![]() |
![]() |
#2
|
|||
|
|||
![]()
KISACA YAZARI TANIYALIM:
Turgut Özakman, 1930'da Ankara'da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir süre avukatlık yaptı. Köln Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsü'ne devam ettikten sonra Devlet Tiyatrosu'na dramaturg olarak girdi. TRT'de Merkez Program Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel Müdür Başyardımcılığı ve 1983-1987 yılları arasında Genel Müdürlük yaptı. 1988-1994 arasında Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu'nda üyelik ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Evli. Üç çocuğu, üç torunu var. 28 Eylül 1998'de, 'üstün hizmetleri dolayısıyla' Anadolu Üniversitesi'nce 'fahri doktor' unvanı verilen Özakman, sayısız esere imza attı. 2002 Nisanında Eskişehir Belediye Başkanlığı, açtığı ikinci tiyatroya 'Turgut Özakman Sahnesi' adını verdi. KİTABA DAİR ELEŞTİRİLER: Kitaba olan ilgi alaka en üst düzeyde. Kitap şu an yaklaşık 140 baskı yaptı ve 300.000'den fazla satmış durumda. Aslında kitap için yapılan eleştiriler genelde oldukça müspet ve duygu yüklü! Bu yüzden o tür eleştirilere hiç değinmeyeceğim! Kitap üzerinde yapılan bir takım polemikler var ben esas onlar üzerinde durmak istiyorum! 1- Kitabın bazı güç odaklarınca(derin devlet ya da Genelkurmay tarafından) ısmarlama olarak yazdırıldığı polemiği. Bana göre ister ısmarlama ister kendiliğinden yazılmış olsun bunun hiç önemi olmadığını düşünüyorum. Kim ne niyetle ısmarlamış olursa olsun helal olsun diye düşünmekteyim. İyi ki ısmarlamışlar Turgut Özakman'da iyi ki yazmış bu şaheseri. Bu konunda bence hiç önemi yok! 2- Atatürk'ün ilahlaştırma çabalarında son mertebe olması polemiği. Aslına bakılırsa bu polemik azıcık haklı gibi görünsede şahsi kanaatim 20.yy'ın dahisi bir devlet adamı, lider, asker olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu övgüyü hak ediyor. O ve silah arkadaşlarının öngörülemez mantık ve taktikleri yokluk içerisinde o savaşlar kazanılmıştır. 3- Mehmet Akif Ersoy ve İstiklâl Marşımızdan hemen hemen hiç bahsedilmemesi polemiği. Benim tek katıldığım eksiklikte bu. Kitapta İstiklâl Marşımızın kabulü hiç bahsedilmemiş, Mehmet Akif Ersoy'dan ise tek pasajla bahsedilip geçilmiştir. Bunun neden olduğunu da hiç anlayamadım. Unutulmuş mu, atlanmış mı bilemem ama kitabın tek eksiği bu! İnşaallah gözden geçirilecek yeni baskılarda bu eksiklik giderilir ya da bu konuyla ilgili yeni bir destan yazılır. 4- Kitabın tarih kitabı olarak lanse edilmesine rağmen roman oluşunun gözardı edilmesi polemiği. Doğru bu kitap bir tarih kitabı değil. Yazarı roman olarak tanımlamış. Aslında romandan çok bir anılar almanağı. Yine doğru bir tespitte roman ya da benzeri edebi metinlerden tarih öğrenilemeyeceği! Ancak bana göre bunun iki istisnası var! a- Kilit-Anahtar-Kapı-Konak-Çatı-Üçler Yediler Kırklar-Bu Atlı Geçide Gider-Geçitteki Ülke-Darağacı-Gecevakti Gündönümü-Sabır-Ebemkuşağı'ndan oluşan Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun 12 ciltlik dev eseri ve Turgut Özakman'ın Şu Çılgın Türkler isimli şaheseri. Bu kitaplardan bal gibi tarihte öğreniyoruz. KİTAPTAN BAZI PASAJLAR: "Sabah İstanbullular, Kızılay'ın çağrısına uyarak para yardımı yapmak üzere gazetelerde sıraya girdi. İleri gazetesinin dar idarehanesine sığmayanların büyük kısmı, dışarıda kalmıştı. Kaldırımın sonunda bir işgal devriyesi göründü. Düzenli adımlarla yaklaşmaya başladı. İşgal askerlerine, her zaman kenara çekilerek yol veren İstanbullular, bu sefer kıllarını bile kıpırdatmadılar. Devriye kolu, kalabalığın arasından geçmeyi göze alamadı, yola inerek geçip gitti. İçerde, daha afyonu patlamamış olan huysuz idare memuru, bir deftere, söylene söylene, bağış yapanın adını ve bağış miktarını yazıyordu. 'Kahveci Ali, 100 kuruş.' 'Eskici Yusuf, 50 kuruş.' 'Hallaç Asım, 75 kuruş.' 'Bakkal Ahmet, 100 kuruş.' 'Terlikçi Adem, 200 kuruş.' Sırada, küçük, cılız bir oğlan vardı. Bir önceki bağışçının çocuğu sanan memur, öfkeyle, yürüyüp yol vermesi için işaret etti. Ama çocuk yürümedi, büyük bir ciddiyetle, bütün servetini çıplak masanın üzerine bıraktı: 'Hasan, 5 kuruş.' Suratsız idare memurunun birdenbire gözleri doldu. Ağladığını göstermemek için yüzünü, kocaman mendilinin arkasına saklayarak gürültü ile burnunu sildi." "Yetmiş beş kağnılık bir kağnı kolu İnebolu-İkiçay'dan yola çıkmak üzere idi. Zafer Kemal 'Uğurlar olsun anam!'diye seslendi. Kolbaşı, 'Sağ ol oğul' dedi, elindeki sopayla öküzünü dürttü.Kağnılar tekerleri inleyerek kımıldayıp yürüdüler. Kağnıcıların hepsi kadındı. Yalnız üçüncü kağnıyı on iki yaşında bir erkek çocuk yediyordu. Kadınlardan biri hamile idi. Yedinci kağnının yanında yürüyen sırım gibi genç kadının ayakları çıplaktı. Bazı kadınlar bebeklerini torbalayıp sırtlarına bağlamıştı. Genç subaylardan biri içi ürpererek, 'Ne mübarek kadınlar bunlar' dedi. Öyleydiler. Yavrularına yiyecek taşıyan anaç kuşlar gibi orduyu besliyorlardı. Kağnı kolu gacırdaya gacırdaya uzaklaşıp gitti." "Ela gözlü bir genç kadın usulca Kara Fatma' nın yanına sokuldu,alçak bir sesle,"Aradığım iti sonunda buldum abla"dedi.Kara Fatma da fısıltıyla sordu: 'Hangisi?' 'Ateşin yanında duran.' Ateşin yanında esmer,kıvırcık saçlı,dolgun dudaklı bir çeteci duruyordu.Kara Fatma'nın bakışından huylanıp başın öne eğerek suratını saklamaya çalıştı. 'Komutan diri isterim dediydi.' 'Öldürmeyeceğim.' 'Peki öyleyse.' Ela gözlü kadın ilerlerdi, tüfeğinin namlusuyla Rum çetecinin çenesinin altına dokundu: 'Kaldır başını!' Erkek başını doğrulttu. 'Bana bak!' Erkek baktı. 'Tanıdın mı beni?' Erkek gözlerini kapadı, zor duyulur bir sesle 'Affet' dedi. Kadın bir adım geri çekildi. Olacağı sezen kadınlar ve çeteciler nefeslerini tuttular. Erkeğin apış arasına ardarda iki el ateş etti. Erkek yakıcı bir çığlık atarak parçalanan kasıklarını tuttu, sarsıla sarsıla dizlerinin üstüne çöktü, başı önünde, ulur gibi bağırmaya başladı. Ela gözlü kadın Kara Fatma'ya minnetle baktı: 'Sağol abla. Belki artık rahat uyuyabilirim.' 'Tamam kızım.' " "Bunları konuşurlarken birden odanın kapısı ardına kadar açıldı. Kapının çerçevesi içinde Emirdağ'ın delisi Battal belirdi. Bağırdı: 'Selamünaleyküm!' Kaymakam öfkelendi: 'Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık dışarı!' 'Kızma beyim, biliyorum, onun için geldim. Duydum ki Kemal'in askeri çıplakmış. Allah şahidimdir üzerimdekinden başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir.' Yaklaşıp masanın üzerine bir çift ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp odanın ortasında bıraktı.: 'Aha bunlarda çarıklarım. Haydi kolay gelsin!' Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı. Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki. Kaymakam, 'Halktan kuşkulandığımız için tövbe edelim beyler..' dedi,'..Deli Battal gibi bir garibin bile yüreği köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak demektir.Hızlanalım.' " " 'Ağlaşmayı kesin, sıhhiye geldiiii!' Tedavi yöntemleri çok basitti. Tabanı kabaranlara biri süvari çizmesi giydiriyor, öteki sırtına binip bağırıyordu: 'Zıpla!' Asker zıplayıpta yere basınca, taban derisi patlayıp anında ete kaynıyıveriyordu." |
|
|