#1
|
|||
|
|||
GravÜr
Tahta maden ya da taş üstüne şekiller veya harfler çizerek, bu motifi kâğıt üzerine basma tekniği ve sanatıdır. Tahta, gravürcünün ilk malzemesidir. Ağacın lifleri yönünde kesilerek hazırlanmış olan gravür tahtası'na ancak ana çizgileriyle çizilmiş, basit bir desen yapılabilir.
Bu az-çok pürtüklü yüzeyde, kâğıt üzerine çıkması istenen hatlar siyahla belirlenir ve çevreleri çakıyla kazınarak şeklin yüzeyden daha kabarık olması sağlanır; sonra beyaz kalan kısımlar oluklu oyma kalemi'yle kazınarak gravüre bir kabartma görünüşü verilir. Tahta üzerine yapılan bu çeşit yontma gravür Dürer'in eserleriyle doruğuna erişmiştir. Sırsız boyalı gravür ya da uç tahta gravür'de, baskı altında birleştirilmiş veya birbirine yapıştırılmış kare veya dikdörtgen biçiminde küçük tahta parçaları kullanılır. Bu pürüzsüz, her yönde kazınması kolay yüzey, yassı oyma kalemiyle (yassı çapla) veya içi dolu oyma kalemiyle (yuvarlak çapla) işlenir. Uç tahta, gravürcüye, desenin en ufak inceliklerini ve her renk boyayı (açık kurşunîden koyu siyaha kadar) kullanma olanağını verir. Bugün fotomekanik teknikleriyle tahtından indirilmiş olan gravür, XIX. yy .da, çok büyük ustalık isteyen kopya gravürcülerinin uzmanlık konusu olmuştu. Günümüzde, kalın linoleum da (mantarlı muşamba) aynı teknikle, çakı veya oluklu oyma kalemiyle işlenir. Maden Üzerine Gravür Tahtanın tersine, maden üzerine gravür, kalemle oyularak yapılır. Maden olarak asıl gereç bakırdır, ama çelik, çinko ve pirinç de kullanılır. Maden üzerine gravür yapan gravürcüleri birbirinden ayıran nitelik her şeyden önce kullandıkları kalemdir. Dürer ile İtalyan gravürcüsü Mantegna kazı kalemi ustasıydılar, Rembrandt hakkak kalemi'yle ünlüdür, buna karşılık beşik kalem (ucu çok dişli geniş kalem) XVIII. yy. İngiliz gravür sanatının belirgin özelliğidir. Kezzapla gravür yapma yöntemi XVI. yy.da ortaya çıktı. Verniğe bandırılmış bakır levhalar çelik kalemle oyuluyor, sonra asit banyosuna daldırılıyordu; kalemle verniği kazınan yerler asitten etkilenerek eriyip oyuluyordu. Kazı kaleminden daha kolay, hattâ daha aslına sadık iş gören kezzap pek çok ressamın ilgisini çekti, Jacques Callot, Claude Lorrain, İtalyan mimarı Piranesi gibi bir kısım sanatçılar ikinci bir ifade aracı olarak ondan yararlandılar. Estamp Estamp, sanat eserlerinin birçok kopyasını çıkarmak ihtiyacından doğdu: Hıristiyan keşişler kiliselerin duvarlarını süsleyen dinsel resimleri yanlarında taşımak istiyorlardı. Gezici vaizlerin, her biri için bir hikâye anlatmak üzere albüm şeklinde biraraya getirdikleri bu gravürler, Gütenberg'in bastığı ilk kitapların (1475) öncüsü oldu. XIV. yy.ın sonunda, kâğıt parşömenden daha ucuz olduğundan estamp yapımı yaygınlaştı ve resim çoğaltmada en geçerli usul oldu. Eserlerinden birçok kopya yapmak isteyen sanatçılarca çok kullanılan estamp sanatı, büyük sanatçılar tarafından da uygulandı, hattâ eskiden yapılmış eserleri çoğaltmak isteyen basit kopyacılar ve kitap resimleme ustaları da ondan yararlandılar. Bugün bu çeşit gravürcülüğün yerini fotoğrafçılık almıştır. Buna karşılık modern ressamların gözde anlatım araçlarından biri olan asıl gravür, etkisini daha da artırdı. Şimdi gravür yapma usulleri, özellikle fotogravür gibi başka tekniklerin işe karışması nedeniyle karmaşıklaşmış, plastik maddeler gibi yeni malzemenin kullanılması nedeniyle de kabartma estamp sayısı zenginleşerek çeşitlenmiştir. Litografi (Taşbasması) Alman Senefelder (1771-1834) tarafından bulunan litografi yöntemi, resmin kabartısız ve oyuksuz bir yüzey aracılığıyla basılmasını sağlar. Bunun için çok ince dokulu bir kalker kullanılır; sanatçı koyu ve yumuşak bir kursun kalemle ya da fırçayla mürekkep kullanarak resmi bu taşın üstüne çizer. Renkli olarak da yapılabilen litografi gravürcülük gibi özel bir öğrenim de gerektirmez. (Solda) «Kadın» Japon estamp ustası Utamaro'nun (1753-1806) bir eseri. Guimet Müzesi, Paris. (Sağda) İtalyan gravürcüsü Piranesi'nin (1720-1778), 14 parçadan oluşan «Hapishaneler» adlı ünlü gravür dizisinden bir örnek. Tiyatro dekorlarından esinlenen bu gravürlerde gem tanımaz bir hayal gücünün izleri görünür. (Solda) «At» (1911), Raoul Dufy'nin tahta üstüne gravürü. Bu Fransız sanatçı, özellikle lüks baskılı kitapları resimlemek üzere yaptığı çalışmalarla, XX.yy. baslarında gravürcülüğün ilgi görmesini sağladı. (Sağda) Çağdaş Türk gravürünün ustalarından olan Aliye Berger'in bir eseri: «Leylekler». Berger, kısa ama çok canlı ve verimli sanat hayatına çeşitli güzellikleri sığdırmış bir sanatçıdır. Eski İstanbul hayatından bir sahneyi canlandıran bu gravür, batılı bir gezginin eseridir. Sedirleri, sehpaları, nargileleri, duvara gömülü selsebili, sütunlu parmaklığı ile Osmanlı imparatorluğu devrinde tam bir söyleşi atmosferi...
__________________
SALAĞIN TEKİ |