#1
|
|||
|
|||
Can acısı
Kıpkırmızıydı gözleri okul kapısından içeri girerken.Uzun boyluydu. Bacakları gövdesini isteksiz bir şekilde taşıyordu. Yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları uzamıştı. Elleri boştu. Kimseyi görmeden yürüyordu. Okul zilinin çalmasıyla sıraya geçen diğerlerine katıldı. Asıl çile şimdi başlıyordu. İstiklal Marşı için komut verildi. Duymadı bile. Marş bitince sırayla içeri girilmeye başlandı. İki kanatlı okul kapısının tek kanadı açıldı. Açılan kapının önünde nöbetçi öğretmenlerden biri geçti diğerleri de yanına dizildiler. Öğrenciler teker teker içeri girmeye başladı. Ceketlerigömlekleriçoraplarıayakkabılarısaç şekilleri öğretmenlerin standartlarına uymayanlar kenara çekiliyorlardı. Kravatı kaymışgömleğinin üstten iki düğmesi açıksaçları dağınıktı. Yüzündeki kedere rağmen başı dik yürüyordu. Ama baktığı yeri görmüyordu. Matematik öğretmenlerinden birisinin sesiyle irkildi: -Tekin! Geç kenara! Abdullah Hoca’ydı seslenen. Kısa boylutıknazkeldi. Öğrenciler arasında sevilmezdi.Kendini beğenmiş biri olarak bilinirdi. Derin bir nefes alarak kenara geçti. Umursamıyor gibiydi. -Öğrenci değil artistsiniz başımıza. Duymazlıktan geldi. Bütün öğrenciler içeri alınınca onlarla ilgilendiler. Hepsinin numaraları alındı. İçeri bırakıldılar. Sınıfa girdi. Pencere kenarındaki yerine oturdu. Dışarıya çevirdi kafasını daldı gitti. Kimseye selam vermemişti. Bu sınıftakilerin alışık olmadığı bir durumdu. Yanında oturan arkadaşı Kerem sordu: -Hayrola Tekin? Ne bu hal? Duymamıştı Tekin.Sarstı. Umarsızca kafasını çevirdi. Mustafa’ya kan çanağı gözleriyle baktı. Ve tekrar dışarıya döndü. Mustafa o bakışların altından kalkamamıştı. Hiçbir şey soramadı başka. Beş dakika geçmeden öğretmen zili çaldı. Edebiyattı ilk iki saat.Öğretmen geldi. Ayağa kalkıldı.Ders başladı ama Tekin hala kendinde değildi. İlk ders öylece gelip geçti. İkinci derste öğretmen farkına vardı Tekin’in. Seslendi. Tekin duymamıştı. Sorulan soruya cevap vermesini istedi. Mustafa dürttü. Öğretmenle göz göze geldi Tekin. Öğretmen -Evet Tekin cevap bekliyorum. -… - Bilmiyor musun? - … -Cevap versene oğlum! -… - Otur! Sözlün sıfır. Oturdu. Hala tek kelime çıkmamıştı ağzından. Herkes merak ediyordu onun bu halini. Öğretmen klasik sözlerle yarı kızar yarı nasihat eder şekilde konuşuyordu: -On yedion sekiz yaşına geldiniz hâlâ hiçbir şeyin farkında değilsiniz. Öss sınavı gelmiş kapıya dayanmış siz başka havalardasınız. Annenizin babanızın sizi ne zorluklarla okuttuğunu nelere katlandıklarını biliyor musunuz? Önünüzde bunca imkan var. Bizim zamanımızda hiç böyle şeyler yoktu. Sözünü Ahmet kesti: -Bir saniye hocam. Şu söylediğinize kadar haklıydınız ama imkan meselesi farklı. Ne sizden öncekiler ne siz ne biz ne de bizden sonrakiler eşit imkanlara sahip olabilirler. Bize mazeret uyduruyor dersiniz ama siz yetişkinlerin de bahanesi bu. Ne yapabiliriz ki sizin imkanlarınız bizimkilerle bir değilse. Yaşadıklarınız veya yaşayamadıklarınız sizin olsun. Ben kendi hayatıma bakarım sizinkine değil. Bu konuşmaya kadar yetişkin denilen insanların böyle bir mazerete sığınabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Bravo. Ahmet sözünü bitirdiğinde teneffüs zili çalmıştı. Öğretmen hiçbir söz söylemeden dışarı çıktı. Sınıfta bir alkış tufanı koptu. Bu güne kadar hiç birisi böyle bir konuşma yapmaya cesaret edememişti. Tekin hala dışarı bakıyordu. Sevinç yaklaştı yanına usulca..Tekin kalbini kaptırmıştı ona.Ama açılmamıştı. Sevinç de biliyordu ama o da tek kelime etmemişti. Yine de dönüp bakmadı. Sevinç: -Öyle bir halin var ki bu bizim tanıdığımız Tekin değil. Usulca kafasını çevirip baktı Tekin Sevinç’in gözlerine. Tek kelime etmeden döndü yine. -Konuşmayacağını biliyorum.Sanki bir şeyi kaybetmişsin de onu arıyormuş gibi gözlerin. Bana bakarken bile onu arar gibisin. Ne olduğunu bilmiyorum ama seni çok üzdüğü kesin. Bir süre yanında oturdu Sevinç. Sonra birden yavaşça eli Tekin’in eline uzandı. Sıkıp bıraktı.Kalktı yanından. Ders zili çaldı. Sabah Tekin’i kenara çeken matematikçinin dersiydi. İçeri girdi. Herkes ayağa kalktı Tekin oturuyordu. Seslendi: -Beyimiz özel davetiye ister mi? Mustafa yine dürttü Tekin’i. Tekin de kalktı. - Oturun. Arka sıraların birisinden bir ses yükseldi: -Size de günaydın. -Kim söyledi onu. … -Kim söyledi hemen çıksın. … -Demek öyle. Yazılı günü görüşürüz sizinle. -Hiçbir şey yapamazsınız! Dedi Kerim. -Ne diyorsun sen? -Ne dediğimi duydunuz işte. Hiçbir şey yapamazsınız bize. -Gel buraya. Çıktı sıradan hocaya doğru ilerledi. -Niye bir şey yapamazmışım. -Çünkü siz not defterinin arkasına saklanmaktan başka şey bilmeyen bir korkaksınız. Sınıftaki herkes dehşete kapılmıştı. Dimdik hocanın yüzüne bakıyordu Kerim. Suratına inen tokatla sarsıldı. -Hıh! Bu da ancak sizin gibi bir korkağa yakışırdı zaten. -Çabuk çık dışarı seninle idarede görüşeceğiz. -Görüşelim. Kerim yüzündeki kızarıklık ve hafif bir tebessümle birlikte dışarı çıktı. -Demek öyle! Kağıt kalem çıkarsın herkes. Sözlü yerine geçecek sınav yapacağım. Herkes kağıt çıkardı.Tekin ise yine dışarıdaydı. Yanına gitti hoca. -Artist! Sen de çıkar kağıt kalem. Sadece dönüp bakmakla yetindi Tekin. Tekrar kafasını çevirdi dışarı. -Sana söylüyorum artist! Hiçbir tepki vermiyordu Tekin. -Kalk ayağa! Yavaşça ayağa kalktı Tekin. Kızarmış ve nefret dolu gözleriyle hocanın gözlerine baktı. Derdi neymiş küçük beyin? -… -Cevap versene. -Bir şeyim yok. -Kimsin sen? Ne biçim konuşuyorsun benimle? Bir tokat da Tekin’in suratında patladı. Tokadın etkisiyle başı yana savrulmuştu.Tekrar döndü hocaya. Dudağındaki kan damlalarını eliyle sildi. Eline baktı. Mustafa’ya: -Çekil. Dedi. Mustafa kalktı. Tekin sıradan çıktı. Hocanın tam karşısına geçti. Ağzından hala hafif hafif kan geliyordu. Bir daha sildi elini. Tekrar eline baktı. Kafasını kaldırdı. Hiç kimsenin beklemediği bir anda sağ elini kaldırıp yumruğunu öğretmenin suratına indirdi. Yumruğun etkisiyle yere yığılan öğretmen acıdan kıvranıyordu. Sınıfta herkes donup kalmıştı. Zaman akmıyordu. Tekin eğilip yakasından tuttu öğretmeni. Öğretmeni elinden almak için yaklaşmaya kalkanlara: -Yaklaşmayın! Islık gibi çıkmıştı bu sözler. Kimse yaklaşmadı. -Kimsin sen diyordun değil mi? Söyleyeyim sana kim olduğumu. Ben bu ülkenin geleceğiyim. Senin ve senin gibilerin kahrını çekmek için gelmedim buraya. Her türlü kaprislerinize katlanmak zorunda değiliz biz. Öğretmen gibi öğretmenlerin kutsal öğretmenlik mesleğinin adını kirletmeye hakkınız yok! Sizin gibiler yüzünden öğretmen olmak istemiyorum işte. Küçük beyin neyi olduğunu da sormuştunuz değil mi? Babam beni sizin lanet bir yer haline getirdiğiniz bu yerde okutabilmek için inşaatlarda boya yapıyor. İki gün önce sen öğretmen evinde oaaae dönerken o çalışıyordu. Yanına gidiyordum. İnşaata yaklaşmıştım.Üzerinde durduğu iskelenin çürük tahtası kırıldı ve babam gözlerimin önünde dördüncü kattan aşağı düştü. Babam öldü! Anlıyor musun? Babam öldü! Geri getirebilecek misin onu bana? Sen mi bakacaksın bana hasta olduğumda? Sen mi kaldıracaksın düştüğümde? Sen mi?! Ne olacak şimdi biliyor musun? Tüm hayallerimden vazgeçip ben çalışacağım. Çünkü okuyacak param yok! Beni disipline vereceklerzaten büyük ihtimalle de atılırım. Ama umrumda değil! Çünkü babam ne olursa olsun başımı dik tutmayı öğretti bana. Senin gibilere rağmen başım hep dik yürüyeceğim. Kerim çok haklıydı. Sen korkağın tekisin! Konuşurken sarsıyordu öğretmeni. Bağıra bağıra söylemişti bütün sözlerini. Son bir kez baktı öğretmenin gözlerine. Kapatmıştı gözlerini öğretmen. -Aç gözlerini! Korkarak açtı gözlerini. -Bak gözlerime! Üç gündür uyumuyorum. Dünyam yıkıldı.Canımın bir yarısı gitti. Babam öldü! Yavaşça bıraktı öğretmenin yakasını ve çıkıp gitti sınıftan. Bir daha okula uğramadı. Bir keresinde Sevinç onu bir alışveriş merkezinde temizlikçi olarak çalışırken görmüştü ama Tekim onu tanımazlıktan gelmişti. Utandığından değildi. Sonuçta o da bir işçinin çocuğuydu ama geçmişinden silip atmak istediği çok şey vardı. Ve bunun mümkün olmadığını bildiği için kaçıyordu.
|