dökülmeyecek bizden sonra, yalnızlıkları kamçılayan yağmur. İki günlük saltanat düşkünleri, kalplerinin kâgirliğinden utanacak. hercümerç ölümlere duçar olmayacak şarapnel gölgesinde büyüyen çocuklarımız. Yeni doğmuş bir sonbahar rüzgârıyla esenliğimiz başlayacak belki, ama her şey gizli kapaklı olacak, her şey mestur... Çünkü sitemleri gün yüzüne taşımaktan öte gayeler besleriz içimizde biz. Şikâyet etmeden ölmeyi biliriz. Bunca çirkin müşteri için sunî güzellikleri vitrinlere asıp seyre dalmanın anlamı yoktur besbelli. Güzelliğin kendisinedir özlemimiz. Bu yüzden esenlikler kavanozunun kapağı açılmayacak kışlar boyu unutma. Bekleyeceğiz. Dinleyeceğiz kasvet türkülerini bir süre daha. Ta ki emin oluncaya biz, doğrulara sevdalandığımızdan. … Bilirsin; ümitlerimiz tatminlere kurban gitti hep bizim. Korkuyla baktığımız acılara karıştı düşlerimiz. Mesrur zindanlarımızı hoyratça yok etti kalıtsal yalnızlık hürriyeti! Oysa biz birbirimizin prangalarında ne de zararsız yaşıyorduk sevgiyi. Düş cellâtları evimizi bastığında bile yağmurları kıskandıracak kadar temizdi gözyaşlarımız. Tebessümlerimiz sonra, her tutunuşumuzda hain bir yoldaş tarafından vuruldular kaza süsü verilmiş kurşunlarla. Çapını genişlettiler vedaların. Her şey doğum sancısı gibi hoyrattı işte, sevgi özürlü çocuklar doğurmaya başladı göstermelik analar. Ve şimdi bu gidiş rüzgârı da hoyrat esiyor yüreğinde bilirim, bu yüzden vaatlerle kandırmayacağım seni. Parmağına takmayacağım dönüş tarihli nişan ahdimi. Ve çakallar… Bir an bile sendelersen üstüne üşüşecekler dikkat et. Bir an aldanırsan makyajlı yüzlerine, siyahla boyayacaklar kalbindeki beyazı. Yanaşacaklar yanına “senden”miş gibi. Leşten beter içlerini göremeyeceksin bile, postları öyle güzel olacak ki. Ne isyan edilesi bir şey bulabileceksin yüzlerinde, ne de kaçılası bir tehlike. Aldanma sevgilim ve söyle onlara; içimizdeki protest çocuk çok zamandır susmuşsa da ölmedi! Ölmedik daha söyle onlara. Bir yanımız hâla başkaldırı zinciriyle asılır idam sehpasında bilsinler; onurla! … “Arka sokaklarda gidişler erken doğarmış..!” deyip başını eğerek kapıyı son kez kapatır tüm zâhipler. Bu yüzden eğik başımı alıp erkenden koyulurum yola, tüm seyyahlar gibi. Öyle ya uzundur yol, kolay değildir Züleyha gibi iffet çıkarmak, iffetsizlik hikâyesinden. Hacer gibi ana olmak zordur elbet, yâr olmak zordur. Zordur atıldığın kuyulardan Yusuf gibi çıkmak. Ama gidişimle tarumar edeceğim yıkılmaya şayan görülen çamur yuvalarını. İhanet lekelerini sileceğim kalbinin üzerinden. Sen de ana olacaksın tertemiz. Senin de hikâyene özenecek gelecek yüzyılların tüm canlıları. Kurtuluşunda emekleri olması için kum taneleri birleşecek ve halat olup uzanacaklar atıldığın kuyuya. Gece yarıları koynuna sızabilmek için kâbuslar gelecekse de uykularına, korkma. Göğüs kafesinin artan ritmiyle sessizliğini yırtacak gece. Ve adlarının adınla anılması için tüm çiçekler yeni filizler verecek yattığın toprağa. Mezar taşın sevgilim, mezar taşın böbürlenecek başucunda seni seyre dalabildiği için. … Gidiyorum… Ve heybemde bir düştür ‘sevgi’ Ve dilimde usançlı bir düş(üş) repliğidir ‘sevgili’… … Şu akası yaşlarımız durmak bilmesin artık. Yolda ve kederdeyim gör. Üstelik bol acılı travmalardan zevk alacak kadar da dibe vurdu mutluluk oyunlarım. Gitmeden az önce kanat beni hadi. Kanat ki damarlarıma birikmiş kirli kan boğmasın yüreğimin ümitvar bölgesini. Uzlet yolunun bu ilk dönemecinde kayboluyorum gözlerden. Gidecek daha çok yolum var söyle onlara, şayet ayaklarım dağları arşınlamaktan bîtap düşüp de dönmek fikri sızarsa aklıma, özlersem annemi, ya da hüviyetsiz dolaşmanın özgürlüğü kısıtlarsa(!) gidiş çizelgemi, dönüşüm uzun zaman alacak. Bu yüzden acıklı ve temiz bir veda olsun bu diye, gitmeden az önce ağlat beni ne olur, arındır beni… “Ağlamayalı (arınmayalı) o kadar zaman oldu ki Artık çok yordu beni bu kuru gözler Ağırlıklar yüklüyor daha fazla üzerime” Üzülme. Ben; kırgınlıklar muskası zâhip; giderken dağlar dolusu ayaz bırakacağım sana. Okyanus kadar güneş, kuyu kadar yalnızlık ve sema kadar bırakacağım mavi uçurtmaları. Ve bırakacağım kendimi ayaklarının altına, toprak kadar. Yitirdiği mecalini ancak zirvelerde bulabilecek olan sen, dağlarda üşürsen gün geldiğinde, okyanusa girersin, bir iki kulaçtan fazlasına güç yetiremezsen eğer, güç yetiremezsen engine duyduğun aşk okyanusunda terlemeye; uçurtmanın kuyruğuna ilişip de dolanırsın sema’mda. Sonra tat vermezse yıldızlar sevgilim, ürkütürse kalabalıklar seni, kuyuna iner de bilirsin kendini, yapayalnız bir şuurla tırmanırsın hasret yamaçlarını. Ve beni özlediğinde nihayet, bitirdiğinde kendinle muhakeme işini, yanıma uzanıverirsin usulca. Toprağıma yaşam verirsin can suyunla… Ve üzülme, sen de ağlayacaksın elbet. Bir gün yolda bir çocuğun düşüşünü gördüğünde ve okuduğun kitap elinden düştüğünde o an… Belki annenin yaralarını saramadığında, tüm yaraları yar bilip atlayınca en doruktaki acılardan, paramparça olunca kendisinden yardım beklenen esmer ellerin, hele bir de aynayı görünce melankolik gecelerinin birinde ve aynada kendini göremeyince, ağlayacaksın... Emin ol… Emniyette ol... Son kez duy ki ihanet yaraşmadı hiç bana ve bedeli yokluğumla ödenecek bir kazanç oldu sevgi... |