![]() |
![]() |
|
#1
|
|||
|
|||
![]()
DENİZANALARININ BİLİNMEYEN ÖZELLİKLERİ
![]() Hemen hemen bütün iklim koşullarında yaşamlarını sürdürebilen denizanalarının pek çok türü canlılar için tehlikelidir. Saydam bir yapıları olan bu canlıların, vücutlarının alt kısımlarından uzanan dokungaçları vardır. Bazı türlerin dokungaçlarında zehirli bir sıvı bulunur. Denizanaları avlarını bu zehiri fışkırtarak yakalar, düşmanlarını da bu zehirle öldürürler. Zehiri olmayan deniz anaları türleri ise elbette ki savunmasız değildir. Bunlardan kimileri kendilerini korumak için ışık saçma özelliklerini kullanırlar. Düşmanları olan deniz kaplumbağalarından, deniz kuşlarından, balıklar ve balinalardan kurtulmak için planlı ve metodlu bir şekilde hareket ederler. Düşmanlarından kaçarken bütün vücutlarında ışık yanar. Ancak düşman tam onları ısırmaya kalktığında çan görünümlü kısımlarındaki ışığı kapatırlar ve ışığı yanık kalan dokungaçlarını gövdelerinden ayırırlar. Böylece düşmanın dikkati dokungaçlara çekilmiş olur. Denizanaları da bu durumdan faydalanarak hemen oradan uzaklaşırlar. ![]() ![]() Denizanalarının düşmanlarını ya da avlarını görebilecek gözleri, beyinleri yoktur. Denizanaları sadece peltemsi bir su kütlesidir, ancak çeşitli taktikler uygulayarak avlanmak, düşmanlarından kurtulmak gibi bilinçli davranışlarda bulunurlar. Bu bilincin, çözümler üreten aklın denizanalarına ait olamayacağı çok açıktır. İşte denizanaları hakkındaki bilgiler bu bakış açısıyla incelendiğinde ufuk açan, insanı çok önemli sonuçlara ulaştıran bilgiler haline gelmektedir. Denizanalarını ve özelliklerini, yaptıklarını düşünen kişi bu canlıların kendi kendilerine hiçbir şey yapamayacaklarını, herşeye hakim olan bir güç tarafından yönetildiklerini anlayacaktır. Hiç benzeri olmayan bu güç Allah'a aittir. Allah tüm canlıları çeşit çeşit yaratarak, kendi üstün aklını ve benzeri olmayan ilmini bu canlılarda tecelli ettirmektedir. Denizanaları sadece tek bir örnektir. DENİZ KABUKLULARINDAN TARAKLARIN GÖZLERİ ![]() Ne kadar şaşırtıcı da olsa bu mavi noktaların her biri resimde görülen canlıya ait gerçek birer gözdür. Her biri yalnızca 1 mm. büyüklüğe sahip olan bu gözler, son derece küçük olmalarına rağmen bu canlının düşmanlarından kurtulmasını sağlamaktadır. 22 Tarakların bu küçük gözlerinin her biri kendi lens (mercek) ve retinası olan gözlerdir. Bu gözlerdeki mercekler ışığı toplayıp odaklamaya yarar. Ancak bu canlıların beyinlerinde bir görme merkezi yoktur. Yani gözleri tarafından odaklanan görüntüler, canlının beyninde normal bir gözün gördüğü şekilde algılanmaz. Tarakların gözleri üzerinde araştırma yapan bilimadamları bu gözlerin büyük bir olasılıkla görüntü oluşturamadığını tahmin etmektedirler. Öyleyse bu hayranlık uyandıran gözler ne işe yaramaktadır? Taraklar bu gözleri aydınlıkla karanlığı ayırt etmek için kullanmaktadırlar ve böylece kumlu alanlardan yosunlu bölgelere doğru hareket edebilmektedirler. Ayrıca milimetrik gözleri istiridyelere çevrelerindeki hareketleri fark edebilme duyarlılığını da sağlamaktadır. İstiridye bu sayede kendisini avlamak isteyenlerden kaçıp kurtulabilmektedir. ![]() Ve Allah ile beraber başka bir İlah'a tapma. O'ndan başka İlah yoktur. O'nun yüzünden (zatından) başka herşey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 88) MİKRO DÜNYANIN CANLILARI: PLANKTONLAR ![]() Deniz altındaki pek çok canlının temel besini bitkisel ve hayvansal olarak ikiye ayrılan planktonlardır. Bu nedenle planktonların varlığında bir azalma, balinalardan küçük deniz canlılarına kadar pek çok canlı için tehlike oluşturur. Bu mikroskobik canlıların önemi sadece bununla sınırlı değildir. Özellikle bitkisel planktonlar dünya üzerindeki çeşitli dengelerin sağlanmasında önemli bir faktördürler. Fitoplanktonlar bitkisel planktonlardır ve temel olarak deniz akıntılarıyla sürüklenen tek hücreli mikroskobik organizmalardan oluşur. Fitoplanktonlar denizlerdeki beslenme zincirinin ilk halkasını oluştururlar. Ayrıca kara bitkilerinde olduğu gibi, doğrudan güneş enerjisini kullanarak fotosentez yapar ve kendi besinlerini üretirler. Dolayısıyla okyanusların temel organik madde kaynağı olan bitkisel planktonlar, aynı zamanda oksijen çevriminde de dengeleyici bir rol oynarlar. Fitoplanktonların yaptıkları fotosentez işlemleri sırasında havadaki karbondioksit emilir ve büyük miktarda oksijen açığa çıkar, dünyada bitkilerin her yıl atmosfere salıverdiği 110 milyar tonluk miktarın %70'i bu yoldan sağlanır.23 Fitoplanktonu oluşturan tek hücreli suyosunlarına çok sayıda örnek göstermek mümkündür. Yüzeyleri geometrik biçimlerle bezeli olan silisli kapsülleri sayesinde kolaylıkla tanınan Diyatomeler ve iki kamçıları sayesinde yer değiştirebilme özelliğine sahip olan Dinoflagellatlar, fitoplanktonlara örnek olarak gösterilebilir. Hayvansal planktonlar da genel olarak tek hücreli canlılardan oluşur, ama bu grupta çok hücreli hayvanlar da bulunabilmektedir. Hemen hemen bilinen bütün deniz canlısı gruplarının plankton biçimleri vardır. Örneğin omurgasız hayvanlar larva halindeyken balıklar da gelişmelerinin başlangıç evrelerinde denizlerdeki geçici planktonları oluştururlar. Planktonların hem çok değişik türleri hem de her türün kendine özgü özellikleri vardır. Burada anlatılan çok sınırlı örneklerde de görüldüğü gibi, bu mikroskobik canlılarda hem görünüş hem de genel yapı olarak bir kusursuzluk hakimdir. Bu canlılar dünya üzerindeki pek çok dengenin sağlanmasına yardımcı olmaktadırlar. Allah'ın gücü sonsuzdur, dilediğini dilediği şekilde yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. SU ALTINDAKİ BARINAKLAR: MERCANLAR ![]() Polipler de mercan resiflerinde yaşayan bir hayvan türüdür ve dokularının iç yüzeyindeki hücrelerde yaşayan alglerle ortak bir yaşam sürerler. Alglerin klorofil hücreleri vardır, bu sayede fotosentez yapabilirler. Algler oksijen açısından zengin, fakat besin açısından fakirdirler. Diğer bitkiler gibi algler de nitrata ve fosfata ihtiyaç duyarlar. İşte bu noktada iki canlı arasındaki ortak yaşamın önemi ortaya çıkar. Tek başına olsa yaşayamayacak olan bu canlılar birliktelikleri sayesinde eksikliklerini gidererek yaşamlarını sürdürmektedirler. Polip dokularında yaşayan algler, yaşamaları için gerekli olan nitrojen gibi maddeleri poliplerden elde etmiş olurlar. Aynı zamanda da güvenli bir barınağa sığınarak, düşmanlarından da korunurlar. Buna karşılık, polipler de alglerin fotosentez yaparak ürettikleri besinin bir bölümünü alırlar. Bu şekilde polipler, kireç taşından meydana gelen iskeletlerini inşa etmek için ihtiyaçları olan gerekli enerjiyi elde etmiş olurlar.24 Diğer ortak yaşayan bütün canlılarda olduğu gibi, poliplerle algler arasındaki ortak yaşamda da her iki canlının bütün ihtiyaçları en rahat şekilde karşılanmaktadır. Bu canlıları biraraya getiren, her ikisinin de ihtiyaçlarından haberdar olan tek bir Yaratıcı'nın olduğu açıktır. Bu canlılar birbirlerini tamamlayacak, birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde Allah tarafından yaratılmışlardır. Allah deniz altında yarattığı çeşit çeşit canlı ve bu canlılardaki örneksiz yapılar, hayret uyandıran özellikler ile bize sonsuz sanatını ve sınırsız ilmini tanıtmaktadır. Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (Nahl Suresi, 13-14) |
#2
|
|||
|
|||
![]()
DENİZİN GÖZ KAMAŞTIRICI MÜCEVHERLERİ: İNCİLER
![]() İncilerin oluşum aşamaları hayranlık uyandırıcıdır. İncileri genellikle inci midyesi denilen ve pek çok türü bulunan istiridyeler üretirler. Bu istiridyelerin kabuklarının dirençleri oldukça yüksektir. Açılması son derece zor olan dış kabuklarının kalsiyum karbonat esaslı olan bileşimleri birçok düşman için de caydırıcıdır. Kalsiyum karbonat maddesi aynı zamanda istiridyenin inciyi oluşturmasında da önemli rol oynamaktadır. ![]() ![]() Allah Rahman Suresi'ndeki "İkisinden de inci ve mercan çıkar." (Rahman Suresi, 22) ayetiyle incilere dikkat çekmiştir. Ayrıca Kuran'da, dünyada insanlara bir güzellik olarak sunulan incilerden cennet süslerinden biri olarak da bahsedilmektedir. CANLILARDAKİ MÜKEMMEL SİMETRİ ![]() Simetri evrendeki uyumu sağlayan konulardan biridir. Bütün canlılar simetrik bir yapıya sahiptirler. Deniz canlılarına bakın, aynı simetriyi görürsünüz. Balıklar, yengeçler, karidesler, deniz kabukluları… Elinize yandaki resimlere benzer bir çift deniz kabuğu alın ve simetrik olacak şekilde bu kabukları karşı karşıya koyun. Çizgilerin dizilişlerinde, büyükten küçüğe doğru sıralanışlarında yine kusursuz bir düzen ve simetri ile karşılaşacaksınız. Doğadaki hangi canlı incelenirse incelensin her seferinde olağanüstü bir düzenlilik, kusursuz bir simetri ve benzersiz bir renk çeşitliliği görülecektir. Evrendeki herşeyin kendi kendine gelişen tesadüfler neticesinde ortaya çıktığını iddia eden evrim teorisi savunucuları, doğada sergilenen bu renk çeşitliliği, simetri ve düzen karşısında bir açıklama getirememektedir. Böylesine kusursuz bir düzenin kendiliğinden, kör tesadüfler, bilinçsiz olaylar ile açıklanamayacağı açıktır. Evrimcilerin öne sürdükleri hiçbir iddia ile, doğadaki canlıların renklerinin, desenlerinin, simetrinin oluşumunu açıklamaları mümkün değildir. Bu akıl sahibi her insanın hemen göreceği çok açık bir gerçektir. Öyle ki, teorinin kurucusu olmasına rağmen Charles Darwin de bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır: "Parlak renklilik, erkek balıkların kuluçkaya yatması, parlak dişi kelebekler, bu güzelliğin doğal seleksiyonun kontrolü altında gerçekleştiğini düşünemiyorum."25 Elbette ki çevremizde gördüğümüz sayısız güzelliğin, rengarenk kelebeklerin, güllerin, menekşelerin, çileklerin, kirazların, gözalıca renkleriyle papağanların, tavuskuşlarının, leoparların, kısacası tüm ihtişamı ile yeryüzünün tesadüflerle oluştuğunu akıl ve mantık sahibi hiçbir insan iddia edemez. Canlılar bu özelliklere sahip olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Allah'ın ilmi her yeri kuşatmıştır. O'ndan başka ilah yoktur. (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 107) KELEBEKLERİN ÇARPICI ÖZELLİKLERİ ![]() ![]() ![]() ![]() Kelebeklerin sahip oldukları bu renk ve desen çeşitliliği, tıpkı kanatları gibi üstün güç sahibi Allah'a aittir. Allah her canlıya ihtiyacı olan özellikleri verendir. KUŞ TÜYLERİNDEKİ DETAYLI YARATILIŞ ![]() Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa, havayı uçuşa en elverişli şekilde kullanma özelliğini kazandırır. Ancak biraz daha detaya indiğimizde daha da ilginç yapılarla karşılaşırız. Tüylerin her birinin üzerinde, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan tüyler bulunur. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur. Turna kuşunun tüylerinden tek bir tanesinin üzerinde, tüy borusunun her iki yanında uzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bunların her birinde ise 600 adet karşılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine bağlanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Çengellerle kenetlenen bu tüycükler o kadar bitişiktir ki, duman üflendiği takdirde bile aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya daha ağır hallerde gagasıyla tüylerini düzeltmesi, tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir. Kuş tüyünün bu yapısı uçuş için son derece önemlidir; kanatların havayı geçirmemesi sayesinde kuş uçabilir. ![]() Kuş tüylerindeki sayısız renk ve desen çeşitliliği ile birlikte kanatlardaki detaylı yapılar da Allah'ın yaratışındaki üstün sanatı ve ilmi bize gösteren delilerdendir. |
#3
|
|||
|
|||
![]()
ZEHRİ ETKİSİZ HALE GETİREN KUŞLAR: MACAWLAR
![]() Ancak bazı canlılar çoğu insan için eğitim gerektiren bu bilgiye doğuştan sahiptir. Bir bilince, eğitim alacak akla, zekaya kısacası hiçbir şuura sahip olmayan hayvanlar pek çok rahatsızlıklarında kendi kendilerini tedavi ederler. Hayvanların kendi kendilerini tedavi etmek için kullandıkları yöntemlerdeki dikkat çeken nokta hepsinin ne yapacaklarını çok iyi bilmeleri, hangi hastalığa neyin iyi geleceğini tespit etmiş olmalarıdır. Peki bu tespiti yapanlar gerçekten de hayvanların kendileri midir? Hayvanlar bu bilgilere nasıl sahip olmuşlardır? Evrimciler, canlıların bu gibi davranışlarının pek çoğunun içgüdüsel olduğunu iddia eder, ancak içgüdülerin kaynağını, bu davranışların ilk olarak nasıl oluştuklarını açıklayamazlar. Öncelikle canlıların bunları zaman içinde öğrenmelerine imkan yoktur. Örneğin, zehirlenen bir hayvan o anda ölecektir. Zehirlenmesine neden olan etkeni nasıl ortadan kaldıracağını tecrübe etmesi bu durumda mümkün değildir. Kaldı ki bir hayvanın böyle bir şeyi düşünecek bilincinin olmadığı da unutulmamalıdır. Hayvanların kendi kendilerini tedavi ederken sergiledikleri şuurlu davranışları hemen bir örnek vererek görelim. Macawlar tropikal Amerika'ya özgü bir çeşit papağan türüdür. Göz alıcı renkleri ile oldukça dikkat çekici olan bu canlıların asıl şaşırtıcı olan yönleri zehirli tohumlarla beslenmeleridir. Dev bir kancayı andıran gagaları ile çok sert kabukları bile kırabilen bu kuşlar zehirli tohumlar konusunda adeta birer uzmandır. Bu, oldukça şaşırtıcı bir durumdur, çünkü zehirli bir tohum yediğinde kuşun bitkideki zehirden zarar görmesi gerekir. Ancak böyle olmaz ve kuş zehirli tohumları yedikten sonra hemen kayalıklara doğru uçar ve orada bulunan killi kaya parçalarını kemirip yutmaya başlar. Bu davranışın nedeni killi kaya parçalarının tohumların içindeki toksini emmeleri ve zehirin etkisini yok etmeleridir. Kuşlar bu sayede zehirden hiçbir zarar görmeden tohumları sindirebilirler.27 Bir bitkideki zehirin nasıl etkisiz hale getirileceğini Macawlar'ın kendi kendilerine bilmelerinin elbette ki imkanı yoktur. Canlılardaki bu gibi şuurlu davranışların hayvanların kendilerinden kaynaklanmadığı, bunun kaynağının doğada bulunan başka bir güç ya da başka bir etki olamayacağı da çok açıktır. Gözle görülemeyen bir güç tüm canlıların davranışlarını kontrol etmekte yani onlara ilham etmektedir. İşte bu eşi benzeri olmayan güç Allah'a aittir. Üstün ilim sahibi olan Allah gözetendir, yarattıklarını koruyandır. ARI YİYEN KUŞLARIN AKILCI TAKTİKLERİ ![]() Arı yiyen kuşu yuvasını kumtaşı uçurumlarının yüzüne ya da nehrin kıyısındaki sert çamurlara gagasıyla sürekli olarak vurup oyuklar açarak yapar. Oyuk açma işlemine 90-100 cm uzunluğunda dar bir tünel açana kadar devam eder. Yuva kenarlarını açmak için inşaat aracı olarak gagasını kullanan arı yiyen kuşunun kısa ve güçlü pençeleri de kazı işine yardım eder. Yuvanın içinde biriken toprak parçalarını pençeleri ile dışarı boşaltır. Arı yiyen kuşlarının bazı türleri 1000 ya da daha fazla kuştan oluşan koloniler halinde yaşarlar. Bilimadamları bu kadar çok yuvanın içinde her kuşun kendi yuvasını nasıl bulduğuna bir açıklama getirememektedirler.28 Arı yiyen kuşların ilgi çekici özelliklerinden bir diğeri de böcek avlama konusundaki uzmanlıklarıdır. Bu kuşlar arılarla beslenirler. Bu oldukça şaşırtıcıdır çünkü diğer kuşlar için arı yemek öldürücü olabilir. Ancak arı yiyen kuşlar, arıların zehirinden hiç etkilenmezler. Çünkü bu kuşlar yakaladıkları arının karnını önce bir dala sürterek aşındırır, böylece zehiri havaya boşaltmış olurlar.29 ![]() Arı yiyen kuşunun böceğin zehirini nasıl etkisiz hale getireceğini bilmesi elbette kendi iradesiyle öğrenip uygulayabileceği bir davranış değildir. Böyle hayati tehlike içeren bir olayı kuşun deneme yanılma metoduyla keşfettiğini hiçkimse iddia edemez. Bir kuşun böyle akılcı bir taktik izlemesi onun doğuştan bu bilgilere sahip olarak yeryüzüne geldiğini gösterir. Ayrıca kuşun tüm vücut özelliklerinin de bu avlanma işlemine uygun yapıda olması, bu canlının arıları avlayabilecek şekilde yaratıldığının apaçık bir göstergesidir. Arı yiyen kuşları da yeryüzündeki bütün canlılar gibi şu andaki özellikleriyle birlikte Allah yaratmıştır. Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164) KUSURSUZ BİR AVCI KUŞ: KARTAL ![]() Bir kartal uçarken kendisine gereken gücün çoğunu kanatlarını çırpışı sırasında, kanadının aşağıya doğru olan hareketinden alır. Bu yüzden, kartalın kanatlarını aşağıya doğru iten kasların sayısı, kanatları yukarı doğru iten kasların sayısından daha fazladır. Bir kartal için uçuş kasları çok önemlidir. Bu kaslar genelde kuşun vücut ağırlığının yarısı kadar bir ağırlığa sahiptir. Kartallar kanatlarının pozisyonunu değiştirerek daha hızlı veya daha yavaş uçabilirler. Hızlı uçmak istediklerinde, kanatlarının ön kenarlarını rüzgarın içine doğru çevirir ve böylece "havayı keserler". Kendilerini yavaşlatmak istediklerinde ise, bu sefer de kanatlarının geniş kısmını rüzgara doğru çevirirler. Tüm kartalların gözlerinde "niktitant zar" denilen fazladan bir göz kapağı vardır. Bu kapağın işlevi gözleri temizlemek ve korumaktır. Örneğin, kartallar yavrularını beslerken göz kapaklarını genel olarak kapalı tutarlar. Bu yavruların yanlışlıkla ebeveynlerinin gözlerine bir zarar vermesini engellemek için alınmış bir önlemdir.30 ![]() Buraya kadar verilen örneklerde çok açık görülen bir gerçek vardır. Tek bir kartalın bedenindeki tasarımın birkaç detayı dahi tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmeldir. Bu da bize kartalları da tıpkı tüm diğer kuşlar ve tüm diğer canlılar gibi üstün güç sahibi Allah'ın yarattığını açıkça ispatlar. DOĞADAKİ DOKUMA USTALARI ![]() ![]() Dokumacı kuş ilk iş olarak kullanacağı malzemeyi toplar. Ya yeşil ve taze yapraklardan kendine ince uzun şeritler keser ya da yaprakların orta damarlarını kullanır. Özellikle taze yaprakları seçmesinin ise elbete ki bir nedeni vardır. Kuru yapraklardan alacağı malzemeyi kontrol edebilmesi ve bunları dokumada kullanması çok zordur, ancak taze yaprak lifleri ile bu işlemler çok kolay gerçekleşir. Kuş öncelikle çatallı bir dala, bir yapraktan kopardığı uzun bir lifin ucunu sararak işe başlar. Bir ayağı ile lifin ucunu dalın üzerinde tutarken, diğer ucunu gagasıyla idare eder. Liflerin düşmelerini engellemek için onları düğüm atarak birbirlerine bağlar. İlk olarak bir çember oluşturur; bu yuvasının girişidir. Daha sonra ise gagasını mekik gibi kullanarak yaprak liflerini diğer liflerin üzerinden ve altından sırayla geçirir. Dokuma işlemi sırasında her lifin ne kadar çekilmesi gerektiğini de hesaplayabilmelidir. Çünkü eğer dokuması gevşek olursa yuva hemen çöker. Ayrıca yuvanın son halini zihninde canlandırabilmelidir ki, duvarların ne zaman kavisleneceğine veya dışarı doğru çıkıntı verileceğine karar versin. ![]() Görüldüğü gibi, dokumacı kuş yuvasını yaparken hep birkaç aşama sonrasını hesaplayarak hareket etmektedir. Önce yuvası için en uygun malzemeyi toplar, yuvayı dokumaya rastgele bir yerden başlamaz. Önce girişi oluşturur ve oradan duvarlara devam eder. Dokumacı kuşların bu becerilere, tesadüfen, bilinçsizce sahip olduklarını iddia etmek elbette ki imkansızdır. Bu kuşların, kendi başlarına, bu derece karmaşık yapılara sahip yuvalar inşa etmeleri tesadüflerle açıklanamaz. Dokumacı kuşların da tüm canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ettikleri, akıl ve vicdan sahibi her insanın kolaylıkla görebileceği apaçık bir gerçektir. |
#4
|
|||
|
|||
![]()
UÇAN SİNCAPLARIN BECERİLERİ
![]() Uçan sincaplar da insanlar üzerindeki düşünce monotonluğunu, alışkanlık perdesini kaldıracak özelliklere sahip olan milyonlarca canlı türünden biridir. Boyları 45 cm ile 90 cm arasında değişen Uçan sincaplar, Avustralya'da yaşar. Bir ağaçtan diğerine bir planör gibi uçarak geçen bu canlıların bütün türleri ağaçlarda yaşar. Bu canlılar uçmak için kollarının arasında bulunan uçma zarını kullanırlar. ![]() ![]() Bu gerçeği kavramak ve tüm yaşamını buna göre ayarlamak her insanın kendi faydasına olacak bir davranıştır. Çünkü insanın dünyadaki görevi Allah'ın ihtişamlı yaratışını görmek ve bu yaratılış karşısında Allah'ın sonsuz gücünü ve ilmini takdir edebilmektir. Sizin İlahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. (Taha Suresi, 98) GREBE KUŞLARININ YAVRULARINA OLAN ŞEFKATİ ![]() Bu konudaki en güzel örneklerden biri su kuşlarından olan Grebeler'dir. Grebeler yavrularını sırtlarında taşırlar; bu nedenle ebeveynler yavrular için adeta yüzer bir yuva gibidir. Yavrular anne babalarından birinin sırtına çıkar. Anne, yavrularının üstünden düşmemesi için kanatlarını hafifçe yukarıya doğru kaldırır ve yavrularını başını yana doğru uzatarak onları gagasına aldığı besin parçalarıyla besler. (üst resim) Fakat Grebeler'in yavrularına verdikleri ilk şey gerçek bir besin değildir. Grebeler yavrularına ilk olarak su üstünden topladıkları ya da göğüslerinden kopardıkları tüyleri yedirirler. Her yavru oldukça fazla miktarda tüy yutar. Peki acaba bu ilginç ikramın sebebi nedir? ![]() Grebelerinkine benzer şekilde yavrularının ihtiyaçlarını her yönüyle karşılamaya ve korumaya yönelik davranışları tüm canlılarda görmek mümkündür. Doğadaki canlıların her biri yavruları yeterli olgunluğa erişene kadar onların her türlü sorumluluğunu üstlenir, ihtiyaçlarını hiç eksiksiz olarak karşılarlar. Doğadaki canlılar arasında görülen bu davranışlar evrimcilerin "doğa bir savaşım alanıdır, bencil olan, kendi çıkarlarını koruyan üstün gelir" iddialarını tamamen geçersiz kılmaktadır. Canlılardaki bu gibi davranışların kaynağının ise onların kendi aklından kaynaklanamayacağı, bir kuşun, kaplanın ya da başka herhangi bir hayvanın başka bir canlının ihtiyaçlarını düşünerek, ince detayları göz önünde bulundurarak hareket edemeyeceği ortadadır. Bu canlılar Allah'ın ilhamıyla hareket etmektedirler. Allah canlıların her birine davranışlarını ilham eder ve onlar da buna eksiksiz uyarlar. Her biri kendilerini Yaratan Allah'a boyun eğmişlerdir. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilir: Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na gönülden boyun eğmiş bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26) UÇUŞ MAKİNELERİ: YUSUFÇUKLAR ![]() Yusufçuğun vücudu, metalle kaplanmış izlenimi veren halkalı bir yapıya sahiptir. Buz mavisinden bordoya kadar çeşitli renklere sahip olabilen yusufçuğun sırtında biri önde diğeri arkada olmak üzere iki çift kanat vardır. Kanatlar karşıt zamanlı olarak çalışır. Yani öndeki iki kanat yükselirken arkadaki iki kanat alçalır. Kanatların hareketi iki karşıt kas grubunun hareketi ile sağlanır. Kasların bir ucu gövdenin içinde kaldıraç şeklindeki uzantılara bağlıdır. Bir kas grubu kasılarak bir çift kanadın yükselmesini sağlarken, öteki kas grubu da aynı oranda esneyerek ikinci çiftin alçalmasını sağlar. İşte günümüzde yusufçuklardan örnek alınarak üretilmiş olan helikopterler de aynı yöntemle alçalıp yükselir. Yusufçuk böceklerinin kusursuz uçuşları birbirinden bağımsız bu 4 büyük kanadın vücudun ağırlığını taşımasıyla sağlanır. Bu özellik, böceğe ani manevralar yapma, hızını ani artırma ve saniyede 10 metreye varan yüksek bir hızda uçma imkanı tanımaktadır.35 Çok yüksek hızlarda uçarken ani manevralar yapabilen yusufçuğun görme yeteneği de kusursuzdur. Yusufçuk gözü, bilimsel çevrelerde dünyanın en iyi böcek gözü olarak kabul edilir. Her birinde 30.000 kadar ayrı mercek bulunan bir çift göze sahiptir. İki yarım küreye benzeyen ve başının yarısı kadar yer kaplayan gözler, böceğe çok geniş bir görüş sahası sağlar. Yusufçuk, gözleri sayesinde neredeyse arkasında olup bitenleri bile gözleyebilir.36 ![]() ![]() ![]() ÇÖLDEKİ YAŞAM ![]() Kum tepelerinde yaşayan kumul engerekleri (Cerates vipera) kumların altında yaşar. Engerek kuma yanlamasına titremelerle dalar. Kuyruğu soldan sağa doğru hızla hareket eder, sonra bu hareket yılan tamamen gömülünceye kadar üç kıvrım halindeki bütün gövdeyi kaplar. Hayvan bazen tek, bazen de iki gözünü birden dışarıda bırakır. Bu sayede avlanma imkanı bulur. Kum fırtınalarının aniden çıktığı böyle bir ortamda gözleri dışarıda bırakmak aslında yılana zarar verme ihtimali olan bir durumdur. Ancak engereğin gözündeki yapı ile bu tehlike tamamen ortadan kaldırılmıştır. Engereğin gözleri kumun tahrişine karşı saydam kabuktan bir "gözlük" ile korunur. Çölde yaşayan canlılardan başka bir tanesi olan tilkilerin en küçüğü olan krem renkli Fennec tilkisi ise çok büyük kulaklara sahiptir. Bu tilkiler Afrika ve Arabistan'ın kumlu çöllerinde yaşarlar. Geniş kulakları, sadece avlarının yerini tespit etmekle kalmaz; aynı zamanda fazla ısınmayı önleyen bir işlev de görerek hayvanın serin kalmasını da sağlar. (ortadaki küçük resim) ![]() ![]() ![]() Avustralya'da yaşayan çöl kurbağaları ise adeta bir su deposu gibidirler. Vücutlarında bulunan keseleri yağmur yağdığında suyla doldururlar. Daha sonra kuma gömülür ve gelecek olan yağmurları beklemeye başlarlar. Diğer çöl hayvanları da susadıkları zaman bu kurbağaları bulurlar, kumdan çıkararak kurbağadaki suyu içerler. 38 |
#5
|
|||
|
|||
![]()
HAYVAN GÖZLERİNDEKİ ÇEŞİTLİLİK
![]() Kuşlar insanlardan daha hızlı bir görüş gücüne sahiptir ve daha geniş bir açıyı çok daha detaylı tarayabilirler. Bir kuş, insanın parça parça görererek algıladığı birçok görüntü karesini, tek bir bakışta bir bütün olarak görebilir. Bu, avlanmada büyük bir avantajdır. Bazı kuşların gözleri insanla kıyaslandığı zaman 6 kat uzağı görebilir. İnsan için gözünü kırptığında ortaya çıkan anlık görüntü kayıpları çok da önemli değildir. Ancak yüzlerce metre yükseklikte, büyük bir hızla uçan bir kuş için bu önemli bir problem oluşturabilir. Bu nedenle kuşlar gözlerini kırparken hiçbir zaman görüntülerinde kesinti olmaz. Çünkü kuşun, göz kırpma zarı denilen üçüncü bir göz kapağı vardır. Bu zar şeffaftır ve gözün bir yanından diğer yanına doğru hareket eder. Böylelikle kuşlar gözlerini tamamiyle kapamadan gözlerini kırpabilirler. Suya dalan kuşlarda ise bu zar, dalgıç gözlüğü görevini görür ve göze zarar gelmesini engeller. ![]() Balıkların gözleri ise dünyaya şeffaf bir örtü arkasından bakar. Bu perde dalgıçların sualtı gözlüklerini andırır. Küresel ve sert olan göz yapıları yakın plandaki cisimleri görmeye göre ayarlıdır. Balığın gözünün küresel olmasının bir başka nedeni ise ışığın sudaki kırılmasıdır. Göz, neredeyse suyla aynı yoğunluğa sahip bir sıvı ile dolu olduğundan dışarda oluşan görüntüler göze yansırken kırılma gerçekleşmez. Bunun sonucunda göz merceği dışarıdaki cismin görüntüsünü retina üzerine tam olarak odaklar ve balık insanın aksine suyun içinde son derece net görür. GAZELLERİN VÜCUTLARINDAKİ ÖZEL SOĞUTMA SİSTEMİ ![]() Gazelin beyninin serin tutulması için, başının sağ tarafında, kendine has bir soğutma sistemi vardır. Gazellerin ve benzer hayvanların, soluk alma kanallarının ardında uzanan, büyük kan birikintilerinin içerisinden yayılan yüzlerce küçük atardamar vardır. Soluklanmış hava buruna ait bu gölcüğü soğutur, bu yüzden küçük atardamarların içerisinden geçen kan soğumuş olur. Sonra küçük atardamarlar kanı beyne taşıyan tek bir kan damarın içerisinde biraraya gelir. Bu sayede gazel koşarken süratle artan vücut ısısından etkilenmez. Burada dikkat çekici olan nokta, bu kusursuz sistemin zaman içinde kendiliğinden ortaya çıkamayacağıdır. Çünkü beynin soğutulması için gereken bu sistemin var olmaması demek, gazelin ilk koşusunu yapar yapmaz ölmesi demektir.39 ![]() "Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunların arasında olan herşeyin de Rabbidir."... (Şuara Suresi, 28) İNSANIN YARATILIŞINDAKİ İHTİŞAM ![]() Doğum olayı son derece büyük bir mucizedir. Anne karnında hazırlanmış olan özel korunaklı odasında gelişen bebek bir süre sonra dünyaya gelir. İşte bu mucizevi olaydaki detaylar, düşünen her insanı çok önemli sonuçlara götürecektir. Bu sonuca, bebeğin gelişiminde etkili olan detaylardan birini ele alarak birlikte ulaşalım: Plesanta döllenmiş yumurtanın rahim duvarına yerleşmesi için vücut tarafından oluşturulan etli bir dokudur. Bebeğe ait yumuşak kan damarlarını içerir. Bu damarlar bir ağacın kolları gibidir. Plesanta bebeğe besin taşıyan dokularla birleşerek besin, vitamin, mineraller, su ve oksijen gibi anneden gelebilecek her türlü maddeyi bebeğe taşır. 40 Plesantanın bu görevi son derece önemlidir. Çünkü bu doku, hem bebeğin bütün ihtiyaçlarını gidermeli hem de bebeği korumak için seçici olmalıdır. Aslında bu görevleri yapmakla plesanta bebek için, akciğer, mide, bağırsak, karaciğer ve böbrek gibi organların görevlerini yüklenmiş olur. Plesantanın bu alışverişi gerçekleştirmesini sağlayan "korion" adı verilen ince bir zardır. Bu zar anne ile bebeğin kan dolaşımını birbirinden ayırır. Bu zar sayesinde annenin kanı kesinlikle çocuğun damarlarına geçmez. Bebek oksijen ve besinlerini bu zar aracılığıyla alır. Bu arada bebeğin ilk aylarda ihtiyaç duyduğu gıdalar ile sekizinci ve dokuzuncu aylarda ihtiyaç duyduğu gıdalar birbirinden farklıdır. Plesantanın besin alımında bunu da dengelemesi gerekmektedir. Nitekim bütün bunları plesanta kusursuz bir şekilde yerine getirir. Her zaman neyi ne kadar alacağını çok iyi bilir, hep seçici ve dikkatlidir. Bunlar plesantanın özelliklerinden birkaç tanesidir. Burada sorulması gereken bazı sorular ve unutulmaması gereken noktalar vardır. Öncelikle sadece hücrelerden oluşan bir doku olan plesantanın tüm bu hesaplamaları nasıl yaptığı sorusunun cevabı verilmelidir. Bunun yanısıra bebeğin ihtiyaçlarından plesantanın nasıl haberdar olduğu sorusu da cevap beklemektedir. Düşünen bir insan bunları plesanta denen et parçasının kendi kendine yapamayacağını ya da bu özellikleri plesantanın tesadüfen kazanmış olamayacağını hemen görecektir. Bu durumda karşımıza çıkan gerçek yine son derece açıktır: Plesanta dokusu anne karnındaki bebeğin ihtiyaçlarını karşılayabilecek özelliklere sahip olarak Allah tarafından yaratılmıştır. Doğum mucizesi Allah'ın yaratma sanatındaki ihtişamın sergilendiği örneklerden biridir. Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti. (İnfitar Suresi, 6-8) GELİŞMİŞ BİR KLİMA, KUSURSUZ BİR ALGILAYICI: DERİ Şu anda bu kitabın sayfalarını kolaylıkla çevirebiliyorsunuz. Çünkü elleriniz sayfaların dokusunu kavramakta hiçbir problem yaratmıyor. Aynı şekilde düz, kaygan dokusu olan cisimleri de, örneğin, bardakları da elinize alıp taşıyabiliyorsunuz. Bir tüyü ellediğinizde yumuşaklığını, bir kayayı tuttuğunuzda sertliğini hissedebiliyorsunuz. Çünkü deriniz bütün bunları algılayıp beyninize gereken sinyalleri göndererek sizin cisimleri kafanızda şekillendirmenizi sağlayacak özelliklerdedir. ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İnsan derisinin altında yer alan dokunmaya hassas sinirler, olabilecek en iyi biçimde duyarlılaştırılmış ve vücuda dağıtılmışlardır. En çok sinir ucu, parmak uçlarında bulunur. Bu da size hareket kolaylığı sağlar ve hiçbir rahatsızlık vermez. Buna karşın daha "önemsiz" bölgelerde, örneğin sırt bölgesinde oldukça az sayıda sinir ucu vardır. Bu çok önemli bir avantajdır. Bunun aksinin olduğunu düşünelim: Parmak uçlarının son derece duyarsız olduğunu, tüm sinir uçlarının sırtta toplandığını varsayalım. Bu, kuşkusuz oldukça zorluk verici olurdu; elimizi doğru düzgün kullanamazken, sırtımıza temas eden en ufak maddeyi bile -mesela elbisemizin kıvrımlarını- hissederdik. ![]() Birbirinden tamamen farklı yapılardan meydana gelen derinin alt kısmında yağdan oluşan bir katman vardır. Bu yağ katmanı ısıya karşı yalıtım görevi görür. Bu tabakanın üstünde deriye esneklik özelliğini veren ve büyük kısmı proteinlerden oluşan başka bir bölüm vardır. Derimizin 1 cm altını kaldırdığımızda karşılaşacağımız manzara, işte bu yağların ve proteinlerin oluşturduğu, çok çeşitli damarların da bulunduğu estetik olmayan, hatta ürkütücü bile sayılabilecek bir görüntü olacaktır. Deri, bütün bu yapıları kapatıcı özelliği sayesinde hem vücudumuza çok önemli bir estetik katkıda bulunurken, hem de tüm dış etkenlerden korunmamızı sağlar. Derimizi bizim için hayati yapan görevlerinden birkaç tanesini saymak ve bunların üzerinde düşünmek derimizin varlığının ne kadar önemli olduğunun anlaşılması için yeterli olacaktır. İnsan derisi vücudun su dengesinin bozulmasını engeller, dayanıklı ve esnektir, kendi kendini yenileyebilir, vücudu zararlı ışınlardan korur, dış dünya ile olan bağlantıyı sağlar, soğuk ya da sıcak havalarda vücut sıcaklığını korur. Her türlü ihtiyacı karşılayan gelişmiş bir klima ve hassas bir dedektör gibi hareket eden insan derisi, hem görsel olarak sağladığı güzellikle hem de insanı koruyan özellikleriyle Allah tarafından yaratılmış bir nimettir. Tek bir özelliği için sayfalar dolusu kitaplar yazılan deri Allah'ın yaratışındaki ihtişamını bize bir kere daha göstermektedir |
#6
|
|||
|
|||
![]()
KEMİKLERDEKİ KAFES SİSTEMLERİN DAYANIKLILIĞI
![]() Kemiklerdeki düzenin mükemmelliğinin tam olarak anlaşılması için şöyle bir benzetme yapalım. İnsanoğlunun kullandığı en sağlam ve kullanışlı malzemelerden biri çeliktir. Çünkü çelik hem sağlam, hem de esnek bir maddedir. Ancak kemikler katı çelikten daha sağlamdır ve 10 kat daha esnektir. Kemikler çelikten ağırlık bakımından da üstün bir yapıya sahiptirler. Bir çelik karkas insan iskeletine kıyasla 3 kat daha ağırdır. Kemiklerdeki kusursuz yapıyı günümüz yapılarıyla karşılaştırmak da mümkündür. Yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar büyük ve yüksek yapılar yapmak insanoğlu için masraflı, uzun zaman gerektiren ve zor bir işti. Fakat teknolojinin ilerlemesi ile birlikte yapı tasarımında birçok teknik geliştirildi. Bu tekniklerin en önemlilerinden biri "kafes sistemler" olarak bilinen sistemdir. Bu yönteme göre yapının taşıyıcı elemanları, yekpare bir yapıda değildir; bunun yerine birbiri içine geçmiş, kafes şeklinde çubuklardan oluşur. Bilgisayarlarda yapılan karmaşık hesaplar sayesinde, bu teknik kullanılarak büyük köprüler ve endüstriyel yapılar çok daha dayanıklı ve çok daha ucuza inşa edilmektedir. ![]() Eğer aksi olsaydı, yani kemiklerin içi, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, hem kemiklerin ağırlığı insanın taşıyabileceğinin çok üzerinde olurdu, hem de kemiğin yapısı sert olup en küçük bir darbede çatlama ve kırılma yapardı. İnsanoğlunun günümüz teknolojisini kullanarak taklit etmeye çalıştığı kemiklerdeki yapı Allah'ın benzersiz yaratma sanatının örneklerinden sadece bir tanesidir. Allah'ın eksiksiz ve benzersiz yaratmasındaki ihtişamı her insanın kendi bedeninde görmesi ve üzerinde düşünerek şükretmesi gerekir. DÜNYANIN EN BÜYÜK DAĞITIM AĞI: DOLAŞIM SİSTEMİ ![]() Dolaşım sisteminin elemanları insan vücudundaki yaklaşık 100 trilyon hücreyi teker teker gezer. Bu sistemin en önemli elemanı kalptir. Kalp, kirli ve temiz kanın birbirine karışmadan vücudun farklı bölgelerine pompalanmasını sağlayan dört farklı odacığıyla, emniyet sübabı görevi yapan kapakçıklarıyla son derece hassas dengeler üzerine kurulmuş bir düzene sahiptir. Kalbi incelediğimizde, bunun yalnızca bir pompadan ibaret olmadığını, bir de bu pompanın bastığı kanın yönünü belirleyecek "sübaplar" (kapakçıklar) olduğunu görürüz. Bunlar, kalp kasları tarafından pompalanan kanın, tam gereken anda gereken yönde hareket etmesini sağlamaktadırlar. Dahası, kalp, büyük damarlar yoluyla bir taraftan akciğere, bir taraftan da tüm vücuda bağlanır. Vücuda giden damar, az sonra kendi içinde dallara ayrılır, bu dallar daha küçük dallara, onlar da çok daha küçük dallara ayrılırlar. Kılcal damarlara kadar inen bu ayrışma büyük damarlara, sonra daha büyük damarlara ve sonra çok daha büyük damarlara doğru birleşir. Ve tüm bunlar yeniden kalbe döner. Kalpten de, kanın içindeki karbondioksiti vermek ve yerine oksijen almak için akciğere yollanır. Tüm bu dolaşım sistemi, yani kalp, damarlar ve akciğer birarada düşünüldüğünde ortaya çıkan şey ise, tam kompleks bir sistemdir. (Buna, kanı temizlemekle görevli olan böbrekleri, kandaki şeker oranını ayarlayan pankreas bezini, kanın kimyasal bileşimini kontrol altında tutan karaciğeri ve kandaki savunma sistemi elemanlarını da eklediğinizde, ortaya ihtişamlı bir yapı çıkar.) Bu kompleks sistemin parçalarının hepsi birbirleriyle uyumludur ve birbirlerine çok düzgün bir biçimde bağlanmışlardır. Birbirleriyle uyumlu olan tüm bu parçalar, ortak bir amaca hizmet etmektedirler. Ve eğer tek bir parça dahi eksik olsa, sistemde aksaklıklar ortaya çıkar. Bu ise dolaşım sisteminin sahibi olan insanın ölümü ile sonuçlanabilecek durumlara sebebiyet verebilir. Hiçbir kalp, pompaladığı kanı temizleyecek bir akciğer olmadıktan sonra, tek başına herhangi bir bedeni bir dakikadan fazla yaşatamaz. Bu durumda dolaşım sisteminin tek bir anda tüm parçalarıyla var olmuştur. Bu da, kalpteki ve dolaşım sistemindeki kusursuz bir yaratılmışlığı gösterir ve alemlerin Rabbi olan Allah'ın eşi benzeri olmayan yaratma sanatını tanıtır. AKCİĞERLERDEKİ ETKİLEYİCİ YARATILIŞ ![]() Nefes alıp verirken, kendinize şöyle bir bakın. Kaburga kemiklerinizin dışarı ve yukarı doğru hareket ettiğini göreceksiniz. Bu sırada akciğerin altında bulunan diyafram kası da aşağı doğru yassılaşır. Akciğer nefes borusundaki havayı aşağıya doğru çeker. Soluk verildiği zaman da kaburga kemikleri içeri doğru geri çekilir. Kaburganın altında bulunan diyafram kası yukarı doğru hareket eder. Akciğer sıkışınca küçük keseciklerdeki hava nefes borusundan dışarı çıkmaya zorlanır. Koşmak, gülmek, yürümek, yatmak… Siz bunları hiç düşünmeden yaparsınız, ancak bütün bu değişik hareketler sırasında akciğerlerinizde vücudunuzun oksijen ihtiyacını belirleyen otomatik bir solunum denetim sistemi çalışmaktadır. Hareket halindeyken vücut hücrelerinin aktiviteleri artar, hücreler daha çok güç ve enerji harcar. Bu yüzden vücuttaki 100 trilyona yakın hücre normalden daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Oksijen ihtiyacının artmasının yanısıra hücrelerin ürettikleri fazla karbondioksitin de vücuttan hemen atılması gerekmektedir. Eğer artan oksijen talebi karşılanmazsa bu durumdan bütün vücut hücreleri zarar görür. Bu nedenle solunum hızlanır, yani akciğerler daha hızlı çalışır. ![]() Birbirini tamamlayan birçok dengeden oluşan bu sistemin kendiliğinden kör rastlantılar sonucu oluştuğunu iddia etmek elbette ki mümkün değildir. İnsan vücudundaki solunum sistemi Allah'ın yaratma sanatının örneklerinden sadece biridir. KOMUTA MERKEZİ: BEYİN ![]() ![]() Beyindeki bu kusursuz sistemi oluşturan en önemli unsurlardan biri, sayıları 10 milyar civarında olan sinir hücreleridir. Beyindeki sinir hücreleri diğer bütün hücrelerden farklı olarak elektrik akımları ile çalışır. Ve bu elektrik akımları sayesinde bilgi alışverişinde bulunabilir, bilgi depolayabilirler. ![]() Beyindeki birbirine bağlı işleyen bu yapı da insan vücudundaki diğer bütün sistemler gibi her aşamasında mükemmel özelliklere sahip bir yapıdır. Beynin milyonlarca işlevini hiç hata yapmadan, hiçbir karmaşa olmadan gerçekleştirebilmesinin kaynağı ise, sonsuz akla sahip olan Allah'ın onları bu özelliklerle birlikte yaratmış olmasıdır. Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29) |
#7
|
|||
|
|||
![]()
İNSAN BEDENİNDEKİ HABERCİ: HORMONAL SİSTEM
![]() ![]() Bezelye tanesi büyüklüğündeki hipofiz bezi, hormonların yöneticisi ve düzenleyicisidir. Beynin "hipotalamus" isimli bölgesinin kontrolü altında çalışır. Küçük bir et parçası görünümünde olan hipofiz bezi, hipotalamustan gelen bilgiler sayesinde sizin hangi şartlarda neye ihtiyacınız olduğunu, bu ihtiyacı gidermek için hangi organınızdaki hangi hücrelerin çalışması gerektiğini, bu hücrelerin kimyasal mekanizmalarını, fiziksel yapılarını, üretilmesi gereken ürünleri ve üretimin durdurulması gerektiği zamanı bilir. Ayrıca çok özel bir haberleşme sistemi sayesinde bu ihtiyaçların karşılanması için gerekli yerlere bütün emirleri verir. ![]() Siz sadece bir baş dönmesi ya da bir rahatsızlık hissedersiniz ve bunun üzerine bir süre dinlenirsiniz ve rahatsızlığınız geçer. Eğer bu rahatsızlığın nedeni kan basıncınızın düşmesi ise hipofiz bezi hemen devreye girer. Hipofizin salgıladığı moleküller, damarların etrafındaki kasların büzülmesini sağlar. Milyonlarca kasın büzülmesi ve damarların küçülmesi kan basıncını artırır; siz de kendinizi iyi hissedersiniz. Hipofiz bezi hormonların toplu olarak salgılandığı bölgelerden sadece biridir. Bunun dışında böbreküstü bezi, pankreas, eşeysel bezler, tiroid bezleri gibi bölgelerde de hayatın devamı için son derece önemli hormonlar salgılanır. Bu bölgelerden herhangi birinin bozulması veya eksik çalışması durumunda hayatın sürdürülmesi imkansız hale gelir. İnsan vücudundaki diğer sistemler gibi hormonal sistem de kusursuz bir bütünlük içinde çalışır. Bu bütünlüğü sağlayan, insan vücudundaki bu kusursuz haberleşme sistemini yaratan hiç kuşkusuz ki Yüce Allah'tır. DİKKATLİ BİR DENETLEYİCİ: HÜCRE ZARI ![]() İlk duyulduğunda imkansız gibi gelen bu olağanüstü sistem insan ilk ortaya çıktığından beri zaten vardır. Şu anda yeryüzündeki bütün insanların vücutlarını oluşturan yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birinin zarında böyle bir sistem mevcuttur. Hücre zarı, bilinçli bir canlının, yani insanın temel özelliklerinden olan karar verme, hatırlama, değerlendirme gibi özellikler gösterir. Komşu hücrelerle bağlantıyı sağlar, hücreye giriş-çıkışları çok hassas bir şekilde denetler. Sahip olduğu bu üstün karar verme yeteneği, hafızası ve gösterdiği akıl nedeniyle hücre zarı hücrenin beyni olarak kabul edilmektedir. Ancak burada bilinçli bir hareketinden söz ettiğimiz hücre zarı o kadar incedir ki, ancak elektron mikroskobuyla fark edilebilir. Zar, çift taraflı, uçsuz bucaksız bir duvara benzer. Bu duvar hücreye girişi ve çıkışı sağlayan kapılar ve zarın dış ortamı tanımasını sağlayan algılayıcılarla donatılmıştır. Bunlar hücre duvarının üzerinde yer alır ve hücreye yapılan tüm giriş ve çıkışları titiz bir biçimde denetlerler. Hücre zarının ilk görevi hücrenin organellerini sararak birarada tutmaktır. Ayrıca bu organellerdeki işlemlerin devam edebilmesi için gerekli maddeleri dış ortamdan sağlar. Bunu yaparken hücre zarı son derece iktisatlı davranır; hücrenin ihtiyaç duyduğu miktardan fazlasını kesinlikle içeri almaz. Bir yandan da hücrenin içindeki zararlı atıkları anında tespit eder ve hiç zaman kaybetmeden bunları dışarı atar. Hücre zarının görevi son derece hayatidir; en ufak bir hatayı kabul etmez. Çünkü herhangi bir hata veya aksaklık hücrenin ölümü demektir. Yağ ve protein moleküllerinden meydana gelmiş bir katman olan hücre zarının bu tür akılcı hareketlerinin ve bilinçli kararlarının kendisinden kaynaklanmadığı açıktır. Tesadüfen böyle bir sistemin ortaya çıkamayacağını da akıl ve vicdan sahibi her insanın kolaylıkla görebilir. Hücre de onu saran zar da üstün bir ilmin sahibi olan Allah'ın yaratmasıdır. Ve kendilerini kusursuzca yaratan Allah'ın belirlediği görevleri yerine getirmektedirler. MİNYATÜR BİLGİ BANKASI: DNA ![]() DNA, hücrenin ortasında yer alan çekirdekte titizlikle korunmaktadır. İnsan vücudunda sayıları 100 trilyona varan hücrelerin ortalama çapının 'milimetrenin yüzde biri' olduğu hatırlanacak olursa, ne kadar küçük bir alandan söz edildiği daha iyi anlaşılır. Bu mucizevi molekül, Allah'ın yaratma sanatındaki mükemmellik ve olağanüstülüğün açık bir kanıtıdır. DNA'daki bu bilgiler sadece fiziksel özellikleri belirlemez. Aynı zamanda hücre ve vücuttaki binlerce farklı olayı ve sistemi de kontrol eder. Örneğin, insanın kan basıncının alçak, yüksek veya normal olması bile DNA'daki bilgilere bağlıdır. ![]() Gözle göremediğimiz, çapı milimetrenin milyarda biri büyüklüğünde, atomların yanyana dizilmesiyle oluşmuş bir zincirin böyle bir bilgiye ve hafızaya sahip olması ve bir canlının tüm yaşamsal fonksiyonlarının bu bilgi ile yürütülmesi, açık bir yaratılış gerçeğidir. Allah DNA'ya yerleştirdiği bilgilerle gücünün sınırsızlığını ve yaratmada hiçbir ortağının olmadığını bir kere daha göstermektedir. Allah'ın ilminin sınırsızlığı bir ayette şöyle bir benzetme ile bildirilmektedir. De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi. (Kehf Suresi, 109) LEZZET VE GÜZELLİĞİN BİLİNMEYEN KAYNAĞI: MOLEKÜLLER ![]() Maddeye giden ilk basamak olan atomlardan sonra ikinci basamak moleküllerdir. Moleküller, maddenin kimyasal özelliklerini belirten en küçük birimlerdir. Bu küçük yapılar iki veya daha çok atomdan, bazıları da binlerce atom grubundan oluşur. Moleküllerin değişik biçimlerde biraraya gelmeleriyle de çevremizde gördüğümüz çeşitlilik ortaya çıkar. Bunu tat ve koku duyularımızdan örnek vererek görelim. "Tat" ve "koku" dediğimiz kavramlar, aslında birbirinden farklı moleküllerin duyu organlarımızda yarattığı algılardan başka bir şey değildir. Yiyeceklerin, içeceklerin, çeşitli meyve ve çiçek kokularının hepsi yandaki küçük resimde bir örneğini gördüğümüz uçucu moleküllerden ibarettir. Atomlar bir yandan canlı ve cansız maddeyi oluştururken, diğer taraftan da maddeye lezzet ve güzellik katmaktadırlar. Peki ama bu nasıl gerçekleşmektedir? Vanilya kokusu, lale kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum adı verilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelir ve bu alıcılarla etkileşime girer. İşte bu etkileşim beynimizde koku olarak algılanır. Aynı şekilde insan dilinin ön tarafında da dört farklı tip kimyasal alıcı vardır. Bunlar da tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. İşte tüm duyu organlarımızın alıcılarına gelen bu moleküller beynimiz tarafından kimyasal sinyaller olarak algılanır. ![]() Tat ve kokunun var olması insanlar için temel bir ihtiyaç değildir. Ancak kahverengi ve kendine has bir kokusu olan topraktan yüzlerce çeşitte, hoş kokulu ve lezzetli meyve, sebze ve binlerce renk, biçim ve kokuda çiçek çıkmaktadır. Ve tüm bunlar muhteşem bir sanatın ürünü olarak dünyamıza apayrı bir güzellik katmaktadırlar. Bu açıdan renk ve koku da diğer tüm nimetler gibi, sonsuz lütuf ve ikram sahibi Allah'ın insana karşılıksız sunduğu güzelliklerdendir. Yalnızca bu iki algının var olmaması dahi insanın hayatını büyük ölçüde tatsızlaştırmaya yeterdi. Kendisine verilen tüm bu nimetlere karşılık, insana düşen kuşkusuz kendisini her yönden kuşatmış böyle sonsuz bir ikram karşısında Rabbimiz'in dilediği gibi bir kul olmaya çalışmaktır. |
![]() |
|
|