Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi
 

Go Back   Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi > Genel Kültür > Kültür/Sanat
Yardım Topluluk Takvim Bugünki Mesajlar Arama

gaziantep escort gaziantep escort
youtube beğeni hilesi
Cevapla

 

LinkBack Seçenekler Stil
  #31  
Alt 29 December 2008, 20:52
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Umut Bir Yöntem Olamaz.

Umut Bir Yöntem Olamaz.


KİTABIN ADI Umut Bir Yöntem Olamaz.
KİTABIN YAZARI Gordon Sullıvan (ABD Kara Kuvvetleri Eski Komutanı) Michael V.HARPER

KİTABIN ÖZETİ :

Çalışmanın başından sonnuna dek ABD Kara Kuvvetleri’nden övgü ile bahseden yazar,eserin ilk bölümünde Kara Kuvvetleri’ni gerçekleri ile birlikte örnek göstermiştir.Hem yönetim sistemini , hem deiderlik kültürünü yeniden yapılandırmada en iyiye ulaşmış olan Kar Kuvvetlerinin,yöneticilikle ilgili yeni olgular konusunda iş dünyasına önderlik debileceği bir gerçektir.Çünki dönüşüm Kar Kuvvetleri’nin oldu ğu kadar sivil şirketlerin de problemidir.

“Acaba Kara Kuvvetlerinin uyguladığı yönetim metodları iş dünyası içinde geçerli olabilir mi?” Yazarın bu soruya cevabı olumlu,çünkü Kara Kuvvetleri’nde ve iş dünyasında koşullar ve sorunlar örtüşmektedir.Şöyle ki:

-Rekabet ortamı hızla değişmektedir,

-Gelişen teknoloji,yeni olanaklar aynı zamanda zorluklar yaratmaktadır,

-Elemanların teknik becerileri ve ekip çalışması yetenekleri sürekli geliştirilmelidir,

-Talepler bize beklenmedik görevler yüklemektedir,

-Mali baskılar ,büyük çaplı maliyet kısıntılarını ve küçülmeyi zorunlu kılmaktadır.

Bu benzerliklerin yanısıra Kara Kuvvetleri ile,öteki örgütler arasında farklar da vardır.Ancak ,önemli olan benzerliklerin daha fazla olmasıdır.En önemli benzerlik te “Lider” gerçeğidir. Bu nedenle General Eisenhower gibi bir lideri etkin kılan özelliklerin büyük bir kısmı, General Electric’den Welch ve diğer yöneticilerce de kullanulmaktadır. Hepsinin asıl görevi geleceği yaratmaktır.

Kendi geleceğimizi yaratmak, yarının belirsizliğinde başarılı olacak örgütler kurmakla mümkündür.Bu örgüt kurma süreci değerlere dayanan, vizyon tarafından biçimlendirilen, bir strateji tarafından yönlendirilen, iyi düşünülmüş, eyleme odaklanan ve yapılandırılmış eğitim aracılığıyla olgunlaşmış bir süreçtir.

Yazar çalışmasının ikinci bölümünde ABD Kar Kuvvetleri’nin 1989 yılında başlayan,dönüşüm ihtiyacına değinmiştir. ”Berlin Duvarının yıkılmasıyla,Soğuk savaş dönemine özgü genel giderlerin azaltılması zorunluluğu doğdu.Kara Kuvvetleri küçülmek zorundaydı.Ne var ki,savaşa hazır olmayı muhafaza ederken,üçte birden daha fazla bir oranda ,600 bin kişilik bir azalma söz konusuydu.

Bir kurum olarak Kara Kuvvetleri,misyonunun değişmekte olduğunu kavramaya başlamıştı. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ile karşı karşıya bulunan asker kuşağının hiçte alışkın olmadığı şeylerin yerine getirilmesi isteniyordu. Somali ve Ruanda’da insani yardım, Makedonya ve Sina’da barışı koruma,Kore ve Kuveyt’te caydırıcılık, metropollerde toplumsal huzuru sağlama, Türkiye, Küba gibi ülkelerde sığınmacı operasyonları, çevre felaketleri ile mücadele ve daha birçok başka ulusal ve çok – uluslu operasyon bu görevler arasındaydı.

Berlin Duvarının yıkıldığı gün olan 9 Kasım 1989’dan beri Kara Kuvvetleri değerlerini ve savaşa hazır olma durumunu korumuştur, Ancak yeni ve çok daha geniş bir misyon tarafından yönlendirilmektedir. Modernizasyona ilişkin olarak yeni bir doktrine ve yaklaşıma sahiptir,liderlerini eğitmek ve yetiştirmek için yeni konseptler uygulanmaktadır.

Eser,Liderlerin başarının zirvesinde iken aniden düşebileceklerini belirtmiş ve sebeplerini Liderlik Tuzakları ile açıklamıştır; yazar’a göre Liderlik Tuzakları şunlardır:

1. İşleri aşırı iyi yapma : Herşeyi iyi yapan bir örgüte değişim gerekliliğini kabul ettirmek zordur. Büyüklük ve başarı,kendinden hoşnutluğa,miyopluğa ve sonunda da düşüşe yol açar. İyi liderler ,çevrelerindeki değişimin sürekli bir süreç olduğunu kavramak durumundadır.

2. Yanlış işte Olma : Yanlış işte olma tuzağı,değişimin yol açtığı etkileri kavrayamamanın sonucudur. Bu tuzağa düşen lider genellikle bir değişim cereyan ettiğini fark eder,ama bunun önemini yanlış değerlendirir.

3. Dünü Mükemmel Yapma : Dışardaki değişime ayak uyduramamanın bir başka biçimi de Dünü Mükemmel Yapmadır.Dünü mükemmel Yapan lider,çoğu kez değişim yapmaya ,hatta büyük “ilerleme“ göstermeye çok isteklidir,ancak sürekli eski koşullara göre düşünür.Böyle bir lider büyük bir “sabitleyicidir” ve çoğu kez performansı kesin standartlara göre ölçmek için denetim ve kontrol sistemini oluşturmuştur.

Bu üç tuzağın ortak bir yanı vardır. İster savaş alanında ister yönetim kurulu odasında olsun,lider geleceği doğru tespit edememiştir, çünkü kısa vade ,onun için daha önemlidir.

Artık yöneticilikle liderlik arasındaki fark herkes tarafından bilinmektedir. Liderlik üç boyuta sahiptir. Yönetmek,geleceği yaratmak ve ekip kurmak. Tüm bunlar için lider, düşüncenin gücünü kullanabilmelidir. Çünkü bugün, çok yönlülük ve esnekliğin uzmanlıktan çok daha değerli olduğu bir dünyada yaşamaktayız.

Etkin bir lider; liderlik Eylem Çevrimi’ni her ortamda kullanır. Bu çevrim en basit şekliyle şöyle açıklanabilir:

Liderlik Eylem Çevrimi : Bir Tnk. K.ı önce çevresini gözlemler,bir tehdit unsuru saptadığında buna yönelir ,karar verir ve eyleme geçer. Üst düzey yöneticisi de Tnk.K.na benzer şekilde “Liderlik Eylem Çevrimi” dediğimiz beş adımlı bir yol izler.

- Gözle : Liderlik eylem çevrimi,gözlemekle başlar.Bu aşamada lider,”Ne oluyor ?” “Ne olmuyor?” sorularına cevap arar.

- Düşün : Fikir üretme sürecidir.Bu aşamada lider hedef belirler.

- Karar Ver : Lider,hedefin nasıl ele geçirileceğine karar verir.

- Harekete Geç : Örgüt liderin kararlarını yerine getirmeye başlar.

- Öğrenme : Bu süreçte lider ve örgüt, daha etkin olabilmek için davranışlarında değişiklikler yapar.Kararlarını yeniden düzenler ve hedefleri yeniden belirler.

Bir liderin cesaretle cevaplaması gereken sorular şunlardır:

- Zamamınınızı örgütünüzün gelenekçi bölümleriyle mi,yoksa yenilikçi bölümleriyle mi geçiriyorsunuz

Deney yapma ve öğrenmeyi teşvik ediyor musunuz?

Risk alanları mı,yoksa işi alışıldık şekilde yapanları mı yükseltiyorsunuz?

Yatırım bütçeniz geçmişe mi,yoksa geleceğe mi yönelik?

Kısacası ,”yeninin “mi,yoksa “eskinin”mi bir parçasısınız?

Bir lider, bu sorulara verdiği cevaplara göre kendini değerlendirebilir.

Çalışması süresince sık sık Vietnam Savaşı’nı sorgulayan yazar, bu savaştan sonra büyük ölçüde bozulan K.K.lerini yeniden oluştururken öğrendikleri en önemli dersin, değerlerin önemini kavramak olduğunu ifade etmektedir. Değer;bütün askerlerin, kendilerinden daha büyük bir şeye kendilerini adamalarıdır.Paylaşılan değerler bugün K:K.nin temelini oluşturmaktadır.

Çıkılan değişim yolculuğunda ,özü yani değerleri geride bırakmak,yapılabilecek en büyük hatadır. Bir liderin başarması gereken şey,gerçekleştirmeye çalıştığı şey ile ilgili,ahlaki bir bağıntı yaratmaktır. Etkin bir lider bir örgütü oluşturan insanların içinde derinlemesine kök salmış temel değerlerin,o örgütün özünü oluşturduğunu ve muazzam bir güç kaynağı olduğunu bilir.

Eserin ilerleyen bölümlerde,askerin eğitim seviyesi hakkında yapılan değerlendirme özetle şöyledir:

Bir askerin eğitilebilir olması için en az,başarılı bir lise mezunu olması gerekir. Vietnam Savaşından sonra bu esas hedef olarak belirlenmiş ve 1980’lerde amaca ulaşılmıştır. Körfez Savaşı bu prensibin gerekliliğini ispatlamıştır. Keza orduyu 1/3 oranında azaltırken kaliteli askerler bırakılıp,diğerlerinin terhis edilmesi ile ordu sayısal olarak küçülmüş,nicesel olarak büyümüştür.

Geleceği yaratabilmek söylemi üzerinde her fırsatta durulmuş ve bu düşünceden hareketle VİZYON gündeme getirilmiştir.

Geleceği görmek ,liderin sorumluluğudur. Geleceği yaratabilmek için ilk önce,onu “görmelisiniz. ”Lider kendisini zihinsel olarak geleceğe yerleştirir,aklın gözüyle dönüp geriye bakar. Bu,uzun mesafe koşucularının kullandığı bir tekniktir. Kendilerini “finiş”çizgisine koyar ve “geriye bakıp”kendilerini bu çizgiye doğru çekerler. Kendini finiş çizgisinde,gelecekte görme ,kazanmak için gerekli olan yoğun konsantrasyonu sağlar ve yarışın sürekli heyecan ve acısını azaltır

Vizyon,bir gelecek anlayışıdır. Bugünün yeteneğinin ötesine geçen,bugün ile yarın arasında düşünsel bir köprüdür. Karanlıkta fener olabilmek için vizyon,geleceği insanların kolayca anlayabileceği şekilde tasvir etmelidir. Vizyon örgütün dönüştürülmesindeki birinci adımdır.

Paylaşılan vizyon :

- Topu varoluş duygusu yaratır.

- Kalıcı amaç duygusu yaratır.

- Bir başarı ölçütü içerir.

- Günlük konuları aşmayı sağlar.

- Lidere ve izleyicilerine eylem yetkisi verir.

Geleceğin tasavvur edilmesi ilk önce liderin beyninde gerçekleşmeli,sonra da örgüt çapında konuşulmalı ve uygulanmalıdır. Düşünmek ve yapmak işlev süreci,bir bütündür. Bunu bir ordunun hedefine doğru ilerlemesine benzetebiliriz. Geleceği yaratmak için mücadele ederken,aynı zamanda yakın dönemdeki beklentileri de gerçekleştirmek zorundasınız.

BUGÜN YARIN

Liderler,gelecekten geriye bakmayı öğrenmek zorundadırlar. 1970 ve 1980’lerdeki K.K.leri liderleri,Basra Körfezi’nde başarılı orduyu bu prosesi uygulayarak yaratmışlardır.

1998 Sonlarıda, düşünülmesi olanaksız olanı düşünmek üzere bir Planlama Grubu kuruldu. Devam eden silah indirimi görüşmeleri ve demokratikleşme sürecini de dikkate alan bu grup, kendisine şu soruyu sordu. Sonsuza dek Berlin’de kalacak mıyız? Cevap hayırdı. İşte bu cevap, Avrupa’daki birliklerin ABD içine çekilmesi, müteakiben ne yapılması gerektiği sorunlarında ön almayı sağlamıştır. Bu düşünce tarzı bir askeri güç planlama sürecinin başlatılmasını sağlamıştır. Bu düşünce tarzını “bir sonrakinden sonraki” olarak da tanımlayabiliriz.

Örgütünüz bunalıma girdiğinde yaslanabileceğiniz bir vizyonu olmalıdır. Geleceği görememenin nedeni olarak pek çok şey gösterilse de, bu her zaman vizyon yoluğu ile başlar.

Değerler ve vizyon ne kadar önemliyse de, olumlu değişimin gerçekleşebilmesi için bunların bir stratejiyle bütünleşmesi gerekir.

Stratejinin esas özelliği, amaçlarla araçları birbirine bağlamasıdır. Stratejiyi bir köprü olarak düşünün. Değerler, köprü ayaklarının üzerinde yükseldiği dayanaklardır. Köprünün bu yakası bugünün gerçeğidir. Karşı yakasıda vizyondur. Stratejiniz ise bizzat köprünün kendisidir. Vizyonsuz strateji de anlamsızdır. Birlikte olduklarında ise, başarılı eylemin temelini oluşturacak bir yapı yaratırlar.

Yazar müteakip bölümde “ekipte kurma”nın önemi üzerinde, durmuş ve “liderin en zor ve en zaman alıcı görevlerinden birisi de, ekip kurmak ve ekibi ayakta tutmaktır” fikrine yer vermiştir.

Etkin lider, bağlaşıklar oluşturur ve ekipler kurar, liderliği örgüt çapında dağıtarak, duvarları, tabanları ve tavanları yok eder. Ekip oluşturmak, insanları güçlü bir sorumluluk duygusuyla donatır. Elemanların “Ben yaptım” yerine “Ekip kazandı / kaybetti” demelerini istenmelidir.

Etkinliğin sağlanması için her ekip üyesi, kendisinden ve ekipten ne beklendiğini bilmek durumundadır. Onlara bu bilgiyi vermek çoğu zaman biz liderler tam olarak ne beklediğimizi bilmediğimiz için zordur.

Neyin beklendiğini bildikleri zaman astlar büyük bir güvenle harekete geçer. Bu şekilde yetkilendirildikten sonra astlar, inisiyatif ister ve sorumluluk üstlenir.

Lider sürprizlere hazır olmalıdır; Hiç kemse Berlin Duvarının yıkılacağını, Varoşa Paktı’nın ve Sovyetler Birliği’nin çökeceğini tasavvur etmemişti. Hayat beklenmedik dolu bir yolculuktur. Görevimiz, planlamaya ve güce daha büyük bir esneklik ve çok yönlülük getirerek, zaman geldiğinde tepki oluşturabilmek ve olayın üstesinden gelmektir.

Dolayısıyla lider kendisini, yönettiği insanları ve örgütünü, sürprizlere karşılaşmaya, bunlarla baş etmeye hazırlamalıdır.

Kitap aynı bölümde “Olasılık ve Senaryolar” ve “Tetik Noktaları” konusuna değinmiştir. Bu bölüm, KKT 101-5 Karargahta Teşkilat ve Çalışma Usulleri Talimnamesi’nde yer bulan Komutan Durum Muhakemesi’nin sivil kurumlara indirgendiği imajını doğurmaktadır.

Yarın ile bugün arasında kurulacak dengenin başarıyı getireceğini savunan yazar, “Eğer bugüne fazla vurgu yaparsanız, yarınınızı bugünün yüzeysel bir tekrarı olmaya mahkum edersiniz, eğer yarına aşırı vurgu yaparsanız, yarının üzerine bina edileceği temelin altını oymuş olursunuz.” Demektedir.

Sonuç itibarıyla lider, kaynakların ( zaman, enerji, eleman) bir kısmının geleceğe yöneltilmesi ve bugün ile yarın arasında bir denge kurması gerektiğini bilir.

Kitap müteakip bölümde 1973 yılında kurulan Eğitim ve Doktrin K.lığından bahsetmektedir. Amaç okul sistemini, eğitim merkezlerini ve geliştirme faaliyetlerini biraraya getirmek ve böylece eğitim ve modernizasyon sorumluluğu tek bir örgütte toplamaktır.

Bu bölümde, sadece atış ve sporun değil, her türlü görev için şartlar dikkate alınarak standar belirlemek gerektiği belirtilmiş ve Eylem Sonrası Değerlendirmesi ismi altında, Faaliyet Sonu İncelemesinin (FSİ) önemi vurgulanmıştır. Kitapta konu ile ilgili esaslar ayrıntılı şekilde verilmiştir.

Örgütsel Öğrenme’yi sağlamak için bir paylaşma mekanizması gerekir. Bu maksatla II nci D.S.sırasında Marshall “Öğrenilen dersler” uygulamasını başlatmış, uygulama Kore ve Vietnam’da devam etmiş 1985’te K.K.leri çapında Öğrenilen Dersler Merkezi kurulmuştur. Kitapta konu ile ilgili esaslar verilmiştir.

“İnsana Yatırım Yapmak” adlı bölümde, lider yetiştiren ve “Komutanlık Öncesi Kurs” olarak tercüme edilen, muhtemelen TSK bünyesinde yer alan Harp Akademileri dengi bir okul tanıtılmış, bu okulun eğitim sistemi açıklanmıştır. Buradaki ana fikir ise şu şekilde özetlenebilir.

“Görevimiz bizden sonra örgüte önderlik edecek insanları yetiştirmektir ve buna örgütlerimizin gelecekte yansıtmasını istediğimiz değerleri vermekle başlarız. Lider yetiştirmek, örgütün bugününü ve yarınını kazanma yeteneğini güçlendirmek demektir. Lider yetiştirmek geleceğe temel atmak demektir.”

SONUÇ :

A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Her örgütü, öngörülmesi olanaksız bir gelecekte başarılı olmak üzere, yaratıcı ve uyumlu davranışları kendi kültüründe benimseyecek şekilde, dönüştürmek mümkündür.

B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :

Kitap, liderlik ve vizyon konularını ayrıntılı bir şekilde incelemiş olup, askeri yönetim usulleri ile sivil yönetim usullerinin farklı olmadığı temasını vurgulamıştır. Bu yaparken, KKT 100-15 Ordu ve Kolordu Harekatı (Büyük Birlikler) Talimnamesinde açıklanan Orkestrasyon, Ağırlık Merkezi, Liderlik konularının, KKT 101-5 Karargahta Teşkilat ve Çalışma Usulleri Talimnamesinde yer bulan Komutan Durum Muhakemesi esaslarının sık sık kullanıldığı değerlendirilmektedir.

Ayrıca, Türk Kara Kuvvetleri’nce de esas alınan ve Kara Kuvvetleri Genel Plan ve Prensipler Başkanlığı Bültenlerinde gördüğümüz renkli sayfa uygulaması, Eğitim ve Doktrin Komutanlığı, Öğrenilen Dersler Merkezi gibi uygulamalar kitapta yer almaktadır.

Kitap ayrıca, Lider ve özellikleri konusunda yeni açılımlar sunmakta ve 40 adete yakın liderlik özelliği beyan etmektedir.

C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Liderlik ve vizyon konuları sürekli gündemde olmasına rağmen eserin, her ikisini bilimsel bir tarzda meczederek sunması, bugün ile geleceği ilintilendirmedeki ve Liderlik konusundaki iddialı yaklaşımı, kitabı çekici hale getirmektedir.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
  #32  
Alt 29 December 2008, 20:53
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Asrın Operasyonu

Asrın Operasyonu


KİTABIN ADI Asrın Operasyonu

KİTABIN YAZARI Hakan TÜRK


KİTABIN ÖZETİ :


Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak sahip olduğumuz topraklar stratejik öneminin yanısıra doğal güzellikler bakımından da ehemmiyet arzetmekte ve tabii olarak bilhassa komşu ülkelerin dikkatini çekmektedir. Sıcak harpler döneminin kapanmış olduğu çağımızda, dünya ülkeleri artık soğuk savaş metotlarını kullanarak gayelerine ulaşma yolunu seçmektedirler. Güzel ülkemizin de üzerinde çok yoğun bir soğuk harp karmaşası söz konusudur. Ülkemiz üzerinde gizli düşmanlar çok yoğun istihbarat faaliyetleri yürütmektedirler. Gizli emellerine ulaşabilmek maksadıyla, icap ettiği taktirde terör faaliyetlerine de illegal ve gizli bir şekilde destek vermektedirler.

Ülkemiz üzerinde kaynatılmakta olan cadı kazanı her ne kadar tehlikeli ve karmaşık olsa da genç ve dinamik Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç ve dışta ayakta kalmasını canları pahasına koruyacak ve idame ettirecek kahramanları vardır. Bu kahramanlar başta Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Teşkilatı İstihbarat birimleri ve takdire şayan diğer devlet birimleri personelidir.

SONUN BAŞLANGICI :

EYLÜL 1998’te yapılan son MGK toplantısında alınan gizli kararlar gereği değişen güvenlik konseptinin sonucu : Artık Türkiye PKK örgütüne destek veren ve Abdullah ÖCALAN’I barındıran Suriye’ye karşı ilk kez rest çekerek “güç gösterisi” politikasına girmiştir.

Kara Kuvvetleri Komutanı Org.Atilla Ateş, Hatay’ın Reyhanlı İlçesinde halka hitaben yaptığı konuşmada PKK terör örgütüne destek veren Suriye’yi uyarmıştır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman DEMİREL; TBMM.’de yapmış olduğu konuşmada “Suriye’ye karşı sabrımız taşmak üzeredir, mukabelede bulunma hakkımızı saklı tutuyoruz.” Mesajını tüm dünyaya ilan etmiştir. Bu kanlı terör örgütü lideri ve komuta grubunu topraklarında barındıran ve terör örgütü lideri ve komuta grubunu topraklarında barındıran ve aleni destekçisi olan Suriye hükümetine çok net, anlaşılır, haklı ve etkili nihai uyarı idi. Gerilimin artmasından endişe duyan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, arabuluculuk yapmak maksadıyla, Ankara’ya gelerek temaslarda bulunmuş ama beklediği ilgiyi Türk Makamlarından bulamamıştır.

Baskınlar sonucu ÖCALAN’ın Suriye’yi terkettiği tespit edilmiştir.

Abdullah ÖCALAN Moskova civarında barınırken, Türkiye tüm Avrupa ülkelerini sızma girişimine karşı resm olarak uyarmıştır.

Köşeye sıkışan ve ne yapacağını bilemez duruma gelen terörist başı Rus resmi makamlarından resmen sığınma ve iltica hakkı talep etti. Rus makamlarınını, ÖCALAN’ın talebine sıcak bakması, Türkiye’nin kararlı ve çok sert tavrıyla karşılaşmasına sebep oldu. Türkiye – Rusya ekonomik ilişkilerinin sarsılması durumunda Rusya’nın ne kadar büyük bir zarara uğrayacağı, Türk ekonemisine ne denli bağımlı oldukları Rus yetkilileri tarafından bilinmekteydi. Türkiye devletinin şimşeklerini üzerine çekmek Rusya için olabilecek en kötü durumlardan biridir. Neticede terörist başının Rus topraklarında bulunması ve bunun Türkiye tarafından bilinmesi Rusya’nın tamamen aleyhine idi.

Abdullah ÖCALAN farklı bir isim kullandığı pasaportu ile Roma yakınlarında bir hava limanında yakalandı ve kalp rahatsızlığı nedeniyle, kalmakta olduğu Regina Celia cezaevinden alınarak Palestirina kliniğine götürüldü. Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Abdullah ÖCALAN’ın iadeis konusunda ilk resmi başvurusunda bulundu.

4 ŞUBAT 1999 günü 4 gün kadar ortadan kaybolmuş olan terörist başı muhtemelen bir telefon görüşmesiyle yerini belli etmiş MİT, CIA’dan aldığı teknik destekle ÖCALAN’ın Nairobi’deki Yunan elçiliği ikametgahında olduğunu tespit etmiş ve bilgi Ankara’ya intikal etmiştir.

Ankara’da devletin zirvesinde yapılan değerlendirmede ÖCALAN’ın yakalanması için bir operasyon yapılması kararı alınmıştır.

15 ŞUBAT 1999 tarihinde Yunan Büyükelçisi Kenya’lı yetkililerle görüştürten sonra Abdullah ÖCALAN’a Avrupa’ya gönderilmesi için Nairobi uluslararası havalimanında bir uçak hazırlandığını söylemiş, hatta kendisinden de bu uçakla yolculuk edeceğini taahhüt etmiştir.

Yine de Abdullah ÖCALAN, dokunulmazlığı olan büyükelçinin otomobili ile gitmek istemiş, neticede beş araçlık konvoy Büyükelçilik’ten ayrılmış, hareket edilir edilmez tuhaflıklar başlamıştır. Terörist başının üç polisle içinde bulunduğu araç hızla hareket etmiş ve konvoydan kopmuştur. Bu esnada Abdullah ÖCALAN bir iğne ile uyutulmuş ve Türk Timinin beklediği özel uçağın kapısına kadar ilerlemiş ve uçağa teslim edilmiştir.

Haini taşıyan uçak 03.49’da Bandırma’ya iniş yapmış ve kanlı terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah ÖCALAN İmralı Cezaevi’ne nakledilmiştir. Bu aşamada tarih 16 ŞUBAT 1999’u göstermektedir.

TERÖRİST DEVLETLER :

Teröris olarak nitelenen devletler; Küba, İran, Irak, Libya, Kuzey Kore, Sudan ve Suriye’dir.

DÜNYANIN EN TEHLİKELİ TERÖR ÖRGÜTLERİ :

Dünyanın çeşitli yerlerinde faaliyet gösteren terör örgütleri; Filistin Kurtuluş Cephesi (PLF), Halk Mücadele Cephesi (PSF), 15 Mayıs Örgütü, Abu Nidal Örgütü (ANO), ALEX BONCAYAO (ABB), Kızıl Ordu (RAF), Puka Intı (Sol Rojo, Kızıl Güneş), Halkın Mücahitleri Örgütü (MEK veya MKO), Yeni Halk Ordusu (NPA), Filistinin Kurtuluşu İçin Halk Cephesi-Özel Komutanlık (PFLP-SC), Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (PFLP), Filistin İslami Cihad (PU), Geçici İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (İRA), Tamil Ealem Kurtuluş Kaplanları (LTTE), Japon Kızıl Ordusu (Anti Emperyalist Tugay) (AIIB), Cihad Grubu, Kach ve Kahane Chaı, Demokratik Kamboçya Partisi (Kızıl Kmerler), Tupac Katari Gerilla Ordusu, Ulusal Kurtuluş Ordusu (Kolombiya), Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC), Bask Özgürlük Hareketi (ETA), Manuel Rodrıguez Yurtsever Cephesi (FPMR), 17.Güç, Morazanist Yurtsever Cephe (FPM), Silahlı İslam Grubu (GIA), Hamas (İslami Direniş Hareketi), El-Fetih, Hizbullah, Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu (ASALA), Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Devrimci Halk Kurtuluş Partisi / Cephesi (DHKP/C)’den ibarettir. Bunlardan son dördü Türkiye için tehdit oluşturmaktadır.

TERÖRLE MÜCADELE ŞEHİT VE YARALI VATANDAŞLARIMIZ :

ASKERLER :

4219 şehit, 9053 yaralı olmak üzere toplam 13272 kişi,

DİĞER GÜVENLİK GÜÇLERİ :

1387 şehit, 2216 yaralı olmak üzere toplam 3603 kişi,

SİVİL VATANDAŞLAR :

5316 ölü, 5903 yaralı olmak üzere toplam 11219 kişidir.

SUÇLAMALAR VE İFADELERİ :

Terörist Başı Abdullah ÖCALAN 20 bin suçtan yargılanacaktır. Bu suçlar; 08.11.1984 tarihinde Şırnak Karageçit Köyü’nde 5’i kadın, 4’ü çocuk 9 vatandaşımızın ölümünden, 07.08.1999 tarihinde Bitlis Ahlat Aşağıoluk Köyü’nde bir vatandaşımızını ölümüne kadar olanları kapsamaktadır.

Abdullah ÖCALAN’ın verdiği sayfalar dolusu ifadelerin satır başlarına göz attığımızda kimin kiminle nasıl bir ilişkisi olduğunu görülebilir. Özetle bunlar;

35 bin kişinin ölümünden ben sorumluyum. Bunu kabul ediyorum. Şimdi bütün örgütte “kan dökmeyin” çağrısını yapıyorum. Ben hata yaptım.

Başlangıçta bağımsız kürdistan adıyla bir devlet hayali kuruyordum. Ancak zaman içerisinde kürt halkına, Türk devleti tarafından tanınan haklarla bu fikrimi değiştirdim.Artık Türk ve kürt halkının aynı sınırlar içerisnde, kardeşçe yaşayabileceğine inanıyorum.

Kadınlara düşkünlüğümü herkes biliyor. İnkar etmiyorum. Bu benim zaafım. PKK’nın kurulduğu günden bu yana çok sayıda kadınla birlikte oldum. Sayılarını hatırlamıyorum.

HADEP, PKK ile direkt bağlantılı bir parti. HEP ve DEP’te öyleydi. Ben her zaman HADEP yöneticilerine TC yasalarını zorlamamalarını söyledim.

Yunanistan makamları beni önce Kenya’ya sonrada Güney Afrika’ya götürme sözü verdi. Kenya’ya gittim. Kenya’da yakalanışım ise nasıl oldu hiç anlamadım.

Havaalanına doğru ilerliyorduk. Sonra ne olduğunu bilmiyorum, hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda kendimi uçakta buldum. Karşımda Türk güvenlik görevlileri vardı.

SONUÇ :

A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Kitap, Türkiye’nin yıllardır en büyük sorunu olan ve ülkemizin güçlenmesini istemeyen veya bir biçimde Türkiye’den bazı menfaatler sağlama peşinde olan ülkelerin desteğiyle beslenen PKK terör örgütünün iç yüzünün detaylı bir biçimde ortaya serilmesi ana fikri temelinde şekillendirilmiştir. Yazar, bu ana fikir çerçevesinden ayrılmadan uluslar arası terör kavramını açıklayarak belli başlı terör örgütlerini ve bunları destekleyen ülkeleri açıklamıştır. Ayrıca ülkemizin bütün güvenlik birimlerinin koordineli bir biçimde asrın son büyük operasyonunu başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Bu türden operasyonlar için Türkiye’nin her açıdan hazır ve donanımlı olduğu ön plana çıkan diğer bir önemli noktadır.

B. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Kitabın içeriğinin ülkemiz kamuoyu açısından yeni olan tarafı, Abdullah ÖCALAN’ın yakalanmasını bütün detayları ile açıklaması ve PKK’nın bağlantılı olduğu diğer kişi veya kurumların dış bağlantılarını ayrıntılı olarak ortaya koymasıdır. Titiz ve dikkatli bir çalışma ve derinlemesine bir araştırmanın ürünü olan kitap konunun ilgilileri için önemli bir başvuru kaynağı olacaktır.
Alıntı ile Cevapla
  #33  
Alt 29 December 2008, 20:55
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Bedel

Bedel


KİTABIN ADI Bedel
KİTABIN YAZARI Kenneth GODDARD


KİTABIN ÖZETİ :


Her şey zeki ve çalışkan bir üniversite öğrencisinin, satmakla zorunlu olduğu uyuşturucuların bir kısmını kendine ayırdığının fark edilmesi üzerine, patronlar tarafından feci bir şekilde öldürülmesiyle başlar. Böylece zekilik ve çalışkanlıktan daha da önemli olanın karanlık güce bağlılık olduğu, herkese anlatılmış olur.

Dr.Isaac mesleğinde iddialı bir kimyagerdir. Profesör vermiş olduğu bir konferansta, uyuşturucu ticaretiyle uğraşan ve aynı zamanda psikopat bir katil olan Jimmy Pilgrim’in üzerindeki dikkatini daha da fazla arttırmıştır.

Bu sıralarda, çok uzaklarda giderek yaygınlaşan ve gençleri zehirleyen maddelere karşı savaş açmış olan devlet yetkilileri, çok gizli bir federal teşkilat kurması için Tom Fogarty’e görev vermiştir. Tom Fogarty’e ise federal merkezinden olmayan ve daha evvel kesinlikle işinde açık vermeyen 5 federal ajanı kendi evinde toplayarak onlara görevleri konusunda bilgileri verir. Uyuşturucu şebekesinin başı Locotta ismindeki yer altı patronudur. Locotta’ya bağlı üç büyük patron ve bunlardan en acımasızı olan Pilgrim’in ise sadece kendisine bağlı dokuz adamı mevcuttur.

Pilgrim’in Dr.Isaac’ı kendisi için çalışmasına ikna etmesi fazla zor olmamıştır. Pilgrim, Dr.Isaac’a üniversitede aldığı paranın on kat fazlasını ve istediği bileşeni yapması halinde ise ona büyük bir ikramiye vereceğini, profesörün çalışmalarını destekleyeceğini ve rahat bir çalışma ortamı sağlayacağı garantisini verir. Dr. Isaac bunu fazla zorlanmadan kabul eder. Çünkü çok karlı bir iştir. Bütün bunların karşılığında Pilgrim ise profesörden uyuşturucu maddeler ile aynı özelliği taşımayan fakat, daha da fazla etkisi bulunan bir madde üretmesini istemektedir.

Federal ajanlar ise Pilgrim grubundan başlamayı uygun görürler ve dolayısıyla ilk, Pilgrim’in satıcılarından en aptal olanı üzerinde yoğunlaşacaklardır. Bylighter ismindeki satıcı- diğer adı Gıcırtı - ile temasa geçerler. Fakat umulmadık bazı aksilikler sonucunda Pilgrim’in sağ kolu olan aynı zamanda soğukkanlı ve acımasız katil Raynee’nin kurnazlığı sayesinde 2 federal ajan feci bir şekilde öldürülür.

Federal ajanlar, girmiş oldukları işin ciddiyetini ve iki arkadaşlarının öldürülmesi ile daha fazla çalışmaları ve dikkatli olmalarının gerektiğini anlamışlardır. Gıcırtı’nın bir yargıcın evini soyarken yakalanması , olayın mahkeme salonuna taşınması demektir. Fakat patronlar buna hiçte niyetleri olmadığından rüşvet vererek ve tanınmış olan, en iyi avukatı tutarak Gıcırtı ’yı bu durumdan kurtarırlar. Bu onlar için iyi olmuştur, fakat Gıcırtı ismindeki bu satıcının söyledikleri ve daha da fazla dikkatsizce davranışı patronlarının sonunu getirecektir.

Uyuşturucu timi yavaş yavaş patronlara ulaşmaya başlamıştır. Bunun sonucunda ölümler birbirini izlemektedir. Bu sırada profesörün yaptığı A-17 ismindeki uyuşturucu oldukça yaygınlaşmış ve yeni bir uyuşturucu yaratılmıştır. Gerekli veya gereksiz bir sürü takip ve ölümün ardından patronlar Pilgrim, Raynee ve Locotta yakalanarak, adalete teslim edilir.

Kısa zaman sonra, Locotta ve Pilgrim büyük patronun tutmuş olduğu avukat ve verilen çok büyük rüşvet sayesinde beraat ettirilir. Patron, onlara eski bölgelerine geri dönmelerini ve işleri tekrar yoluna sokmaları emrini verir. Uyuşturucu ajanları ne olacağını bildiklerinden, olaylara kayıtsız kalırlar. Bir süre sonra Locotta ve Pilgrim bir arazide ölü olarak bulunur.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
  #34  
Alt 29 December 2008, 20:55
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart İki Gelinin Anıları

İki Gelinin Anıları


KİTABIN ADI İki Gelinin Anıları
KİTABIN YAZARI:BALZAC / Çeviren : Metin İLKİN



KİTABIN ÖZETİ :

Louise manastırdan yeni çıkmıştı. Sevincinden uçuyordu. Ailesi tarafından zorla manastıra yerleştirildiğinden bu yana o cehennemden kurtulmaya çalışıyordu. Her ne kadar manastır halasına ait olsa da sonuçta yapayalnızdı ve eline geçen ilk fırsatta bu manastırdan kurtulacağını düşünüyordu. Bu tür girişimleri halasının gözünden de kaçmamıştı. Her ne kadar manastır dış dünyanın kötülüklerine karşı bir kalkan görevi görse de halası onun istemeyerek burada kalmasına gönlü razı gelmiyordu. Sonunda olanlar oldu ve halası daha fazla dayanamayıp Louise’in anne babasını ikna etti. Artık Louise özgürdü, istediğini yapabilirdi ama dikkatli olmalıydı; ne de olsa özgürlüğünü yeni kazanmıştı. Anne ve babasının onu karşılaması da hayli ilginç oldu. Ailesi ona çok sıcak davranmıştı. O da bunları boşa çıkarmayacak şekilde karşılık veriyordu. Aslında, ailesinin hareketlerinin yapmacık olduğunu görüyor fakat aldırmıyordu. Çünkü yeni kazanmış olduğu özgürlüğünün onlara ters düşerek elinden gitmesinin istemiyordu. Zaman içinde Paris’in büyüsüne kapıldı. Sürekli balolardan balolara koşuyordu. Ne de olsa aradaki farkı kapatmalıydı. Louise her ne kadar güzel bir kadın olsa da annesi onu gölgeliyor gibiydi. Otuzbeş yaşındaki bir kadın için hala çekici ve göz kamaştırıcıydı. Bir akşam odasında otururken kapısı çalındı ve içeri babası girdi. Çok şaşırmıştı. Babası yıllardır aynı evde olmalarına rağmen hiç yanına gelmemişti. Zaten Louise’in en büyük moral ve sevgi kaynağı bir süre önce ölen büyükannesiydi.

Büyükannesi bir zamanlar Paris’in en güzel kadınlarından biriydi. Aslında Louise’ye göre yaşlılığında dahi hala çok güzel bir kadındı. Louise hep ona özenir ve onun gibi olmaya çalışırdı. Büyükannesi öldüğü sırada Louise manastrıdaydı ve çok üzülmüştü. Büyükannesi ona oldukça yüklü bir miras bırakmıştı ama şu ana kadar kimse ona bundan bahsetmemişti. Babası bu yüzden gelmişti. Geliş nedenini açıkladığında Louise üzülmüştü. Çünkü babasının kendisine biraz olsun ilgi göstereceğini ummuştu. Buna ihtiyacı vardı. Bu güne kadar ailesi ona hiç ilgi göstermemişti ve o da hep bunun özlemini duyuyordu. Fakat gene umduğunu bulamamıştı. Babası hemen konuya girdi. Kendisine bırakılan mirasın devlet tahviline yatırıldığını ve faizinin ise gene hesabına yatırılıp değerlendirildiğini açıkladı. Ancak bu parayı kullanmasına bir süre daha izin verilmiyordu. Daha sonraki bir zamanda Louise’in evlilik konusu gündeme geldi, fakat o evlenmek istemiyordu. Bunun için de elinden geldiğince kararında inat ediyordu. Ancak ailesi ona bir öneri sundu ve o da bunu kabul etmek zorunda kaldı. Anlaşılacağı üzere tekrar manastır konusu gündeme geldi. Evlilik hazırlıkları başlamış ve olağanca hızıyla sürüyordu. Evleneceği adam ise her şeyin farkındaydı ancak Louise’i seviyordu. Bu karşılıksız bir sevgi olsa bile. Louise hayatından memnunmuş gibi görünüyordu ama kocasının artık dayanacak gücü kalmamıştı. Bu karşılıksız sevgiden bıkmıştı. Evlilik çatırdamaya başlamıştı. Yavaş yavaş kavgalar baş göstermeye başladı. Louise’in de dayanacak gücü kalmamıştı. Artık bu evliliğin bitmesi gerekiyordu. Ne de olsa aile baskısı da kalmamıştı. Onu kim tutabilirdi ki? Sonunda beklenen son geldi ve boşandılar. Her iki taraf ta kendi yaşamını kurdu.

Louise bütün malını mülkünü satıp devlet tahvili aldı. Bu iyi bir yatırımdı, çünkü Louise bu sayede normal aylık kazancının iki katını kazanıyordu. Bu kadar hareketli bir yaşamdan sonra huzurlu bir insan olarak yaşamaya başladı. Fakat bu kez de ölüm bütün soğukluğuyla çevresini sardı. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak yaşama gözlerini yumdu.

Elimizde bulunan kitap, Louise’nin ailevi baskılar yüzünden istemediği halde manastıra kapatılmasını, manastırdan kurtulduktan sonra evliliğe doğru sürüklenişini ve boşandıktan sonra ise rahat ve huzurlu bir yaşam yakalayamadan hayattan ayrılışını anlatmaktadır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
  #35  
Alt 29 December 2008, 20:56
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart İnkilap Ve Kadro

İnkilap Ve Kadro


KİTABIN ADI İnkilap Ve Kadro
KİTABIN YAZARI Şevket Süreyya AYDEMİR



KİTABIN ÖZETİ :

BİRİNCİ BÖLÜM

BİR USUL MESELESİ

Bir toplum felsefesi ve milli kurtuluş hareketleri açısından yaklaşınca, insan doğasının teknik sayesinde toplumla arasındaki bağ ortaya çıkmıştır. Ekonomik, dini, ahlaki, hukuki, ideolojik gelişim hep teknik sayesinde sağlanır. Teknik eşit dağıtılmış olsaydı, büyük ihtimalle sanayi de eşit dağılmış olacak ve çelişme ile çatışmalar olmayacaktı. Sonuçta da, milli kurtuluş hareketleri ortaya çıkmayacaktı.Milli kurtuluş hareketlerinin temelinde, emperyalist ülkelerle sanayiden yoksun ülkeler arasındaki çatışma ve toplum içindeki sınıflaşmalar yatmaktadır. Bu ortamda ve çelişmelerde, Türk İnkılabı’ nın aynı çatışmalar ve savlar ile oluştuğu gözlenmiştir.

İKİNCİ BÖLÜM

DÜNYA İKTİSAT BUHRANI İÇİNDE BUGÜNKÜ TÜRKİYE

Daha önce bahsedilmiş olan, inkılap ortamını zorlaştıran temel sorun olarak iktisadi buhran gösterilebilir. Bu buhranın nedeni, aslında üretim ve tüketim dengesizliğidir. Bunun sonucunda da bir düzen sarsıntısı ile otarşi ortaya çıkar. Türkiye Cumhuriyeti de tüm ülkeler gibi bu yeni sisteme alışmalıdır. Sistem içinde, belli faktörler kendini göstermiştir. Bunlar, Sovyetler Birliği faktörleri ve iktisadi bütünleşmedir. Bu faktörler, eski ekonomik düzenden farklı ve eşitliğe dayalı bir sistemi öngörerek, başkaldırı olarak ortaya çıkmışlardır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İNKILAP

Türkiye Cumhuriyeti, yaşayan ve daima ilerleyen bir inkılap içindedir. Elbette ki tüm inkılaplar gibi, gerekirse cebir ve zora başvurarak kendisine karşı olan gerici isyanları ortadan kaldıracaktır. Ancak, böyle yaparsa inkılabın devamı sağlanır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İNKILABIMIZIN İDEOLOJİSİ

Elbette ki her inkılap gibi Türk İnkılabı da bir fikrin ürünüdür. Bu fikrin oluşmasındaki fark - diğer inkılaplardan farklı olarak - kendi yapısı içinde batıdan farklı gelişmiştir. Her şeyden önce, bir sınıf çatışması yoktu; ahlaki çöküntülere karşı idi ve özgür, eşit haklar kavramına dayalıydı. Burada Türk İnkılabını, diğer sömürülen devletlere karşı tarihi bir misyon yüklüyordu.

BEŞİNCİ BÖLÜM

TÜRK İNKILABININ ÇAĞIN AKIŞINDAKİ YERİ

İnkılabımız, tarihin içinde belli yönleriyle farkını belli ederek ortaya çıkmıştır. Bu yönleri ele aldığımızda, dünya toplumlarına örnek olma sebepleri ortaya çıkar. Bu sebeplerin ilki, sömürgeciliği reddeden keyfiyet değişikliğidir. Kapitalizm kendi kendini yok ederken, oluşturduğu köleci sisteme hemen hemen ilk isyan olarak ortaya çıkan Türk İnkılabı, diğer sömürgelere örnek teşkil etmiştir.

ALTINCI BÖLÜM

MİLLİ KURTULUŞ HAREKETLERİNİ ANLAYIŞ

Batı kapitalistleri, sömürgeciliği kendi açılarından uygarlaştırma olarak görürken, sosyalistler de olayı bir propaganda olarak ele aldılar. Birinci Dünya Savaşı sonrasında verilen vaatlere rağmen, gerek Batılılar gerekse yeni oluşan S.S.C.B., özgürlüğe hep kendi yorumları ile yaklaştılar ve söylevlerine rağmen kimseye özgürlük hakkı vermediler.

YEDİNCİ BÖLÜM

MİLLİ KURTULUŞ HAREKETLERİ ARASINDA TÜRKİYE

Her şeyden önce aydın kavramı, dünyadaki kavramdan farklı olarak ortaya çıkmıştır Türk aydınında bu fark, emperyalist sisteme karşı farklı fikirler sunmalarıydı. Kan bedeli ödeyerek elde edilen bağımsızlık, örnek devlet niteliğini gerek ülke içinde, gerek dünya toplumlarına yaygınlaştırma görevini üstlenerek, dünyadaki milli kurtuluş hareketleri içinde Türk İnkılabı’nı hak ettiği yere getirmesini sağlamıştır. Kayıtsız şartsız bağımsızlık anlayışı ile dünyaya önder milli bir kurtuluş hareketi oluşturulmuştur.

SEKİZİNCİ BÖLÜM

İNKILAP KAVRAMI

İnkılap kavramını ele aldığımızda öncelikle, isyan ve kaos yaklaşımları ortaya çıkar. Ancak tarih, inkılabın ne sadece isyan ne de sadece kaos olmadığını göstermiştir. Amacında siyasi iktidar olan inkılap, cebri müdahale ve aksiyonu düzenli bir isyandı. Bizim inkılabımızın hareket noktasında yatan da, bir çelişmedir. Bu çelişme dışa karşı milli kurtuluş hareketi ile, içe karşı ise T.B.M.M. olarak patlamıştır. Her inkılap gibi bizim inkılabımızın oluşum şartlarına da, geniş bir bakış açısı ve evrensel yaklaşım şarttır. Bu yaklaşım ile , belki yıllardır cevapsız kalan ‘ inkılap nerede başlar ve nerede biter? ’sorusuna yanıt bulabiliriz.

Milli kurtuluş hareketi içindeki devletlerin sorunları, kesinlikle gelişmiş ülkelerden farklıdır. Çünkü bu ülkelerdeki amaç sömürü değil, kendi tekniklerini geliştirmek ve büyük memleket olmak; ülke içi kutuplaşma ve sınıf kargaşasını yaratmamak ve son olarak da milli iradeyi koruyarak, ellerinde olmayan ekonomik ve teknolojik desteği sağlayabilmektir. İşte Türk İnkılabı’ nın da bu koşullara uygun olarak gelişmesi şarttır.

DOKUZUNCU BÖLÜM

İNKILABIN NİZAMI

Türk İnkılabı, bir akış içinde gelişen, daimi bir inkılaptır. Birinci Dünya Savaşı sonrası, hatalarını – bir nebze de olsa – anlayan batı dünyası ile birlikte oluşmaya başlayan yeni dünya düzeni içerisinde, Türk İnkılabı da diğer devletler gibi yerini alacak ve oluşan’ Tezatlar Mantığına uygun bir gelişme gösterecektir.

ONUNCU BÖLÜM

MİLLET KAVRAMI HAKKINDA

Millet kavramı, 17. yy. öncesinde yoktu. Daha çok, klanlar ve ırklar vardı. Millet kavramı için kan bağının yanında, kültür ve tarih birliği kavramları da şarttır. Türk Milliyetçiliğinde ise, Atatürk’ ün ‘ Ne Mutlu Türküm Diyene! ’ sözüne paralel bir milliyetçilik gelişmektedir. 17. yy.’ da başlayan milliyetçilik kavramı, 20.yy.’ a kadar gelişimini sürdürmüş ve milli kurtuluş hareketlerine de neden olmuştur. Türk Milliyetçiliği de, gelişimini göstermiş ve sosyal milliyetçilik kavramına yönelmiştir.

ONBİRİNCİ BÖLÜM

DEVLET KAVRAMINI ANLAYIŞ TARZI HAKKINDA

19. yy. Avrupa’sında, uyumlu görünümün altında büyük sorunlar yatmaktaydı; bu sorunlar Birinci Dünya Savaşı’na neden olmuştu. Milli kurtuluş hareketleri de aynı sorunlardan dolayı ortaya çıkmıştır. Milli kurtuluş hareketleri, beraberinde yeni bir anlayışı getirdi. Bu anlayış ‘ devletçilik’ ti. Devletçiliğin ortaya çıkış nedeni ise, milli kurtuluş hareketi içindeki ülkelerin sanayi ve ekonomik güçten yoksun bireylerin, yatırımlara yönelmeyecekleri ve devletin öncelikli yatırımları, eldeki kaynakları ile icra etmesi esas alınmıştır. Bu anlayışta ilk göze çarpanlar, milli güç ve milli emektir. Bu iki faktör, sermaye açığını kapatacaktır. Ayrıca, devletçilik ve Atatürk Milliyetçiliği kesinlikle faşizm değildir, çünkü özünde eşitlik ve insanlara bağımsızlık vardır. Bu sistem içinde gelişen faaliyetlerde amaç, uygun teşkilat yapısı ile özel teşebbüsü emperyalizmden uzakta bir çizgide gelişim sağlayacak şekilde desteklemektir.

ONİKİNCİ BÖLÜM

MİLLİ SERMAYENİN BİRİKMESİ

Yıllardır sömürülen milletlerin en büyük sorunu, kendi kaynak ve sermayelerini başka güçlerin sömürmesi ve kendilerine hiçbir şey bırakmamış olmalarıdır. Bu nedenle milli kurtuluş hareketi sonrası özgürlüklerini elde edince, ellerinde bulunmayan sermayeyi elde etmek için milli bilinç ile hareket edeceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti bu sorundan payını almıştı. Sermaye birikimi için elinde sömürge yoktu. Ayrıca, sömürgeciliğe de karşıydı. Açık bir pazarı yoktu; gelişmiş bir Pazar payları da yoktu ve batı ekonomik desteği hem batılılarca verilmiyor, hem de emperyalist baskıdan korkan Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri de pek sıcak bakmıyordu. Gelişen yeni düzen içinde milli sanayiyi geliştirmek için, milli irade şarttır. Ayrıca, gümrük istiklalinde de tavizsiz, sınırsız bir egemenlik sağlanmalıdır. Bu yollarla milli sermaye birikimi sağlanır.

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MİLLİ KURTULUŞ HAREKETLERİNİN ANA PRENSİPLERİ

Milli kurtuluş hareketleri, emperyalist dünya düzenine karşı varolan gelişmelerin çözülmesi için yapılmış olan, siyasi ve iktisadi özgürlüğe yönelim hareketidir. Sermayeyi bir takım zümrelerin elinden kurtarmak ve topluma yaymak, ızdırap çeken milletleri özgürlüğe yöneltmek gibi prensiplerle yarınlara yön vermeyi amaçlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, verdiği milli kurtuluş mücadelesi ile dünyaya örnek olmuştur.

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KADRO

İlkel toplumlarda bulunmayan üretim fazlalığı teknik ilerledikçe oluşmuş ve bu fazlalığın neden olduğu sınıf farklılıkları toplumları ve ülkeleri kutuplaşmalara götürmüştür. Sömürenlerin eziyetine karşı sömürülen kitlelerin başkaldırısı sonucu ortaya çıkan inkılap hareketlerinin başarısı için mutlaka iyi bir kadroya ihtiyaç duyulmaktadır. Kadro ideale sıkı sıkıya sahip çıkmalı ve inkılap ruhunu yaşatmalıdır. Kadronun başarısı ile Milli Kurtuluş Hareketlerinin başarısı doğrudan orantılıdır.

ONBEŞİNCİ BÖLÜM

İNKILAP VE HEYACAN

İnkılapların sürükleyici gücü heyacandır. Bu heyacanın bilinçli olması ve oluşan fikir akımı içinde zaman ile yokolmayıp aksine gelişmesi gereklidir. Dünyayı saran faşizm kabusuna karşı oluşan eşitlik akımı kollektif bilinç ile yarattığı heyacanın desteği ile tüm dünya toplumlarını etkilemiş ve yeni tarihe yön vermiştir.

ONALTINCI BÖLÜM

OTOKRİTİK

Otokritik, kendi kendini eleştirebilmek demektir. İnkılapçı kadrolar oluşturdukları düzen içinde kendi hatalarını görüp eleştirilerini sağlıklı olarak yapabildikleri ölçüde başarıya ulaşacaklar ve oluşan tepkileri ortadan silebileceklerdir. Zaten Türk İnkılabının oluşumunda Ulu Önderimiz M.Kemal ATATÜRK’ün geniş görüş açısının rolü oldukça fazladır. Bu görüş açısı ile hataları çabuk farkedip düzelterek topluma yön vermiş ve harekete karşı oluşabilecek karşı akımları minimuma indirmiştir.

ONYEDİNCİ BÖLÜM

İNKILAPÇILIK SANATI

İnkılapçılık, aslında bir sanattır. Milletin ruhunda olan ancak harekete geçmeyen duyguları oluşturulan Slogan, Taktik ve Stratejilerle harekete geçirme ve düzene karşı eyleme dönüştürme sanatıdır. Türk İnkılabını incelediğimizde Atatürk’ün bu sanatı en iyi şekilde kullandığını ve toplumu yeni nizama başarı ile yönlendirdiğini rahatça görebiliriz. Milletimizin yeniden varoluş mücadelesi işte bu sanatın oluşturduğu güç ile ortaya çıkmış ve dünya toplumlarına örnek olmuştur.

SONUÇ

Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası toplum yapılarının karşılaştırılması ile savaşa neden olan etkenleri irdeleyip dünyada oluşan yeni iktisadi yapının oluşum nedenlerini yansıtan kitapta, Türk İnkılabını ve bu inkılabın oluşum şartlarını görebiliyoruz. Ayrıca bir başkaldırı olan İnkılapçılık hareketlerinin başarılı olabilmesi için taşımaları gereken ruhu yansıtmaktadır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

Alıntı ile Cevapla
  #36  
Alt 29 December 2008, 20:58
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Şifayı Yüreğinde Ara

Şifayı Yüreğinde Ara


KİTABIN ADI Şifayı Yüreğinde Ara

KİTABIN YAZARI Dr. Mehmet ÖZ, Ron Arias ve Lisa Öz

KİTABIN ÖZETİ :

Dr. Mehmet ÖZ, Batının en üstün allopatik tedavi yöntemlerini (ilaçlarla cerrahiyi) bir kâşifin açık fikirliliği ve titizliliğiyle araştıran, sağlık ve şifayı kavuşturmak için alternatif yaklaşımlarıyla bütünleştiren bir doktordur.

Kalp bir anlamda pompadır ve teknik düzeyde ele alınması gerekir. Bununla birlikte, kalplerimiz sadece basit birer pompa değillerdir. Gerçek bir doktor da sadece bir tesisatçı ya da bir makinist değildir. Bizim bir duygusal kalbimiz, bir psikolojik kalbimiz bir de ruhsal kalbimiz vardır. Duygusal ve ruhsal kalp açılmaya başladığı zaman sıra fiziksel incelemede şiddetli bazı kalp damar hastalıklarında bile yiyecek rejimi ve yaşam biçiminde yapılan önemli değişiklerin hastalığı gerilettiği görülmüştür.

Tamamlayıcı tedavi olarak tanımlanabilecek alternatif yöntemler bütünü basit yoga, gerileme ve gevşeme hareketleri, meditasyon, müzik, güzel kokularla terapi ve teropatik dokunuş- şifacının ellerinin vücudunu birkaç santim yukarısında dolaştığı ve deriye hiç dokunmadığı “enerji” ile tedavi- gibi eski yaklaşımları kapsar.

Kalp nakli hastalarının karşı karşıya bulundukları sorunlardan biri, verici kalbini bekleme süresinin çoğu kez kestirilememesinin yol açtığı sinir bozucu durumdur. Bekleyiş, çaresizlik ve hastane dekoru, hastaların umutsuzluk ve endişe duymaları ile kederli bir ruh hali içinde bulunmaları sonucunu doğurur.

Hastaların tamamlayıcı terapi bileşimlerinde farklılık göstermeleri kaçınılmazdır. Bazıları bir ikisini isterken bazıları da hepsini isterler. Bazıları ise bu tür terapilerin tümünü reddeder, duaya yada sadece kendi tahammüllerine güvenirler. En üzücüleri de yaşam mücadelesinden tamamıyla vazgeçip bir sessizlik ve karamsarlık kabuğuna çekilenlerdir.

Güneş dünya için nasıl bir hayat kaynağı ve gündüz- gece düzenleyicisi ise kalbin rolü de vücutta aynen budur. Dokularımızı kanla besler, ritmimizi yönlendirir. Hayatın fiziksel kaynağıdır kalp. Bazıları da kalbin aynı zamanda ruhun kaynağı olduğunu söyler. Kalbe insan duygularının merkezi gözüyle bakılır. Korku, cesaret, aşk ve nefret kalpten doğar. Bir kalp hafif de olabilir, ağırlaşabilir de, sızlayabilir, mutlulukla dolabilir, karanlık da olabilir, temiz de. Açık kalpler vardır, cesur kalpler, vahşi kalpler kanayan kalpler...

Çoğu insanlar, bedensel, zihinsel veya ahlaksal olarak potansiyel benliklerinin çok sınırlı bir bölümünde yaşarlar.

William JAMES

Günümüzde şiddetli kalp hastaları LVAD (Sol Karıncık Destek Aygıtı) adı verilen güvenilir bir mekanik pompayla aylar sonra yeni bir kalp bulunana kadar hayatta kalabiliyor. Ancak LVAD’ lı hastalar ölümün gölgesini belki başka hastalardan daha fazla hissederler. Ameliyat masasına bir kalp nakli için değil geçici bir çözüm için yatarlar. Yapay olarak hayatta tutulduklarını bilmek dahi bazı hastaları bir nevroz derecesinde korku ve kasvetin eşiğine getirir.

Muhakkak olan bir şey var ki o, sevginin yankılanmasıdır. Sevgi, öfke veya endişe gibi- belirgin sinir iletkenlerinde hormonlarda ve beyinde, kandaki çeşitli kimyasal maddelerde dalgalanmalar oluşturmaktadır. Bu gibi duygular sanki niçin- düşünce veya dua biçiminde- vücudun ötesine, etrafımıza ve uzaklara uzanmasın! Hayatın maddi dünyadan türetilmiş, salt mantığa dayalı açıklamaları hiçbir zaman yeterli olmayacaktır; Vizyonumuzu varlığın başka boyutlarını kapsayacak biçimde genişletmeliyiz.

Dünyayı bir kum zerresinde görmek,

Ve cenneti de yabani bir çiçekte,

Sınırsızlığı avucunuzda tutmak,

Sonsuzluğu da bir saatin içinde.

William BLAKE

Çoğu kalp hastaları aylarca hastanede kalmak zorunda oldukları için, şiddetli bir depresyona maruz kalırlar. Bu depresyon, onlar için öldürücü bir tehlike taşımaktadır. Bu depresyonla kalp hastaları arasında, nedeni tam olarak bilinmeyen bir bağlantı olduğu araştırmalar sonucu ortaya koyulmuştur. Bunu bir örnekle açıklayalım. Harry ve Nigel, her ikisi de aşağı yukarı umutsuz vakaydılar. İkisi de ellili yaşlarında, ikisinin kalbi de fena şekilde arızalı, ikisi de benzer anlamlı ameliyat sonrası güçlüklerle karşılaştılar. Sonuçta Nigel öldü, Harry yaşadı. Harry bazı bakımlardan Nigel’ den daha kötü durumdaydı. Harry’ nin sakatlanmış kalbi, beyninin fonksiyonlarını haftalarca eksiltmişti. Buna rağmen Harry geri dönmüştü.

İki olay arasındaki tek büyük fark, moral farkıydı. Harry’ nin yanında kocasının aklına ve belleğine kavuşması için bir şeyler yapacağına dair güvenini hiç kaybetmeyen eşi Sandy vardı. Bunu tıbbi açıdan değil, içinden biliyordu. Nigel’ in ise kimsesi yoktu. Bu kadar yalnız olmasaydı, Nigel yaşayabilirdi. Duygusal bir arkadaşlığa moral verici konuşmalara, yaşama iradesini körükleyecek birine sonsuz bir ihtiyacı vardı. Onu sakinleştirip avutacak, elini tutacak ya da onu cesaretlendirecek hiç kimse olmayınca kendini iyileştirmeyi sağlayacak gücü nasıl seferber edebilirdi?

Bir aile bireyinin ölümünün bir yakın akrabanın ölümüne yol açabileceğini hepimiz biliriz. Kalbiyle diğer organları iflasın eşiğinde olan 82 yaşındaki adam artık ölmek istediğini söyleyince ellinden fazla yıl evli bulunduğu 70’ li yaşlardaki karısı perişan olur. Doktor onu biraz sakinleştirir. Ancak bürodan çıkar çıkmaz kadın fenalaşarak koridorda kendini kaybeder. Zor bir ameliyata aday olan adamın niçin ölmek üzere olduğu belli değildi. Belli olan “adamın ölmek istemesiydi. Bitkin bir halde “ ben bittim, daha fazla dayanamam, artık ölmek istiyorum “ diye fısıldayarak yineledi ve öldü. Görünürde sağlıklı olan sevgi dolu karısı da kısa bir süre sonra onu yani kocasını izledi. Bu durum özellikle hem mecazi anlamda hem de gerçekten birbirleri olmadan yaşayamayan insanlar arasında sıkça görülmüş bir olaydır.

Depresyonu, sigarayı, fazla kiloluğu ve hareketsizliği kalp hastalığına bağlayan bir çok incelemeler bir yana, araştırmalar, arkadaşlıkların, işlerini belirli çalışma günlerinin ve gün içindeki zamanın kalp krizini oluşturmakta rol oynadığına dair inandırıcı veriler sağlamaktaydı. Tedavi edilmekte olan 2.254 kalp hastasının on yıllık bir süre içindeki incelemeleri sonucunda, ölümle sonuçlanan kalp krizlerin haftanın diğer günlerine oranla Pazartesi ve cumartesileri daha sık görüldüğünü ortaya koymuştur. Araştırmacılar, Pazartesi ile cumartesilerin, özellikle erkekler için, çalışma olsun, dinlence olsun yeni bir programa ayak uydurmanın gerektiği günler olduğunu izah etmişlerdir. Görünüşe bakılırsa, iş ya da ev işleri, hobiler ve toplumsal yükümlülüklerle dolu bir hafta sonuna başlamanın stresi, bir kalp krizine zemin hazırlayabilir.

Birisinin elini sıkmanın, kucaklamanın, öpmenin kalbe yararlı olması olası, kesin sinirsel ve hormonal sonuçları vardır. Endişe veya öfke solunumumuzu etkileyebilir, kaslarımızı gerebilir, bizi terletebilir, kalbimizi yarıştırabilir ve göz bebeklerimizi genişletebilir. Bunun tam tersine, biriyle kucaklaşmak ise solunumumuzu düzenler kaslarımızı rahatlatabilir, kalbimizin atışlarını yavaşlatabilir ve bakışımızı yumuşatabilir.

Batıda bile bazı dişçi ve doktorlar diş çekerken ya da bazı küçük ameliyatlarda hastalarının acıyı algılamasını bloke etmek için yüzyıllar boyunca hipnozu kullanmışlardır. Hipnoz kelimesi Yunanlıların uyku tanrısı Hypnos’ un adından türetilmiştir. Fakat uyuyan kişinin aksine hipnoz durumundaki kişi tetikte olup hareketlerinin kontrolünü elinde tutmaktadır. Hipnotize edilmiş kişi, analitik, yani çözümsel düşünceden sinestetik, yani duyumsal düşünceye geçiş yapmaktadır. Bu da aklın mantıktan çok, duyulara ve duygulara bağımlı olması anlamına gelmektedir. Hipnozun etkilerini bir örnekle izah edelim;

Joe hemen açık kalp müdahalesi için ameliyat masasına yatması gereken 45 yaşında biri. Ameliyattan önce hipnoz seanslarına tabi tutulup ameliyat esnasında da bu seansları içeren kasetleri dinler. Ameliyattan sonraki iki saatin içinde hiçbir aksaklık olmadan kendine gelir. Bir gün sonra da yoğun bakım servisinden ayrılır. Kendi kendine hipnoz sayesinde tansiyonu ve kalbin çalışmasını normalde tutacak kadar sakinleşmiş, fazladan kalp ilacı ve ağrılarını kontrol altında tutmak için morfine ihtiyaç duymamıştı. Böylesine radikal bir ameliyat geçiren hastalar için müdahalenin 10-18 saat sonrasına kadar solunum gerekirken Joe’ nun kimin hemen çıkarılması mümkün olmuştu. Dört gün sonra da evine dönebilecek kadar iyileşmişti. Göğsünün ardına kadar açılmasından sonra bir hasta nasıl bu kadar çabuk toparlanabilirdi? Farkı sağlayan joe’ nun kafaca hazırlanması oluşmuştu. Hastaneye yatmasıyla ameliyat arasında geçen 48 saat içinde her şeyi başkalarından bekleyen bir alıcı olmaktan çıkarak aktif bir yapıcıya dönmüş ve bu savaşı kazanmıştı.

Egoyu aşmak, bireysel iradeye boyun eğdirmek en önemli dinlerin çoğunun ana ilkesidir. Buda’nın dediği gibi savaş alanında bin kere bin adamı yense de, kendi kendini yenen en soylu cengaverdir. Maddi dünyadan başka bir şeye inanmazsak kendi bilincimizin darlığının kurbanı oluruz. Sıradanlıkların içinde hapis olmuş kurbanlar.......

Duygular vücuda aittir, beyne değil Korku, öfke, aşk ve acı vücutta gelişir. Çok fazla bastırılmış öfkenin sonucu depresyon ve hastalıktır. Öfke kalbi en fazla etkileyen duygudur.

Hayat bir mum gibidir.

Ruh, göklere doğru uzanan alevdir;

Fitil bizi aşağıya hapseden vücuttur.

Rebbe Menachem SCHNEERSON

Hastalıktan kaçmak için daha az yiyin

Daha uzun yaşamak için her şeyi dert etmeyin.

Çin ATASÖZÜ

İnsan başkalarından öğrenir,

Ama kendi düşünmezse ne yapacağını şaşırır.

Öte yandan, insan düşünür,

Ama başkalarından öğrenmezse yaşamını tehlikeye atar.

Konfüçyüs, Seçme Eserler ll.
Alıntı ile Cevapla
  #37  
Alt 29 December 2008, 21:00
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Şakir Paşa Köşkü

Şakir Paşa Köşkü


KİTABIN ADI Şakir Paşa Köşkü
KİTABIN YAZARI Nermidil Erner Binark

KİTABIN ÖZETİ :

Bu kitapta anlatılanlar, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine ve Cumhuriyet’ in kuruluş yıllarına tanık olmuş bir üst tabaka ailenin, Şakir Paşa Ailesinin hikayesidir. Bu aile ülkemize Cevat Paşa, Şakir Paşa gibi devlet adamlarıyla Fahrünnisa Zeyd, Aliye Berger, Cevat Şakir gibi sanatçılar armağan etmiştir.

Nermidil Erner Binark, Şakir’ lerin kızlarından Ayşe Erner ile, Osmanlı ordusu subaylarından Ahmet Faik Bey’in kızı olarak yaşadığı çocukluk günlerini anlatırken, dönemin de özelliklerini ve durumunu ortaya koyar. Kitapta kimliğini kaybetmeden

Batı’ya açılmaya çalışan bir aristokrat ailenin kültürüyle, Anadolu kökenli genç bir subayın kültürü arasında gel gitlerle dolu bir çocukluk geçiren yazar, sonradan ailenin büyüklerinden biri olarak geriye bakarken, bir dönemi tatlı ve acı yönleriyle gözler önüne serer.

Nermidil’ in baba tarafı silik bir görünümle Anadolu hayat tarzını temsil ederken, anne tarafı Elmalı Türkmen aşiretine dayanmaktadır. Nermidil’ in annesi Miralay Asım Bey’ le Sıdıka Hanım’ ın Ahmet Cevat ve Mehmet Şakir adlı iki oğlundan Mehmet Şakir’ in kızıdır. Ahmet Cevat ve Mehmet Şakir Bey’ ler anne ve babalarını, çocuk yaşta kaybedince Mekteb-i Harbiye’ ye giderler. Ahmet Cevat çok önemli görevlerde bulunur, hatta sadrazamlık mevkiine kadar yükselir. Kitaba konu olan aile ise Şakir Paşa’ nın çocukları ve torunlarıdır. Şakir Bey ilk hanımı ölünce Girit’ li Sare İsmet ile evlenir. Bu evlilikten beş çocukları olur. Çocukların eğitimine son derece önem veren Şakir ailesi, yabancı dil ve müzik derslerini de göz ardı etmeyerek o zamanın farklı aile yapısını temsil eder.

Şakir Paşa’ nın büyük oğlu Cevat Oxford Ünivesitesinde okumaktadır. Her türlü desteği gören Cevat’ ın kültürel değerlerinden uzaklaştığı farkedilince okulu bırakıp İstanbul’ a gelmesi istenir. İstanbul’ a İtalyan asıllı eşi ve bir de çocuğu ile dönen Cevat’ ın ailesiyle arası bozulur. Bir işte bulunmaması Cevat’ ı iyice bunaltınca babasını öldürmek gibi bir gaflette bulunur.

Şakir ailesinin büyük ve görkemli bir köşkte yaşantıları bu şekilde devam ederken çocukları evlilik safhasına girmişler ve köşkün kalabalıklaşmasına vesile olmuşlardır. Nermidil’ in annesi Ayşe’ ye de Jandarma Alay Komutanı Ahmet Faik Bey talip olur. Sonraları Sivas valisi görevi verilen Ahmet Malta’ ya sürgüne gönderilir. 31 Mart vakası ve Çanakkale Savaşı olaylarında dönen siyasi entrikalar sebep olmuştur Ahmet Faik’ in bu sürgününe. Birkaç arkadaşıyla kaçmayı başaran Ahmet yaşadığı olaylardan dolayı memurluktan uzak durup ticaretle uğraşmaya çalışır. Bu amaçla eşi Ayşe ve daha çocuk olan Nermidil’ i alarak Arjantin (Buenas Aires)’ e yerleşir. Sigara fabrikası kuran Ahmet rakip firmaların oyunlarından başarılı olamaz.

Buenas Aires’ te bulundukları sürede Nermidil’ in eğitimi konusunda titiz davranılır. Gönderildiği okulda dini sapmalara uğratılmaya çalışılan Nermidil bu okuldan hemen alınır. Gösterilen bu alaka farklı kültürde dahi özüne sahip çıkmak suretiyle yanlış batılılaşmanın karşısında olduğunu kanıtlar. Kültürel ve dinsel değerlere önem veren bir okula gönderilen Nermidil’ e aynı zamanda Fransızca dersleride aldırılır.

Başarısızlıkla sonuçlanan Arjantin macerası üzerine İstanbul’ a dönülür. Büyük Ada’ daki köşkte ninesinin yanına yerleşince Nermidil için ayrı bir safha başlar. Oldukça kalabalık olan köşkteki, kurallar ve yaşantı Nermidil’ in gelişmesinde etken faktörler olur. Ortaokula gitmesi gereken Nermidil’ in hangi okula gideceğine dair tartışmalar olur. Babası mahalle mektebine göndermekten yanadır ve öyle de olur. Yabancı dil, dans ve müzik dersleri de genç yaşa gelince Nermidil’ in hayatında yer alır.

Büyüyen Nermidil’ le birlikte babasıyla olan tartışmaları da büyür. Üniversiteyi okumak isteyince babası artık genç kız olamasından dolayı karşı çıkar. Böyle olsada Nermidil tartışmalardan galip çıkmayı bilerek özel dersler alır ve Eczacılık fakültesini kazanır. Köşkte anne tarafı akrabalarının yaşama tarzını benimseyen genç kız çocukluktan beri ikilem yaşamaktadır. Büyüdükçe kendine cesareti gelen Nermidil kendiyle ilgili karalarda söz sahibi olarak ve kendine yol çizerek ön plana çıkar. Bir seçim zamanı babasıyla partiler üzerine tartışan genç kız artık iyice kişilik olgusunu tadar. Babası CHP yanlısı olsada köşkteki halk Nermidil’ le DP’ yi destekler.

Üniversitede makine doçenti Hikmet Binark’ la tanışan Nermidil onunla evliliğe karar verir. Aynı yıllarda köşkteki otorite Sare İsmet’ in ölümüyle kaybolmaya başlar. Her geçen gün dağılma belirtileri artar. Köşkteki eşyaların satımıyla başlayan süreç köşkün tamamının satılmasıyla son bulur.

Şakir Paşa’ nın oğlu Cevat’ a tepki göstermesi, Nermidil’ in yabancı kültürün yerleştirmeye çalıştığı okuldan alınması gibi olaylar gerçek batılılaşmanın ana kurallarını belirlerken; Şakir ailesinin kız çocukları dahil olmak üzere eğitim konusuna ciddi bakması, o zamana kadar pek ehemmiyet arzetmeyen yabancı dil, müzik ve dans gibi derslerinde ön plana çıkması ailenin karakterini sergiler. Ahmet Faik’ in bazı noktalara farklı bakışı da o zamanın hayat felsefesini gösterir. Aynı zamanda genel değerlerimizin halen var olduğunu gösterir. Genç kız olarak Nermidil’ in savun- duğu tezlerin olması ve bu tezlerde ısrarcı oluşu eski aile yapısının yerini reel ailelerin almaya başladığını göstermektedir.

Yaşanılan devirdeki milli duyguların romana serpiştirilerek işlendiğini de görüyoruz. Dönemin ağır basan ve halkı kaynaştıran noktası olarak işlenen bu milliyetçi duygular Türk milletinin o zamanki genel karakterini sergiler.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

Alıntı ile Cevapla
  #38  
Alt 29 December 2008, 21:02
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Mektuplar

Mektuplar


KİTABIN ADI Mektuplar
KİTABIN YAZARI GOETHE

KİTABIN ÖZETİ :

Goethe, daha on altı yaşındayken, kız kardeşi Cornellia şöyle önerir. “Karşındakiyle konuşuyormuş gibi yaz, o zaman güzel mektup yazarsın ” Bütün bu mektuplarda; şairin varlığındaki çelişkilerle, tek ruh içinde Mephisto, Faust, İphigenie ve Romalı Sevgiliyi bir arada barındıran büyük ozanı dinlerken kendi kendisi ile yapmış ve başarmış olduğu ruh savaşlarını kimi zaman zayıf yönünü ,kimi zaman bencil davranışını, doğrularının yanında yanlışlarını da görüp öğreniyoruz.

İnsan kişiliğinin gelişmesi ile ilgili düşüncelerini bu mektuplarda şöyle açıklıyor; “İnsanlar da hayvanlar gibi bilgilerini organları aracılığı ile edinirler. Şu farkla ki, insanların, organlarını yeni baştan bilgilendirme avantajları vardır. Her işlev, dolayısıyla her başarı için, kişide, doğuşta gerekli yetenek varsa, bu onu, bilinç altından sonuca doğru iteler, ama bu arada, onu gayesinden amacından uzaklaştırması da olasıdır.

Kişi, kendisinde, her hangi bir el işine ya da sanata karşı yaratılışında gizli olup ta düzgün bir bakımla artacak bir yeteneğin varlığını ne kadar erken anlarsa, o kadar mutludur. Dışta aldığı hiçbir etki, dünyaya beraberinde getirdiği kişilik ayrıcalıklarını bozamaz. En büyük deha odur ki, her şeyi kendisinde toplanmasını, kendine mal etmesini bilir ve bu verileri toplarken, öz yaratılışından, karakter dediğimiz özel kişiliğinden fedakarlıktan bulunmak şöyle dursun, tam tersine kişiliğini yüceltir ve onu daha etkin kılar.”

Bu arada, bilinç ile bilinçaltı arasında kendiliğinden çeşitli ilişkiler kurulur. Bilinç ve bilinçaltının ilişkisi mektup ile zarfın ilişkisi gibi birbirlerini tamamlar. İnsanların organları, yinelemelerle edindiği bilgiler, düşünce ve araştırmalarla, başarı, başarısızlık ve yeniden düşünce ve araştırmalarla özgür bir çalışma içinde biz bilincine varmadan sonrada elde edileni, doğuşta var olanlarla öylesine birleştirir ve ortaya öyle bir bütün çıkarır ki bunun karşısında şaşmamak elde değil.

Goethe; öğrencilik yılları sırasında rahatsızlanıp baba ocağında kendine geldikten sonra Strausburg’a geçmiştir. Burada edindiği dostlar onun ruh ve düşünce dünyasında yapıcı rol oynar, bu dönemin aşk objesi ve ilham kaynağı Fredelike Brion adlı bir rahip kızıdır. 1772 yılında Wetzlar’a hukuk stajını yapmak üzere gittiğinde arkadaşı Kestner ‘in nişanlısına ölesiye aşık olur. Bu aşk nedeniyle ozan, kalbi ve kafasının kavgasından doğan huzursuzluk içinde aylar geçirir. Sevgi, kararsızlık sevinç ve acı duyguları arasında bocalamaktadır, Bu duygu ve ahlak çatışması biçiminde yaşadığı bu ilişkiyi bitirmek için bir gece ansızın kimseye haber vermeden kaçar. Aşık olduğu kıza söyleyemediklerini “Mutsuz Aşık Albert” adlı yapıtını yazarak dile getirir.

Şair 1775 yılında Wetzlar’a gelir. Wetzlar’da özel elçilik müşaviri sıfatıyla göreve başlar. Goethe burada iyi bir kültür çevresi bulmuştur. Wetzlar yılların aşk objesi Faw Van Sten’dir. Ölçülüğü ve akıl irade ilkeleri ile biçimlediği davranışları soğuk güzelliği Şair de sürekli bir etki uyandırmış, hatta ona karşı duyduğu sevgi ve saygıdan olağanüstü bir şeyler aramıştır. Frau Von Stein’in Goethe üzerindeki etkisi, gençlik heyecanlarının coşkulu havasından sıyrılma ve akıllanmasıdır. Şair mektuplarında ruh dünyasındaki bu dönüşümü kendisinin de fark ettiğini belirtmektedir.

1786-88 yılları şairin hayatında kendi deyişiyle kültürün asıl üniversite yıllarıdır. Bu süre içerisinde İtalya’dadır. Wetzlar’da bunaldığını Frau Von Stein’a olan platonik ilişkisinden sıkılan Goethe sessizce Roma’ya gider. Burada yeni bir dünya keşfeden Goethe antik kültürünün sanat eserlerini yerinde görüp o sanatın büyüklüğündeki sırrı araştırmaya başlar. Bu seyahat yazarın hayatı ve yaratıcılığında bir dönüm noktasıdır.

Bu seyahat sonunda “İtalya Gezisi” adlı eserini kaleme alır. Bu eseri okuyan arkadaşı Boıeseree Goethe’ye yazdığı mektubunda şunları yazıyordu:”İtalya gezisini okudum; bir daha, bir daha okudum , yinede onu okumaya doyamadım. Bu sayfalardan fışkıran canlı yaşam beni heyecanla coşturdu. Bu güzel ülkenin, o harika yapıtlarını sanki fethe çıkmışsınız ; güzellikler içinde en gerçeği, en doğruyu bulmak için saldırıya geçmişsiniz; okuyucuyu da beraberinizde sürüklüyorsunuz. Kişi kendini yanınızda sanıyor.”

İtalya dönüşü Goethe, Wetzlar’da eski dostları tarafından soğuk karşılanır. Frau Von Stein onun habersiz ayrılışını affetmemiştir. Mutlu olduğu bir ülkeden geri dönmek zorunda kaldığı için teselli etmelerini beklediği yakınlarının bu ilgisizliği yüzünden yeni dostluklar aramak zorunda kalır. Jena üniversitesi profesörleri ve bu arada Schiller’le yakınlaşma olur. Tabiatları ve sanat anlayışlarıyla birbirlerini tamamlayan bu iki büyük şair, birbirlerinin hem büyüklüğünü, hem de zıtlığını anlamaktan doğan bir sevgi nefret karışımıyla birbirine bağlıdır. Sürekli aralarında verimli tartışmalar, ilginç yazışmalar olur. Şiir konusu üzerinde dururlar: Antik devri kendilerine örnek alan yeni bir klasik çağ yaratmak; epik şiiri dramatik şiirden kesinlikle ayırmak gerektiğini vurgularlar. Bu fikir alışverişi ikisi için de son derece yararlı olmuştur.

Goethe’nin evliliği de bu döneme rastlar. Şehrin küçük burjuva ailelerinden Cristiana Valpıus’la evlenir. Cristiana Valpıus, Weimer sosyetesinin eleştirici bakışlarını sürekli olarak üzerinde hisseder. Yemesine içmesine düşkün, neşeli, okumayla yazmayla ilgisi olmayan Valpıus, Goethe’ye adeta düşünce ve kültürün zıt kutbu olarak dengeleyici, dinlendirici bir arkadaştır.

Yazar, kendisine Dük Karl August’un armağan ettiği konağında, kalan ömrünün sonuna kadar yoğun ve verimli çalışmalar yapar. En önemli yapıtı olan “FAUST” ‘u ömrünün son günlerinde bu evde tamamlar.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.


Alıntı ile Cevapla
  #39  
Alt 29 December 2008, 21:04
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Kızgınlıkla Başa Çıkma

Kızgınlıkla Başa Çıkma


KİTABIN ADI Kızgınlıkla Başa Çıkma
KİTABIN YAZARI Rebecca R. LUHN (Yelda ORÇAN)


KİTABIN ÖZETİ :

KIZGINLIK NASIL ORTAYA ÇIKIYOR

Kızgınlık, içinde karmaşık hisler barındırmaktadır. Kızgınlık ;sinirlenmemize, hiddetlenmemize öfkelenmemize, engellenmiş ve hatta incinmiş hissetmemize neden olan farklı tepkilerden meydana gelmektedir. Kızgınlığa sebep olan olaylar muhakkak olumsuz olmak zorunda değildir.

Neden belli bir şekilde tepki verdiğimizi anlamak önemlidir ancak daha önemlisi kızgınlığımızı kontrol altına almaktır. Kızgınlık çoğunlukla BİR HAKSIZLIĞA UĞRADIĞIMIZDA, BİRİSİ KENDİ ÇIKARI İÇİN BİZDEN FAYDALANDIĞINDA YADA ÖNEMLİ BİR ŞEYİ KAYBETME TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA KALDIĞIMIZDA ortaya çıkmaktadır. Bu duygular sağlıksız ve tahrip edici bir şekilde sürebilir.

Zihnimizdeki bu durumdan kurtulmanın tek yolu, düşüncelerimiz ve duygularımız arasındaki bağlantının farkına varmamızdır.

Kızgın olmak mutlaka hiddet göstermek anlamına gelmemektedir. Yaşadığımız kızgınlık çoğu kez şiddet öğesi içermez, hatta kontrolümüz dışına bile çıkmaz. Kızgınlık basit bir irkilme, sıkıntı hissi ya da günlük problemlere verdiğimiz tepki olarak kendini gösterebilir. Bununla birlikte kızgınlığın ; ilişkilerimize ve sağlığımıza zarar verdiği unutulmamalıdır.

Kızgınlık gerektiği gibi kontrol edilmese hayatımız boyunca bizimle kalabilir. Bir ilişkiden diğerine taşınır. Aynı zamanda kızgınlık hissini DOĞRU YÖNLENDİREBİLİRSEK belki de üretkenliğimizi tam kapasite kullanmamıza yarayabilir.

KIZGINLIKLA BAŞA ÇIKMA

Kızgınlık durumlarında her birimiz tepkilerimizi bize zamanında örnek model oluşturmuş ve şu an kızgınlığımızla baş etmemizi zorlaştıracak belli davranışlar üzerine inşa ederiz. Örneğin; ailemizde kızgınlıkla başa çıkma yolunun bağırıp - çağırmak olduğuna tanık olduysak büyük ihtimalle biz de bu gibi durumlarda benzer tepkiler veririz.

KIZGINLIKLA BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ

1. GERİ ÇEKİLME; Eğer kızgınlığımızı geri çekilme yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek sorumluluklarımızı yerine getirmiyor ve kendimizi hayatın getirdiklerinden uzak tutuyoruz demektir. Bu; kızgınlık ve engellenme hissine yol açabilir.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) Küçük başarılar için kendimize ödül vermeli

b ) Korkularımızı listelemeli, başarı halinde ödüllendirmeli

c ) Yapılmasını istediğimiz şeyi gözümüzde canlandırmalı ve bunun yararlarını hissetmeye çalışmalı.

2. İÇSELLEŞTİRME; Eğer kızgınlığımızı içselleştirme yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek kendi kendimize sadece gücenme ve kızgınlık yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda büyük olasılıkla baskıyı hafifletmek için büyük miktarda stres de yaratıyoruz demektir.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) İçimize attığımız duyguların bazılarını kağıda dökmeli.

b ) Başkalarının ne düşüneceği ile ilgili olarak fazla kafa yormamalı.

3. PATLAMA; Eğer kızgınlığımızı patlama yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek suçun ve sorumluluğun yönünü değiştirip kızgınlığın başka bir kişiye boşaltılması yolunu seçiyoruz demektir.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) Bu patlamaları tetikleyen duyguların farkına varılmalı.

b ) Kendimizi daha iyi ifade etmek için neler yapılabileceği düşünülmeli.

4. KONTROL; Eğer kızgınlığımızı kontrol yöntemiyle engelleme gayreti içindeysek her şeyi kontrol etmeye ve her tür muhtemel sorunu planlamaya çalışıyoruz demektir. Kişinin kendisine ait dünyasının başka biri tarafından planlanması çok sıkıntı yaratır ve bunun sonucunda kızgınlık doğar. Etrafımızdaki sorunlarla ilgilenmeye çalışmak kendimizi yorgun ve engellenmiş hissetmemize neden olacaktır.

DEĞİŞİM İÇİN GEREKENLER;

a ) Tüm öncelikli işleri ve görevleri değerlendirmeli.

b ) Kontrolü kaybetme korkusuyla yüzleşmeli.

c ) Bizi bu davranışa yönelten inanç ve duygularımıza bakmalı.

VÜCUDUMUZ VE ÖFKE

Bizi kızdıran faktörlerin büyük kısmı aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir ;

ADALETSİZLİK - ACI - HAYAL KIRIKLIĞI – SIKINTILAR

Yukarıdaki durumlarla karşı karşıya kaldığımızda başlayan gerginlik hali öfkelenme sürecinin ilk safhasıdır. Öfkenin artması; kan şekerinin yükselmesi, nabzın ve kan basıncının artması, kesik ve zor nefes alma, baş ağrısı ve terleme gibi fiziksel etkilere yol açar. Bu etkiler daha sonra depresyon, çöküntü, asabiyet ve endişe gibi duygusal problemlere yol açabilir.

Kronik öfkenin yol açtığı toplumsal etkiler ise; İş yapamaz hale gelme, tatminsizlik, sürekli mahkemelik olmak, zayıf ilişkiler, sık sık iş değiştirmek ve kaza yapmak sayılabilir.

ETKİLİ LİDERLİK KURUMSAL ÖFKEYİ AZALTABİLİR

Bir yönetici yada lider isek davranışlarımız etrafımızdaki insanlar için önem taşır. Etkili liderlik üretken ve mutlu çalışanlar için ortam hazırlar.

İş yerinde süreklilik gösteren sorunlar mevcut olduğunda, Kurumlar öfkenin hakim olduğu bir ortama doğru sürüklenirler.

Gurup kızgınlığına neden olabilecek sorunlar ;

1. Gözetim eksikliği.

2. Adam kayıran yöneticiler.

3. İtibar görmemek.

4. Aşırı çalışma.

5. İletişim eksikliği.

6. Otoritenin yanlış kullanımı.

7. Dinlemeyen ve söz hakkı vermeyen yöneticiler.

8. Eğitimsizlik.

9. Hedefsizlik.

10 Zayıf planlama.

Çalışanlar; Kurumun kendilerinden daha önemli olduğunu ve ihtiyaçlarının daha az önemsendiğini algıladıklarında motivasyonlarını kaybeder ve öfkelenirler.

İhtiyaçları kurumun ihtiyaçları ile bütünleştirildiğinde ise hem kurum hem de çalışanlar daha üretken hale geleceklerdir.

KURUMUNUZ İÇİN ÖNLEM TEKNİKLERİ

1. Kendi tavrınızı inceleyin.
2. Gurup tartışmalarına yer verin.
3. Katılımı teşvik edin.
4. Canlı tutun.
5. Ulaşılabilir olun.
6. Adil ve tarafsız disiplin uygulayın.
7. İtibar gösterin.
8. Beklentilerinizi ve Hedeflerinizi açıklayın.

S O N U Ç :

Kızgınlığınızla başa çıkarken yoldan şaşmamamızı sağlayacak bazı öneriler:

1. Kızgınlığınıza neyin yol açtığını bilin - inanç ve değerlerinizi tanıyın.

2. Bu duyguyu henüz yoğunlaşmadan değiştirmeye karar verin.

3. Size uygun olan birini bulana kadar yeni yaklaşımları deneyin.

4. Önlemek istediğiniz davranışı göz önünde canlandırın.

5. Durumu nasıl daha iyi ele alabileceğinizi keşfedin - geçmişi unutun.

6. Yapıcı davranışınızla tutarcı olun.

Alıntı ile Cevapla
  #40  
Alt 29 December 2008, 21:05
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Güzel Akıl Nasıl Edinilir

Güzel Akıl Nasıl Edinilir


Yazarı:Edward de Bono

Vücudumuzu daha çekici kılmak için giysilere,kozmetiğe,diyet ve spor programlarına-hatta ameliyatlara-bir servet harcıyoruz.Ancak fiziksel güzellik uğruna,herkesin çekiciliğini artıran asıl şeyi hep göz ardı ediyoruz:Akıl güzelliği.Güzel bir akıl için ne para ne de zamana gerek vardır; ama onsuz,fiziksel olarak en güzel insan bile çekiciliğini yitirir.

Güzel akıl,ne yüksek IQ,ne sayfalar dolusu bilgi,ne de üstün bir kişilik gerektirir.Tek gereken şey,yaratıcılık,düşgücü ve duygudaşlıktır.Bunların hepsi öğrenilebilir.
Akıl gücünüzle çekici olmak için,düşünme konusunda dünyaca ünlü yazarın öğütlerine kulak verin.

Bu öğütlerin yaşamınızda yapacağı köklü değişime inanamayacaksınız!

Alıntı ile Cevapla
Cevapla




Saat: 11:55


Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
gaziantep escort bayan gaziantep escort
antalya haber sex hikayeleri aresbet giriş vegasslotguncel.com herabetguncel.com ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort kızılay escort çankaya escort kızılay escort ankara eskort

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2