
"Türk Milleti daha dindar olmalıdır

yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime

bizzat hakikate nasıl inanıyorsam

buna da öyle inanıyorum."
-Mustafa Kemal Atatürk-
Atatürk

İslam ahlakını ve dinimizin vecibelerini daha aile ocağındayken öğrenmiş

tahsil yaşamı boyunca da bu bilgilerini pekiştirerek geliştirmiştir. "Ilımlı-modern-dindar" yapının

en güzel örneği ve en başarılı uygulayıcısı

laik Cumhuriyetimiz'in kurucusu Büyük Önder Atatürk'tür. Ulu Önder

her zaman gericilikle mücadele ederken İslam'ı yüceltmiş; dolayısıyla bu ikisi arasındaki ayrımı en doğru biçimde yapmıştır. Tekke

türbe ve zaviyeler onun döneminde kapanmış

ama ilk Türkçe Kuran meali de yine onun döneminde yayınlanmıştır. Türk insanının ihtiyaçlarını ve özelliklerini çok iyi bilen

gericiliğe

yobazlığa her zaman karşı olan Atatürk

Türk Milleti'ni dinin özüne yöneltmeyi amaçlamış ve bugün milletçe ulaşmayı hedeflediğimiz yapıyı her yönüyle tecelli ettirmiştir.
Şüphesiz ki din

Büyük Önder'in de dikkat çektiği gibi demokrasinin ve milli bütünlüğümüzün vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Bir milletin fertlerini birarada tutan en güçlü bağ olan din

aile

ahlak ve devlet müesseselerinin de devamını sağlayan en önemli unsurdur.
Dinin var olmadığı veya dini değerlerin ortadan kalktığı bir toplumda

bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak aile

ahlak ve devlet kavramları da geçerliliğini yitirecek ve kısa süre içinde ortadan kalkacaktır. Böyle bir gelişme ayrıca

tarihi ve kültürü ne kadar eskiye dayanırsa dayansın bir milleti birbirine bağlayan milli ve manevi tüm bağların parçalanmasını

anarşinin hortlamasını ve toplumun bölünmesini kaçınılmaz hale getirecektir.
İşte bütün bu nedenlerden ötürü

toplum dokusunun vazgeçilmez parçası niteliği taşıyan din müessesesinin devamını sağlayamayan bir ulusun sosyolojik ve bilimsel açıdan ayakta durması mümkün değildir. Gerek kişi

gerekse toplum açısından dinin lüzumlu bir müessese olduğunu belirten

siyasi alanda yaptığı sayısız reformla bu sağlıklı bakış açısını geniş kitlelere yaymayı hedefleyen Büyük Önder Atatürk

Türk Milleti'nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"; "Din vardır ve lazımdır." (Yakınlarından Hatıralar

Asaf İlbay

s. 102) sözleriyle teşvik etmiştir. Milletini

batıl inanışlardan arındırıp

gerçek dine yöneltmeyi amaçlamıştır. Bunun için de Kuran'ın kolay bir şekilde okunup anlaşılmasını sağlamak amacıyla Türkçeye çevrilmesi emrini vermiştir:
"Sonra Kuran'ın tercüme ettirilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim." (Atatürk'ün Temel Görüşleri

Fethi Naci

s.55)
Kuran'ın Türkçeye çevirilmesi emrini verirken

Atatürk'ün isteği Müslüman milletinin imanının güçlenmesidir. Bunu ifade ettiği sözleri şöyledir:
"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi

ahlaki gıdalarına en yüksek

en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır

beyni temizlenir

imanı kuvvetlenir

kalbi cesaret bulur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri

c. 1

s. 225)
Büyük Önder

gerçek dinin temelini ve Müslümanların konuyu hangi kıstaslara göre değerlendirmeleri gerektiğini 7 Şubat 1923 tarihinde

Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere şöyle ifade etmiştir:
"Allah birdir

şanı büyüktür. Allah'ın selameti

sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası

hepimizce bilinmektedir ki

Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla

mantığa

gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri

c. 2

s. 93)
Atatürk

İslam dininin tamamen ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu bir başka sözünde de şöyle ifade etmiştir:
"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla

tekniğe

ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.

. İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin

bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur

hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz" (Atatürk"ün Söylev ve Demeçleri

1959

c.2

s. 90)
Büyük Önder Atatürk

Türk Milleti'nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini de

sıklıkla vurgulamıştır. Ayrıca

Atatürk'ün Osmanlı Devleti'nin çöküşünü dine bağlayan

Türk düşmanlarına yanıtı ise kesin bir şekilde olmuştur:
"Düşmanlarımız

bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor

duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların

erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey

Müslüman erkekle

Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki

bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri

1959

c.2

s.86)