![]() |
![]() |
|
#1
|
|||
|
|||
![]()
Bertha von Suttner
DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1843-1914) 1849 Avusturya, Rusya'nın yardımı ile Macaristan'ı egemenliği altına alır. 1853 Kırım Savaşı başlar. (Osmanlı İmparatorluğu, Fransa ve İngiltere Rusya'ya karşı.) 1856 Kırım Savaşı'nın sonu. 1859 Avusturya; İtalya ve Fransa'ya karşı savaşta Lombardiya'yı kaybeder. 1864 Bismarck, Prusya ve Avusturya'yı Schleswig-Holstein bölgesi için Danimarka'ya karşı savaşa sokar. Danimarka kaybeder. 1866 Bismarck Prusya'nın Avusturya ve Alman Birliği'ne karşı savaşa girmesine sebep olur. 1866 Avusturya Almanya'dan ayrılır. 1870 Kayzer Wilhelm'in "Ems" kasabasından Bismarck'a gönderdiği telgrafın, özellikle Fransa aleyhtarı bölümleri kalacak şekilde kısaltılarak açıklanması, 1870-71 savaşına yol açar. 1871 Alman ordusu Paris'i alır. Frankfurt/Main Barış Antlaşması ile Alsace-Loraine bölgesi Alman topraklarına katılır. 1880 İngiltere'de bir Barış Hareketi oluşur: "International Arbitration and Peace Association" (Uluslararası Uzlaşma ve Barış Birliği) 1891 Bertha von Suttner, Avusturya Barış Sevenler Derneği'ni kurar. 1892 Berlin'de Alman Barış Derneği kurulur. 1896 Nobel Ödülü'nün kurucusu Alfred Nobel'in ölüm yılı. 1901 İlk Nobel Barış Ödülü İsviçreli Henri Dunant ve Fransız Frederic Passy'e verilir. "SİLAHLARI BIRAKIN!" "Ortalıkta yatan askerler ve atlar, parçalanmış toplar ya da canhıraş bağrışmalar, tarih kitaplarında okuduğum birçok manzaranın aynısı. Hiç de hoş bir manzara değil..." On altı yaşındaki Kontes Kinsky, kaplıca kenti Wiesbaden'in kütüphanesinde gazeteleri; savaş meydanından görüntüler veren resimli dergileri gördüğünde sarsılır. 1859 yılıdır: Piyemonte-Sardunya ve Fransa Avusturya'ya karşı savaştadır. Avusturyalı Bertha von Kinsky, annesi, halası ve kuzeni ile sosyetenin uğrağı, kaplıca kenti Wiesbaden'de bulunmaktadır. Balolarda ve kaplıca konserlerinde eğlenmekte ve oyun salonlarında şanslarını denemektedirler. Bertha ve aynı yaştaki kuzeni bunun dışında kendi buldukları "Puff" oyunu ile de eğlenmektedirler: Geleceklerine ilişkin sahneler düşünür ve bu sahneleri farklı rollerde canlandırırlar. Konuları hep fırtınalı aşk hikâyeleri oluşturur. Amerikalı bir kovboy, Avrupalı bir elçilik ataşesi ya da Hintli bir mihrace Bertha'ya veya Elvira'ya evlenme teklif eder ve bunun ardından yeni bir oyun daha başlar. Her iki kız için açık olan bir şey vardır: Yalnız fantezilerinde değil, gerçekte de onları tamamen olağanüstü bir gelecek beklemektedir. Bertha'nın kuzeni Elvira çok ünlü bir ozan olacaktır. Bertha ise çok mükemmel bir evlilik yapacak, fakat daha önce muhteşem bir opera şarkıcısı olarak insanları mest edecektir. Ancak savaş resim ve haberleri, bu tür gelecek tasarılarına hiç de uygun değildir. Savaş "hoş" değil, fakat kaçınılmazdır. "Dünyadan savaşların tümüyle ortadan kalkması olasılığını düşünmek bile hayaldi," der Bertha daha sonraları genç kızlık yıllarını anımsayarak. "Ağaçları yapraksız, denizi dalgasız tasavvur etmek gibi bir şey olurdu bu- savaş, insanlık tarihinin gerçekleşme biçimidir: İmparatorlukların kurulması, ihtilafların çözülmesi, hep savaşla sağlanıyor." Genç Bertha von Kinsky'nin böyle düşünmesi şaşırtıcı değildi. Yıllar sonra 1889'da Silahları Bırakın romanında kendisinin ve çağdaşlarının niçin böyle bir inanç beslemek zorunda kaldıklarını açıklayacaktır. "Ders ve okuma kitaplarında da salt uzun bir savaşlar dizisi olarak anlatılan kendi ulusumuzun tarihi yanında, durmadan sadece kahramanca silahlı çatışmalardan söz eden farklı şiir ve hikâyelerden de çıkan sonuç budur. Milliyetçi eğitim sisteminin bir parçasıdır bu. Her öğrencinin vatanını koruyan bir kahraman olarak yetişmesi gerektiğinden, çocuğun ilgisinin vatandaşlık görevine vaktinde çekilmesi gerekir. Savaşın dehşetinin meydana getirebileceği doğal ürküntü duygusuna karşı çocuğun yüreğini katılaştırmak için en feci kan banyoları ve katliamlar, sıradan ve doğal, gerekli bir olaymış gibi anlatılır... Gerçi savaş alanına gitmeleri gerekmeyen kızlara da, erkek çocukların askerlik için yetiştirilmesini hedefleyen bu kitaplarla ders veriliyor. Böylece kız çocuklarında da erkeklerin yaptığını yapamamaktan dolayı bir haset ve askerlere karşı bir hayranlık duygusu uyandırılıyor. Diğer her konuda merhametli, ılımlı olmamız uyarısında bulunulan biz genç kızlara, yeryüzündeki savaşların ne korkunç resimleri gösteriliyor. İncil'de anlatılanlardan, Makedonya'dakilere, Pun savaşlarından Otuz Yıl ve Napoleon savaşlarına kadar. Oralarda kentleri nasıl yaktığımızı, insanlarını nasıl kılıçtan geçirdiğimizi, esirleri nasıl soyduğumuzu görüyoruz. Hem de büyük bir zevkle... Bunlar olmak zorunda. En yüce şeref ve namusun kaynağı bu. Kızlar bunları çok iyi anlıyorlar. Savaşı göklere çıkaran şiirler ve tiratları ezberlemek zorundalar. Ve özverili 'bayraktar' analar, dansta eş seçimi sırasında subaylara verilen armağanlar, böyle yaratılıyordu işte." Kontes Kinsky'nin, günün birinde özgürlük savaşçısı Bertha von Suttner olarak böyle şeyler söylemesi, kendisi ve gençlik yıllarındaki çevresi için inanılacak gibi değildir. Gençlik anılarında kendisini "kendini beğenmiş ve yüzeysel" olarak tanımlar. Durmadan yeni bir hayranıyla, tabii kendi düzeyine uygun biriyle flört etmekte; kendisini müzik dünyasının en büyük yıldızı olarak görmektedir. Ayrıca toplam olarak üç kez nişanlanır. Kuzeni Elvira ile birlikte düşündükleri gibi üçünden de dramatik bir şekilde ayrılır: Kendisinden çok yaşlı birinci nişanlısından, kendisini öpmek istediğinde kaçar. İkincisi sahtekâr çıkar. Üçüncüsü bir deniz yolculuğunda ölür. 1873 yazı: Bertha von Kinsky otuz yaşındadır. "Dış dünyada bir işe yaramak ve parlamak" ister. Hangi dış dünya? Opera şarkıcısı olarak kariyer yapabileceğine kendisi de inanmaz artık. Bu yöndeki çabalan hazin bir şekilde boşa gitmiştir. Fakat birkaç yabancı dil bilmektedir. "İyi bir eğitim" görmüştür. Bu dillerle bir şeyler yapılabilir. Genç kadın Avusturya'nın kuruluş yıllarında zengin bir soylu olan Avusturyalı Baron von Suttner'in evine gelir ve onun dört kızının mürebbiyesi olur. Anılarını okuyan biri, hayatını anlatım şeklinin nasıl birdenbire değiştiğini hemen fark eder. Artık olağanüstü mutluluk düşleri ve kendisi için yeterince yakışıklı bir erkek düşüncesi yoktur. Bunların yerine, belki de hayatında ilk kez, yükseklerden uçan bu Kontes gerçek duygu gibi bir şeyler hisseder. Otuz yaşındaki bu kadın evin kendisinden yedi yaş küçük oğlu Arthur Gundaccar'a âşık olmuştur. Arthur da onun ilgisine karşılık verir. Annesi ve babası, çok saygın evlerinde neler döndüğünü öğrendiklerinde baştan çıkarıcı mürebbiyeyi kovarlar. Bertha von Kinsky kendisine yeni bir iş aramak zorunda kalır. Gazete ilanı ile bir kadın arayan, kendisine sekreterlik ve ev hanımlığı yapabileceği İsveçli zengin ama garip bir adamla ilişki kurar. "Nobel, Alfred; İsveçli kimyager, dinamit ve patlayıcı jelatini buldu ve Nobel Vakfı'nı (Nobel Ödülü) kurdu." Bertha von Kinsky'nin Paris'te yanında çalışmak üzere yola çıktığı, Paris'te yaşayan bu garip kişilik, daha sonraları ansiklopedilerde böyle anılacaktır. Ne denli önemli bir adamla, "savaşların bir daha yapılmasına imkân vermeyecek, korkunç ve yok edici etkisi olan bir makine veya madde yaratmak isteyen" biriyle tanışacağından Bertha'nın henüz haberi yoktur. Bu onu hiç ilgilendirmez, başka sıkıntıları vardır. Hayatında bir dönem uzaktan da olsa aşk hüznü çeken herkes, Bertha'nın Paris'te niçin çok mutsuz olduğunu anlayacaktır. Oraya tam sekiz gün dayanabilir. Sonra, "Çok değerli pırlanta bir haçım vardı. Onu bozdurmaya gittim. Aldığım parayla otel faturasını ödedim, bir sonraki Viyana ekspresine bilet aldım ve bir miktar da naktim kaldı. Dayanılmaz bir baskı altında, rüyadaymışım gibi hareket ediyordum. Delilik olduğunun farkındaydım, belki de bir mutluluktan kaçıp bir mutsuzluğun kollarına atıyordum kendimi. Tüm bunlar bilincimde şimşek gibi çakıyordu, fakat yapamıyordum, başka türlü davranamıyordum..." O anda hangi mantıkla hareket ettiği gerçekten etkileyicidir. Ardından bir mektup bırakarak terk ettiği Alfred Nobel de aynı şeyi hissetmiş olmalı. Çünkü Alfred Nobel, onun Paris'ten aniden kaçışına başka türlü tepki de gösterebilecek olmasına rağmen Bertha'nın yaşam boyu en iyi arkadaşlarından biri olarak kalır. Bertha Viyana'ya geri döner: Arthur von Suttner ile gizlice görüşür. Hatta gizlice evlenirler ve Kafkasya'ya kaçarlar. Burada dokuz yıl kalır ve geçimlerini büyük ölçüde yazarlıktan sağlarlar. Göçmenlik zamanında Bertha von Suttner, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı yaşar. Hâlâ gençliğinde aşılanmış olan ülkülerin etkisi altındadır. Savaş, özellikle tarihsel önemi olan ilkel bir olaydır. "Savaşın ortasında yaşamak da insana bu önemi yansıtır." 1885 Mayıs'ında von Suttner çitti Avusturya'ya geri döner. Aile "kaçaklarla" barışmıştır. Arthur ve Bertha von Suttner artık Güney Avusturya'da Harmannsdorf çiftliğinde yaşamakta ve ikisi de yazarlık işine devam etmektedir. 1886-87 kışını Paris'te geçirirler. Bertha, Alfred Nobel'i ziyaret eder; edebiyatçılar, hukukçular ve politikacılarla tanışır, geceler boyu tartışırlar. Tartışma konusunun başında "Ufukta yine savaş mı var?" sorusu gelmektedir. O aylarda Almanya ve Fransa arasındaki hava çok gergindir. Bu konuşmaların ortasında Bertha von Suttner kendisini "elektrik çarpmışa döndüren bir haber" alır: Bir tanıdığı ona 1880'den beri Londra'da bir "Uluslararası Uzlaşma ve Barış Birliği"nin, yani barış hareketinin varolduğunu anlatır. Bertha hemen bu barış birliği hakkındaki belgeleri temin eder. Büyülenmiştir. Bu düşünceleri yaymaya devam etmek ister. Ve böylece dört savaş yaşamış (1859, 1864, 1866 ve 1870-71) ve sonunda kendisinden tamamen emin bir biçimde barış savaşçısı olup çıkan bir kadının yazgısını anlatan romanını yazmaya başlar: Silahlan Bırakın! Emile Zola'nın etkisinde, gerçek toplum kesimlerinin tasvirini yapabilmek ve yansıtabilmek için ön araştırmalarını tam olarak yapar. Bir edebiyat şaheseri değildir Bertha'nın yazdıkları, fakat yayınlandıktan sonra korkunç bir gürültü koparan bir eğilim romanıdır. Bertha von Suttner adı, ulusların tarihinde savaşı kaçınılmaz sonuç olarak gören eski düzene karşı başkaldırının simgesi haline gelir. Alfred Nobel ona yazdığı bir mektupta, "Hayranlık uyandıran şaheserinizi okudum. Dünyada 2000 dilin konuşulduğu söylenir. Bence bu dillerin 1999'u fazlalık gibi geliyor bana. Fakat mükemmel eserinizin tercüme edilemeyeceği, okunamayacağı ve tartışılamayacağı bir dil kesinlikle yoktur." Abartılmış değildir bu, çünkü 1905 yılında Bertha von Suttner Nobel Barış Ödülü'nü aldığında, kitabı 37. baskısını yapmış ve tüm Avrupa dillerine çevrilmiştir. Avusturyalı yazar Peter Rosegger bu romanı "çığır açan bir eser" olarak nitelendirir. Yazar Leo Tolstoy, Bertha'ya yazdığı bir mektupta, "Tanrı eserinizin ışığında savaşın ortadan kalktığını göstersin bize!" der. Tabii "Barışçı Bertha" ve onun düşünceleri ile alay eden karşıtları da vardır. Felix Dahn, örneğin, şöyle bir şiir yazar: Silah başına! Kılıç yakışır erkeğe, O savaşır, kadına susmak düşer, Gerçi erkekler var ki günümüzde, Daha uygun olurdu, eteklikle gezseler. Barış inancı, büyük kahramanlık maskesinin düşürülmesi için sözcükler -silahlanmaya büyük paralar harcandığı ve savaşın yüceltilmesi için her türlü propaganda aracının devreye sokulduğu bir dönemde- kullanmak, cesaret ister. Bu cesaret de Bertha von Suttner'de fazlasıyla vardır. Barış fikri için kararlı bir şekilde kendisini ortaya koymaya devam eder, "Bu kitabım sayesinde edindiğim tecrübeler ve çevreler beni bu hareketin içine daha fazla itti. Öyle ki, başlangıçta istediğim gibi sadece kalemimle değil, tüm benliğimle kendimi bu işe adamak zorunda kaldım." 1891'de Barones Viyana'da "Barış Derneği"nin Avusturya kanadını kurar. 1892'de Berlin'de, Alman "Barış Derneği" kurulur. Almanya'daki pasifistler ilk kez örgütlenirler. 1899 yılında "Lahey Barış Konferansı" yapıldığında, Bertha von Suttner bu konferansa katılan tek kadındır ve daha sonra bu konferans hakkında yaptığı röportajı kitap şeklinde yayınlar. Barış hareketi için yapılan her önemli kongre ve konferansa (çoğunlukla kocasının eşliğinde) gider, konuşmalar yapar ve "dönem tarihine ilişkin eleştiriler" yayınlar. Bu eleştirileri ölümünden sonra 1917'de, iki ciltte toplanır ve Dünya Savaşının Önlenebilmesi İçin Verilen Savaş başlığıyla yayınlanır. Aslında bu eserle bugünkü "barış araştırmalarının tohumları atılır. 1891'de başlayan bu eleştiriler, deniz filosunun kurulması sorunları, çeşitli savaşlar, Balkanlardaki kargaşalar, kadınların oy hakkı savaşımı gibi konulara yöneliktir. Böylece Avrupa'daki her krizi izler ve bu kıtayı ancak uzlaşmanın kurtarabileceğini vurgular. Avusturyalı olarak tabii ki Monarşi'nin iç politikasıyla da ilgilidir. 1912'de tüm protestolara rağmen ortaokullara atıcılık dersleri konulduğunda şöyle yazar: "Şövalye von Hussarek gençliğe atış talimlerini yalnız bedensel beceriyi artıracak bir spor türü olarak değil, daha yüce düşüncelerin hizmetinde bir uğraş olarak da düşünmelerini hararetle tavsiye ediyor: Yani yücelerin yücesi İmparatorluğa sevgi ve savunma gücünün artırılması uğruna. Ve bir kez daha altını çiziyor: Toplumda olduğu gibi bireysel yaşamında da, herkes diğer uğraşları kadar mesleğini de bu yüce düşüncelerin ışığında algılamayı öğrenmelidir. Bunlar çok önemli sözler. Ama bu sanatın icrasında silahlar birlikte yaşadığımız insanlara doğrultulursa, çok doğru kullanılmış olup olmadıkları tartışılır." Ve Avusturyalı işçi kadınlar hareketinin bir eylemi üzerine şöyle der (1911): "İşçi kadınlar Viyana'da kadınların oy hakkı için dev bir gösteri düzenlediler. Binlercesi, büyük bir düzen ve sessizlik içinde caddelerden geçtiler. Gartenbau salonunda konuşma yaptılar. Bu arada Adelheid Popp şunları da söyledi: 'Aynı zamanda cinayetlere, kardeşin kardeşi vurduğu savaşlar için milyonların harcanmasına karşı da savaş vermek istiyoruz. Ölümcül silahlanmanın son bulmasını ve bu milyonların halkın ihtiyaçları için harcanmasını istiyoruz!' Kadınca politika mı? Hayır: İnsanca politika!" O güne kadar karşıtlarının sürekli gözden düşürmeye çalıştıkları ve "Duygusal, Sersem Barış Havarisi" dedikleri Bertha von Suttner artık eleştiriler yazan bir gazetecidir. Uzun yıllar arkadaşı ve Alman Barış Derneği'nin başkanı olan Alfred Hermann Fried şöyle özetler: "Bu hareket bilime, roman yazarımız da çağın bir eleştirmenine dönüştü." İsveçli büyük sanayici ve dinamitin mucidi Alfred Nobel 1896'da öldüğünde, bıraktığı vasiyetinde servetinin bir kısmını Nobel Barış Ödülü için bağışlamıştır. Bu barış ödülüne uygun görülen ilk kadın 1905'te Bertha von Suttner olur. Artık 62 yaşındadır ve tüm saldırılara, düş kırıklıklarına rağmen, barış uğruna yorulmak bilmeden çalışmalarını sürdürmektedir. Yaşamın son aylarında yakalandığı ağır bir hastalık çalışmalarını bırakmaya mecbur eder. Son sözleri (yanında bulunan Alfred Hermann Fried'e göre) şöyle olmuştur: "Silahları bırakın! Bunu herkese söyleyin... herkese..." Bu sözleri 21 Haziran 1914'te söyler. Bundan yedi gün sonra Avusturya-Macaristan Prensi Franz Ferdinand karısıyla birlikte Sarayevo'da öldürülecek, askeri ittifakların zincirleme tepkileri devreye girecek ve Birinci Dünya Savaşı başlayacaktır. |
#2
|
|||
|
|||
![]()
Vera Figner
DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1852-1942) 1855 II. Aleksandr Çar olur. 1860 Rusya'da çiftçiler ayaklanır. 1861 Çiftçilerin köleliği (sertlik) kaldırılır. 1862 Turgenyev'in romanı Babalar ve Oğullar'da nihilizm kavramı ortaya çıkar. 1865'ten itibaren Rusya'da nihilist akımlar. (Nihil: hiçlik; Nihilistler: hiçbir şeyin kalıcı olmasını istemeyen - dayatılmış hiçbir düzene, herhangi bir sisteme bağlılığı reddedenler.) 1879 Nisan Çar II. Aleksandr'a başarısız suikast. 1879 Ağustos "Narodnaya Volya" adlı gizli örgüt Çar'ı mahkûm eder. 1881 Mart Çar'a başarılı bir suikast yapılır. III. Aleksandr tahta çıkar. 1881 Nisan Suikasta doğrudan katılan dört erkek ve bir kadın halk önünde asılır. 1884 Vera Figner tutuklanır ve Schlüsselburg kalesinde 20 yıl hapis yatar. 1894 II. Nikola, III. Aleksandr'dan sonra tahta geçer. 1905 Rusya'da devrim. Kısmi bir başarı kazanılır: III. Nikola Rusya'da Meşrutiyet Anayasası'nı kabul eder. 1917 III. Nikola tahttan indirilir. 1917 Rus kadınları seçim haklarını elde eder. "YALNIZ EYLEM İÇİNDE GÜCÜNÜ ANLAYABİLİRSİN!" "Güzel bir süs bebeği - fakat içi boş!" Genç Rus kızı Vera Figner bir akşam akrabalarının kendisini böyle yargıladıklarına kulak misafiri olur. Bu ona çok dokunur. Gerçek mi bu? "Sadece güzel bir süs bebeği mi?" Modern giyindiği, sosyal ve politik görüşlerle ilgilenmediği, bu tür konulardan kaçtığı doğrudur. Peki, başka nasıl olabilir ki? Kazan'daki enstitüde kız çocuklarının ciddi kitaplar okumalarına izin verilmez. Ve evde -yalnız yaz tatillerinde ebeveynlerinin çiftliğine gelebilmektedir- büyük bir yalnızlık içinde yaşar. Ormancı olan babası ailenin tek hâkimidir. Altı çocuğunu katı bir disiplin ve körü körüne itaatle yetiştirmektedir, "İzinsiz hiçbir şeye dokunamazdık. Hele babamın eşyalarına hiç mi hiç. Kazayla bir şey kırılsa ya da eşyalar yerli yerine konmazsa, babamızın öfkesi bütün evi etkisi altına alırdı. Ceza da verirdi: Köşede dururdu, kulağımız çekilirdi veya hep babamın odasında asılı duran kayışla dövülürdük. Çok gaddarca cezalandırılırdık." Küçük Vera hayal gücüne sığınır. Belki, diye hayal eder, günün birinde Moskova'ya gelir, Çar'ın dikkatini çeker ve elini tutmasına izin verirdi. Çar, onu pırlanta ve yakutlarla süsleyip, imparatorluğunu ayaklarının önüne sererdi. "Aslında daha sonraki yaşantım, tamamen başka bir şekilde çocuksu rüyalarımı gerçekleştirdi," der Vera Figner Rusya'da Gece adlı anılar kitabında. "Belki çarlık mülküne kavuşmadım ama krallık tahtına kavuştum. Schlüsselburg'da tüm erkekler arasında sadece iki kadın olduğumuzdan, arkadaşlar yaşantımızın sefaletini biraz olsun güzelleştirmek için bize 'kraliçe' derlerdi." Vera Figner'in sözünü ettiği Schlüsselburg bir kaledir. İçinde yaşamının yirmi yılını geçirmek zorunda kaldığı bir zindan. Yirmi yıllık korku, yalnızlık, acı, açlık, çaresizlik. Devrimci eylemlerinden dolayı buraya hapsedilmiştir. Nasıl olur? Vera Figner uslu bir kız değil miydi? Yüksek tabakadan gelme, hatta Çar ile evlenmeyi hayal eden biri. Devrimci olması için iç dünyasında neler olmuştur? İlk olarak, eline geçen bir kitabı soluk almadan yutarcasına okur bitirir. Daha sonra -kişiliğinin temelini atan- bu kitaptan söz edecektir. Rus ozanı Nikolay Nekrassov'un bu kitabının adı Şaşa'dır. İçeriği Vera Figner'in sözleriyle şöyledir: "Akıllı, eğitimli ve dünya tecrübesi olan Ağarın başkentten ücra bir köye düşer. Orada basit, ataerkil aile sistemiyle yaşayan komşuları arasında entelektüel fikirlerle hiç ilgisi olmayan bir kızla tanışır." Vera Figner'in kendisini hemen bu kızla özleştirmesi doğaldır... Fakat biz devam edelim, "Kızı eğitmeye başlar. Bol bol, güzelce sosyal görevlerden bahseder, emekten, halkın refahından. Bu derslerin etkisi altında Saşa'nın içinde idealist emeller ve ihtiyaçlar gelişir. Fakat bir yıl sonra öğretmeniyle yeniden karşılaştığında korkunç bir şekilde düş kırıklığına uğrar. Şaşa bu arada zihinsel ve ahlaki açıdan olgunlaşmıştır. Agarin'i artık gerçek yüzüyle, boş şeyler konuşan gevezenin biri, kendisini etrafına güzel sözler söylemekle sınırlamış, gerçek yaşamda bir şeyler başarma yeteneği olmayan biri olarak görmektedir. Şaşa bu kahramanın sözleriyle yaptıklarının uyum içinde olmadığından emindir..." Vera Figner şöyle devam eder: "Bu roman beni canlandırdı, üzerinde uzun uzun düşündüm. Nasıl yaşamak ve neyle uğraşmak gerektiğini öğretiyordu. Safsata yapmadan ilkelerine bağlı kalarak yaşamayı öğretiyordu. Kendimden ve aynı şekilde başkalarından da bunu istemek hayatımın düsturu oldu." Şimdi genç Vera'nın yapması gereken, sadece öğretmenini bulmaktır -kendisine roman kahramanı Saşa'ya verildiği gibi zihinsel dürtüleri verecek herhangi birini. Ve bu da olur. Okulunu bitirdiği yıl, Zürih'e gidip Zürih Üniversitesi'nde tıp öğrenimi görmeye, daha sonra da taşrada doktor olarak çalışmaya karar verir. Kadınlara öğrenim imkânı veren tek üniversite Zürih'tedir. 1872'de Vera Figner oraya vardığında sınavlarına hazırlanan Alman öğrenci Franziska Tiburtius ile tanışır. Fakat Vera ile Franziska'yı öğrenim konularından başka birbirlerine bağlayan ortak bir şey yoktur. Franziska, "bu Rus kız öğrencilerinin hepsi nihilist," diye hatırlayacaktır Vera ile karşılaşmasını yıllar sonra. Rus arkadaşlarının hangi akla hizmet ettiklerini anlayamamaktadır. Vera Zürih'te genç Rus kızlarının çevresine girer. Önünde yeni bir fikir dünyasının kapısı açılır, "Lassalle'in öğretilerini ve etkinliğini, Fransız sosyalizminin kuramlarını, işçi hareketlerini, Enternasyonal'i ve Avrupa ülkelerindeki devrimlerin tarihini öğrendim. Şimdiye dek haberdar olmadığım bu şeyler, entelektüel ufkumu genişletti ve beni tutsak etti. Böylece sosyalist ve devrimci oldum. Devrimci bir çevrede birleştik ve Rusya'ya geri dönerek yeni fikirlerin propagandasını işçiler ve köylüler arasında yapmayı kararlaştırdık." Eyleme dönüşmeyen tüm sözlerin boşuna olduğu inancı, Vera Figner'de sarsılmaz bir şekilde yerleşmiştir. Haplarla, ilaçlarla ve ilaç karışımları ile halkına yardım edemeyeceğini gittikçe daha çok anlamaktadır. Görevini sosyalist fikirleri yaymak ve bu fikirler uğruna savaş çağrısında bulunmakta görür. 1875 Aralık'ında bitirme sınavlarına girmeden üniversiteden ayrılır: "Hareketimin sözlerimle çelişmemesi için Rusya'ya geri dönmeye karar verdim." Geri dönüşünün hemen ardından aceleci heyecanının tek başına yeterli olmayacağını anlar. İşçilerin ve köylülerin kafasına yeni fikirleri sokmak güzel de, ya bu insanlar bu fikirleri anlayamayacak durumda iseler? Önce halkın kültür seviyesini yukarı çekmek gereklidir. Vera ve kız kardeşi Eugenie'nin (o da bu arada aynı şekilde harekete katılmıştır) yerleştikleri şehirde örneğin bir okul bile yoktur. Bu durumda Eugenie çocuklara ve yetişkinlere ücretsiz ders vermeye başlar. Vera ise doktorluk görevini üstlenir. Ama asıl işleri mesai bitiminden sonradır. İki kardeş ev ev dolaşarak birkaç dua ve imparatorluk hanedanının bir listesinden başka kültür bilgisi olmayan köylülere kitap okur ve onlara düşüncelerini ve hedeflerini anlatırlar. Günün birinde demokratik Rusya'da politik sorumluluğu üstlenecek olan halka bildiklerini aktarmak, en önemli görevleridir. Vera şöyle anlatır: "Köylüler hep köy yaşamı, toprak sorunları, toprak sahipleri ile ilişkiler ve resmi makamlar hakkında konuşmamızı dinlemek istiyordu." O yıllarda yeni toplumsal düzen için büyük bir sessizlikle yılmadan çalışanlar sadece Figner kardeşler değildir. 1874'te Rus Adalet Bakanı Kont Konstantin von der Pahlen, "Tüm kentler devrimci hücrelerden oluşan sıkı bir ağla kaplanmış," diye Çar'a rapor verir. Devrimciler arasında kuvvet kullanmadan, yorulmadan çalışmanın giderek yararsız kalacağı inancı büyümektedir. Yeni bir parti kurarlar: "Halkın İradesi" (Narodnaya Volya). Vera Figner'in de içinde bulunduğu bu gizli örgüt Çar'ı ölüme mahkûm eder. Çünkü, "Yalnız Çarın ölümü kamusal yaşamda bir değişim yaratabilirdi." Çar II. Aleksandr iki suikasttan tesadüfen kurtulur. Polis önlemlerini artırır. 1880'de Rus mahkemelerinde toplam 127 siyasi suç davasına bakılır ve 1770 kişi gözaltına alınır. 13 Mart 1881, Petersburg. "Tüm geçmişimizi, devrimci geleceğimizi, hepsini bu karta oynadık... Eylem, eylem! Her ne pahasına olursa olsun eylem yapmak gerek!" diye yazar Vera Figner bugünün hazırlığını yaparken. Çar o gün öğleden sonra kuzinlerinden birine çaya davetlidir. Dönüş yolunda Katerina Kanalı yanında dört bombacı onu beklemektedir. İlk bomba atlı arabanın altından geçerek karda patlar. O zaman ikinci adam bombasıyla öne koşar ve bombayı arabanın tam yanında ateşler. Suikast başarılı olur. Ağır yaralanan Çar sadece birkaç saat yaşar. Suikastçi Grinevyetski, kendi bombasının kurbanı olur. Bundan sonraki günlerde "Halkın İradesi" partisinin suikastla ilişkisi olabilecek tüm üyeleri tek tek tutuklanır. Fakat devrimcilerin bekledikleri gibi bir halk ayaklanması olmaz. Vera Figner, "Toplum suskunluk içinde bekliyordu... Tarih bize karşıydı. Olayların gidişinden -toplumun ve halkın genel siyasal gelişiminden- 25 yıl kadar erken davranmış ve yapayalnız kalmıştık." Fakat ilk kez şaşırtıcı bir gerçek ortaya çıkmıştır: Bu gizli örgütün liderlerinin "kadınlar" oldukları. Devrimci kadınlar, radikal grupların liderleri kadınlar, eylemlerinin hangi sonuçlan birlikte getireceğini bilen kadınlar. Bunlardan Sofya Perovskaya 15 Nisan 1881'de asılır. Üç yıl sonra, 32 yaşındayken, Vera Figner devrimci faaliyetleri yüzünden ölüm cezasına çarptırılır ve karar ömür boyu zindan hapsine çevrilir. "Çok şükür, bu korkunç kadın nihayet hapse atıldı!" diye bağırır, öldürülen II. Aleksandr'ın yerine geçen III. Aleksandr, Vera'nın tutuklandığını haber alınca. Suçlu son sözünde kendisini hangi nedenin "şiddete başvurma yoluna" ittiğini açıklar: "Özgürlük yolunda gidemiyordum: Bilindiği gibi basın özgürlüğümüz yok. Basın özgürlüğü olmayınca da belli düşünceleri basılı sözlerle yaymayı düşünmek imkânsızdır. Toplumumuzun herhangi bir organı bana şiddet kullanmaktan başka bir yol gösterseydi, o yolu seçme olasılığı doğardı; kesin olan şu ki en azından bir denerdim... Hem başkalarından hem de kendimden kararlılık ve sözle eylem birliği bekledim hep. Sadece şiddet kullanarak bir şey elde edilebileceğine kuramsal olarak inanmışsam, o zaman ait olduğum örgütün başvurduğu şiddet yöntemlerine katılmakla da sorumluydum. Etkinlik alanım içinde olan programda benim için en değerli yan, totaliter rejimin yok edilmesiydi. Programımızın öngördüğü bir cumhuriyet veya parlamentoya bağlı krallık mıydı -buna şimdi pratik bir anlam vermek istemiyorum. Yani bir cumhuriyet kurma gayreti içinde de olsa -pratikte toplum sadece kendisinin hazır olduğunu gösterdiği devlet şeklini kabul edecektir- bu sorunun benim için hiçbir özel anlamı yok. Ana mesele, kişiliklerin kendi güçlerini her yönden geliştireceği ve bu güçleri tümüyle toplumun hizmetine sunacağı olanakların bizde de yaratılması. Bizde bulunan şeylere bakınca bu olanakların bulunmadığını görüyorum." Vera Figner "Diri diri gömüldüğü" zindanda Rus Devrimi'ni de yaşayacak, fakat gene de 1904'te serbest bırakıldığında şunu fark edecektir: "Bundan sonraki kuşakta yaşamaya devam edecek bir iz bıraktım." Vera Figner Schlüsselburg kalesindeki yirmi yıllık hapis hayatını Rusya'da Gece adlı kitabının ikinci cildinde anlatır. Karanlık tablolar, uçurum gibi derin çaresizlik sahneleri ve sonra da şu tür anlar: Haberleşme hakkı elinden alınmak istendiğinde, tüm gücüyle direnir. Evet, hatta görevini yerine getiren müfettişin üniformasındaki apoletleri kopartır. Çünkü, "Yıldırım hızıyla bir düşünce aktı benliğimde ve tüm tereddütleri ortadan kaldırdı: 'Sadece eylem içinde gücünü anlayabilirsin'... Büyük bir sevinç doldurdu içimi. İçimde şiddetli bir protesto için güç bulduğumda, o kadar huzurluydum ki." Durmadan şiddetli protestolara kalkışır ve bu yolla gerçekten tutukluluk şartlarının yavaş yavaş değişmesini sağlar. Yemekler düzelir, gezinti yapmasına izin verilir, kitaplar temin edilir ve hapishanedekiler atölyelerde çalışabilirler. Yeni gelen bir tutukludan bu arada dışarıda ne olup bittiğini duyduğunda, Vera Figner zindanda on yedinci yılını doldurmuştur: "Yeni gelen tutuklunun dediğine göre Rusya'da her şey hareket halindeydi: Seksenli yıllarda varlığı bile fark edilmeyen bir işçi sınıfı, Batı Avrupa'dakiler gibi bağımsız bir sınıf vardı. Bir sosyal etken olarak ortaya çıkan bu sınıf ekonomik durumlarının iyileştirilmesini talep ediyor, grevler düzenliyor, on binlerce işçiyi peşlerinden sürükleyip gücünü sokaklarda gösteriye dönüştürüyordu... Her şehirde şimdi izinsiz kurulmuş devrimci gazeteler, çağrılar, el bildirileri basan matbaalar vardı." 1904'te Vera Figner kanser hastası annesinin af dilekçesi üzerine hapisten çıkarılarak ülke dışına sürgüne gönderilir. 1915 yılına kadar yurtdışında yaşar. 1916 Aralık'ında Petersburg'a geri döner ve orada Şubat Devrimi'ne tanık olur. Hapisten çıkışından sonraki yıllarda artık politika yapamaz. Hatta sosyal devrimci bir partiye katılmayı dener, ama şunu anlamak zorunda kalır: "Yaşamdan uzun yıllar koptuğum için bir hamlede siyasal partilerin evrimine, devrimci âdet ve ilişkilere yetişmem mümkün değildi artık. Tamamen yeni koşullarda kendimi yabancı, soyutlanmış, faydasız hissediyordum. Bu nedenle başka bir alanda çalıştım." 1942 yılında ölümüne kadar, kendisini kırsal kesimdeki eğitim ve öğretim kurumlarının iyileştirmesine adar. Yaşamının yirmi yılı çalınmış bu kadın, politik faaliyetleri için ödemek zorunda kaldığı bedeli çok mu yüksek buluyordu? Hayır. "Tüm zorlu sınavlara rağmen," diye yazar, "ödemek zorunda kaldığım bedel fazla yüksek değildi." |
#3
|
|||
|
|||
![]()
Clara Zetkin
DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1857-1933) 1864 Karl Marx tarafından Londra'da I. Enternasyonalin kurulması. 1889 Paris'te II. Enternasyonalin kuruluş kongresinde Clara Zetkin ilk kadın konuşmacı olur. 1889 Adolf Hitler'in doğum yılı. 1891 Clara Zetkin Eşitliksin yazı işlerini üstlenir (1916'ya kadar). 1903-1904 Kırımçov tekstil işçileri grevinde grevcilerin yarıdan çoğu kadındır. 1905 Rusya'da devrim. Kısmi başarı. Çar Rusya'da Meşrutiyet Anayasası'nı kabul eder. 1914 Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması. 1917 (Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin) kuruluşu. 1918 Almanya Komünist Partisi'nin kuruluşu (Spartakus Birliği). 1923 Anneler Günü Amerika'dan Almanya'ya gelir. 1925 Adolf Hitler NSDAP'yi (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) yeniden kurar. 1931 Almanya'da bir milyondan fazla kadın işsizdir. 1933 Clara Zetkin'in öldüğü yıl, Hitler başbakan olur. "HAYATIN OLDUĞU YERDE SAVAŞMAK İSTİYORUM." Evet, korkmaktadır. Kadınların ve genç kızların çoğunun tanıdığı bir korku. Toplum önünde sesini yükselterek konuşmak: İşte bu olmamalıdır. Bir keresinde halka açık bir toplantıda konuşma sırası kendisine geldiğinde, o kadar dolu olmasına rağmen, sesini hafifçe yükselterek, konuşmaktan vazgeçtiğini söyler. Eakat bu kez, Paris'te 1889'daki II. Enternasyonal'in kuruluş kongresinde ismi okunduğunda bu korkuyu yener, "Söz sırası yurttaş Zetkin'in". Başlangıçta tutuk, sonra gittikçe kendisinden daha emin ve daha akıcı bir dille, 32 yaşındaki Clara Zetkin ilk büyük konuşmasında kızların ve kadınların davasını temsil eder: Konuşma metninin başlığı, "Kadının kurtuluşu içiıV'dir. "Sosyalistler bilmek zorundadır ki; günümüzdeki ekonomik gelişmede kadınların çalışması bir zorunluluktur... Sosyalistler her şeyden önce bilmelidir ki, ekonomik bağımlılık veya bağımsızlık, sosyal kölelik veya özgürlükle ilintilidir. "İnsan suretindeki her şeyin kurtuluşunu slogan edinmiş olanlar, insan cinsiyetinin bir yarısını ekonomik bağımlılıkla siyasal ve sosyal köleliğe mahkûm edemezler. İşçiler kapitalistler tarafından nasıl boyunduruk altına alınmışlarsa, kadın da erkek tarafından öylesine boyunduruk altına alınmıştır ve ekonomik özgürlüğüne kavuşmadığı sürece de öyle kalacaktır. Kadınların ekonomik bağımsızlıkları için en gerekli şart çalışmaktır... "Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler... Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır. Sadece sosyalist toplumda, kadınların işçiler gibi haklarının tam sahibi olması mümkündür." Clara Zetkin sosyalist partilerde hakları için savaşmak isteyen kadına tercüman olmaktadır. "Erkeğin desteği olmadan," diye açıklar, "evet, hatta genellikle erkeklerin iradesine karşın, kadınlar sosyalist bayrak altına girmişlerdir... Fakat onlar şimdi bu bayrak altında duruyorlar ve burada kalacaklar! Burada özgürlükleri için, eşit haklara sahip insan olarak kabul edilmeleri için savaşıyorlar. Sosyalist işçi partisi ile el ele yürüyerek savaşın tüm zorluğuna ve gerektirdiği özverilere katılmaya hazır oldukları gibi, zaferden sonra da elde ettikleri tüm hakları korumaya kesin kararlıdırlar." Paris kongresindeki bu konuşma sadece Clara Zetkin'in ilk büyük konuşması değildir. Bu konuşma uluslararası bir topluluk önünde cinsinin eşitlik hakları için savaş veren ve "Kadın ve Sosyalizm" konusunu gündeme getiren bir kadının tarihteki ilk konuşmasıdır. "Sanki kanat takmışım gibi geldi bana," der Clara Zetkin konuşmasını bitirdiğinde. Onun tutkuyla dile getirdiği talepler yankısız kalmaz. Alman sosyal demokrasisi bir yıl sonra yeni programını bitirdiğinde bu programın içinde kadının ekonomik, siyasal ve hukuksal eşitliği de vardır. Bu konuda ilk dürtüyü yapan Clara Zetkin sonraki yıllarda parti toplantılarında, uluslararası kongrelerde ve parlamentolarda daha yüzlerce konuşma yapar. "Yaşamın olduğu yerde savaşmak istiyorum" sloganı onun yaratışıdır. Bu noktaya nasıl varmıştır? Bu genç Alman kadın neden ille de Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştır? Bir köy öğretmeninin kızı olan Clara Eissner, Chemnitz yakınındaki Wiederau'da yetişir: Öğrenmeye hevesli, köy gençliğinin oyunlarında tartışmasız önder olan, eyleme susamış bir kız. Günün birinde babasının kütüphanesinde Papa'ya karşı ayaklanmaların bir hikâyesini bulur. Yakılmak için odun yığınları üstüne bağlı olduklarında bile inançlarından dönmeyen bu kadın ve erkeklerden çok etkilenmiştir. "Onlardan, daha çocukken, insanın inancı uğruna ölmeye hazır olması gerektiğini öğrendim," diye anlatır hayatının sonunda. 1872'de Eissner ailesi Leipzig'e taşınır. Clara öğretmen olmak ister. Gerçekleşmesi kolay olmayan bir arzudur bu. Çünkü devlet o zamanlar kızların yüksek öğrenim görmesi ve kadın öğretmen yetiştirilmesi ile ilgilenmemektedir ve kadınlar kamusal eğitimin henüz her dalında çalışamamaktadır. Kadın öğretmenlere daha ziyade el işleri dersinde ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer dersler için bir kadının zihinsel yetenekleri yeterli görülmez... Fakat Clara daha fazlasını ister. Leipzig'de Auguste Schmidt tarafından yönetilen özel kadın öğretmenlik kursunda bir yer bulmayı başarır. Kadınlar için kurulan ilk geliştirme okuludur bu. Eğitimde ve mesleki yaşamda kadın hakları için savaşan güçlü bir kadın olan Auguste Schmidt, kız öğrencilerinden titiz, sorumluluk duygusu içinde bir çalışma ister. Clara bu katı disiplinli okulun öğretmenine daima minnettar kalmıştır, "Onu yaşam için, mücadele için bana öğrettiklerinden dolayı saygıyla anıyorum." Leipzig'deki kurs döneminde Clara, devrimci düşünceleri ve eylemleri yüzünden ülkelerinden sürülen ve şimdi Leipzig'de öğrenim gören bir grup Rus öğrenciyle tanışır. Onlardan sosyalizm ve komünizm kavramlarının ortaya çıktığı tartışmaları dinler. Karl Marx ve Friedrich Engels isimlerini ilk kez işitir. Clara sorular sorar ve Marx ile Engels'in yazdıklarını okumaya başlar. Rus öğrencilerden biri olan Ossip Zetkin, Clara'nın en yakın arkadaşı ve dostu olur. Sık sık kendisini sosyal demokratların toplantılarına götürür. Genç kadının dinlediği her konferans onu mücadele veren işçi sınıfının düşünce dünyasına daha fazla sokar. Kursta öğretmenleri onu, "sosyalist düşünceleri savunduğunda rahatsız edici" bulurlar. Bitirme sınavlarını "pekiyi" ile geçer. Aynı yıl 1878'de Sosyalistler Yasası yürürlüğe girer. Bu yasa eyalet polis müdürlüklerine yerel sosyal demokrat cemiyetleri, sendikaları ve işçi eğitim cemiyetlerini yasaklama yetkisi vermektedir. Birdenbire parti ve onunla birlikte tüm işçi örgütleri yasadışı olur, tüm yayınları yasaklanır. Clara Zetkin bu zaman içinde geçimini Leipzig yakınlarında bir çiftlik sahibinin yanında mürebbiyelikle sağlamaktadır, fakat partinin yasadışı çalışmalarına katılmaya devam eder. 1880'de Ossip Zetkin Leipzig'den sürülür: iki yıl sonra Clara onun ardından Paris'e gider. Evlenirler. 1883 ve 1885'te iki oğulları Maksim ve Kostya dünyaya gelirler. Kısa bir zaman sonra Ossip Zetkin ağır hastalanır. 1889'un Ocak ayı sonunda ölür. Clara Zetkin yıllar sonra bir kız arkadaşına kocasının ölümünü yazarken, "Sanki benim hayatım da durmuştu," der; "o zaman sadece çocuklarım uğruna hayata geri döndüm; ve tam adını koyarsak, sosyalist devrim savaşçısı bir kadın olarak verdiğim uğraş sayesinde." Uğraşı: Clara Zetkin Paris'te sürgündeyken sürekli Alman ve Fransız işçi hareketleriyle ilgilenir ve bu sırada iki temel sorunla karşılaşır: Sosyalist toplumda kadının yeri nerededir? Sosyalistler kadınları nasıl uyandırıp mücadelenin içine çekebilirler? Bu konuya ilişkin ilk büyük katkısını Paris'teki II. Enternasyonal'in kuruluş kongresinde yapar. Büyük bir halk topluluğu önünde düşündüklerini söyleme korkusunu yendiği anda, uluslararası kamuoyunun kapıları ona açılır. Eylül 1890: Sosyal demokratlara karşı tedbir yasaları kaldırılır. Clara Zetkin iki çocuğuyla vatanına geri döner ve Stuttgart'ta yerleşir. Kadın işçilerin çıkarını kollayan Eşitlik adlı bir derginin kurucu ortağı ve yöneticisi olur. 25 yıl boyunca bu dergide Clara Zetkin'in elinden kalem düşmez. İlk yılların Eşitlik dergisinin sayfalan çevrilirse, kadın işçi hareketi gelişiminin canlı tabloları görülür. O sayılarda kadının istismarının afişe edildiği makaleler vardır. Bu dergilerde jüt iplik fabrikasında bir kadın işçinin Bremen'de 14 fenikten 15 feniğe kadar saat ücreti aldığı okunur. Çoğu, haftada yalnız bir kez sıcak öğle yemeği yiyebilmektedir... İki, üç marka kadar haftalıklarla, fırınlanmış porselenleri fırınlardan dışarı çıkaran Saksonyalı kadınlar çok sıcak olduğu için sadece bir gömlek giymektedirler ve cereyanda kalıp hemen hepsi romatizma hastalığına yakalanırlar... Dresdenli tütün işçileri; "içimizden biri mesai sırasında gülecek olsa bu ölümcül suçun bedelini 50 fenik ceza ile ödemek zorundaydı," diye anlatırlar. Ayna sırlayıcılarının çalışma koşulları hakkında profesörün biri şu ifadeyi kullanır, "Korkunç cıva zehirlenmeleri, devamlı düşük ve ölü çocuk doğumları." Baskı altındaki bu kadınların büyük bir bölümünü sınıf mücadelesi için kazanmak, Clara Zetkin'in de bildiği gibi, kolay bir iş değildir. Fakat bunu yapmak onun görevidir!" 1905 yılından itibaren eğitimini tamamlamış olan öğretmen Clara Zetkin kendisini yürekten istediği bir konuya adar: Pedagojik çalışma. Bundan böyle Eşitlik dergisi düzenli olarak iki ek çıkarır. Eklerden biri "Analarımız ve ev kadınlarımız için", diğeri de "çocuklarımız için"dir. Clara Zetkin'in istediği, ana-babalara ve yetişmekte olanlara "Gerçek insanlığın temel ilkelerini" açıklamaktır. Çocukların eğitimi -her zaman vurguladığı gibi- ev, toplumsal düzen, ana ve babanın birlikte uyum içinde meydana getirdiği bir eser olmalıdır. Çocuğun yaradılışında ana-babanın özellikleri nasıl karışıyorsa, eğitimde de (yaradılışın ikinci bölümünde ve genellikle en önemlisinde) aynı şekilde uyum içinde birleşmelidirler ki, her iki tarafın da en iyi yanı çiçek açabilsin." Ağustos 1907: Sosyalist kadınların ilk uluslararası toplantısına 14 ülkeden 56 delege katılır. Bu kadınlar Clara Zetkin'i uluslararası sekreterliğe seçer ve Eşitlik dergisini uluslararası yayın organı olarak belirlerler. Ağustos 1910: İkinci uluslararası kadınlar konferansında katılımcı kadınlar, her yıl uluslararası bir kadınlar günü kutlanmasını kararlaştırır. İlk önce, mart ayındaki bu gün, kadınların seçme hakkı için propaganda yapmaya hizmet edecektir. "Yaşasın kadınların oy hakkı!" Bir yıl sonra Alman kadınlar mart ayındaki "kendi günlerinde" caddelerde bu sloganı pankartlara yazarlar. Clara Zetkin Eşitlik dergisinde bunu, "Dünyanın şimdiye kadar gördüğü, kadının eşitliği için yapılan en görkemli gösteri," diye haber verir. Bir zamanlar konuşmacı kürsüsüne korka korka çıkan Clara Zetkin, artık birçok saflarda korkulan, uzlaşmak bilmeyen bir savaşçıdır. Onun için en büyük darbe 1908'de (bu yıldan itibaren nihayet kadınlar da partilere üye olabilecektir) yönetime seçilmemesidir. Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Fransız Mchring gibi partinin sol devrimci kanadına aittir. Alman kadın hareketlerinde de "ılımlılara" saldırır Clara Zetkin. 1905 yılında "Anneleri Koruma Derneği"ni kuran Helene Stöcker ile arkadaş olur. Helene Stöcker evlenmeden anne olanlar için de hamileliği önleyici korunma ilaçlarının serbestçe dağıtımını ve kürtajın yasallaşmasını talep etmektedir. Anaları Koruma Derneği, Alman kadın dernekleri birliğine kabul edilmez. Kadın hareketleri arasında, "ılımlılar" cinsel sorunlar karşısında çok çekimser davranırlar. Helene Stöcker ve Clara Zetkin bu tavrı yargılarlar. Bu iki kadının dostluğu Clara Zetkin'in ölümüne kadar sürmüştür. Clara Zetkin 1929-1931 arasında yılın sadece bir kısmını Almanya'da geçirirken (diğer kısmını Rusya'da geçirir) kendisini sürekli ziyarete gelen nadir kişilerden biri Helene Stöcker'dir. Son ortak çalışmaları 1932'de Amsterdam'daki savaşa karşı yapılacak kongrenin ön hazırlıkları olur. Daha 1912 yılında Clara Zetkin uluslararası sosyalistler kongresinde, Basel'de dünya kadınlarını barışın korunmasına aktif olarak katılmaya çağırmıştır. Son ana kadar Eşitlik dergisinde de yaklaşan savaş felaketine karşı savaşır. Savaşın sürdüğü 1915'te Almanya'da illegal olarak bir manifesto yayınlar: "Savaşı Bırakın!" "Vatana ihanete teşebbüs"ten tutuklanır. Serbest kalır kalmaz, savaşa karşı yasadışı mücadeleye devam eder. En ağır darbeyi yiyinceye kadar: Parti yönetimi Eşitliksin redaksiyonunu elinden alır. 60 yaşındaki Clara Zetkin yeni bir başlangıç arar. "Her şey beni Rusya'ya çekiyor. Rusların arasında yeni vatanımı buldum, politik açıdan, insanlık açısından, onların arasında sonuna kadar çalışmak ve savaşmak istiyorum." Bunu 1917'de Rus işçi ve köylüleri Çar'ı devirdiklerinde yazmıştır. Lenin'le uzun konuşmalar yapar ve bunları Lenin ile Anılar kitabında yayınlar. 1920'de Alman parlamentosunda yeni kurulan Komünist Parti'nin baş adayı seçilir. Komünist Enternasyonal'in kadınların çalışma hayatıyla ilgili temel esaslarını hazırlar. Ölümünden bir yıl önce, 75 yaşındayken hâlâ Berlin'deki Alman parlamentosunun kürsüsünden faşist tehlikeye karşı hararetli bir konuşma yapmıştır. "Konuşuyor. Tek başına bir kadın gibi değil, kendisi için büyük bir gerçeği bulmuş bir kadın gibi... Daha çok bir sınıfa ait tüm kadınların ne düşündüğünü ifade etmek için, tüm diğer kadınlar için varolan bir kadın gibi konuşuyor. Düşünceleri baskı altında tutulan bir sınıfın ortasında, düşüncesi baskıya rağmen gelişmiş bir kadın gibi konuşuyor. Binlerce ve milyonlarca kadın onunla aynı şeyi söyledikleri için, ne söylüyorsa doğru. O yarınların kadını; ya da ifade etme yürekliliğini gösterirsek: O bugünün kadını." Fransız ozan Louis Aragon, Basel Çanları romanında Clara Zetkin'in toplum karşısına çıkışını -başlangıçta topluluk karşısında konuşmak zorunda kalmaktan korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmamış olan bir kadının konuşma tarzını- bu cümlelerle anlatır. |
#4
|
|||
|
|||
![]()
Lily Braun
DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1865-1916) 1865 Lily Braun'un doğduğu yılda Louise Otto Peters ve Auguste Schmidt, Leipzig'de "Alman Kadınları Birliği"ni kurarlar. 1872 Hedwig Dohm iddialı yazılarını yayınlamaya başlar. 1873 Burjuva kadın haklarının "radikal" denen sol kanadının, kadınlar için yayınladığı Kadın Hareketleri dergisi piyasaya çıkar. 1879 İsviçre'de August Bebel'in Kadın ve Sosyalizm adlı eseri yayınlanır. 1891 Bismarck'ın Sosyalistler Yasası yürürlükten kalktıktan sonra (1890), Clara Zetkin'in Eşitlik dergisi yayınlanır. 1894 Berlin'de "Burjuva Kadınlar Cemiyeti Kongresi" yapılır. 1895 Lily Braun kadınların oy hakkı için konuşma yapar. 1901 Lily Braun'un Kadın Sorunları yayınlanır. 1905 Helene Stöcker'in gayretiyle Berlin'de "Anaları Koruma ve Cinsel Reform Birliği" kurulur. 1906 Finli kadınlar oy haklarını elde ederler. 1906 Helene Lange ve Gertrud Baumer tarafından Kadın Hareketlerinin El Kitabı, beş cilt halinde yayınlanır. 1908 Danimarkalı kadınlar oy haklarını elde ederler. 1911 İzlanda, kadınlara oy hakkı ve tüm kurumlara (kültür kurumlarına da) girme hakkı verir. 1914 Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcı. "KADINLARIN YÜREĞİNE TEDAVİ EDİLEBİLİR HOŞNUTSUZLUKLAR EKİN!" General kızı genç Lily von Kretschman'a erken yaşlardan beri şu üç ana fikir işlenmeye çalışılmaktadır: "İyi terbiye görmüş bir kız duygularını açığa vurmaz." "Bir kadın kendisi için değil başkaları için yaşamalıdır." "Kadınların kendilerine ait olmadıklarını bir an önce öğrenmek zorundasın." Bu üç cümle de gelişim çağındaki kızı öfkelendirir. Fakat bunlara karşı çıkmaya cesaret edemez. Ama bir keresinde... Lily 14 yaşındadır ve Konfirmasyon'una çok az kalmıştır. Bir gün rahibi ziyarete gider ve kişisel dini inançlarını yazılı olarak önüne koyar. Yazıda şöyle der, "Ben bu Tanrı'ya inanmıyorum. Dünyayı altı günde yarattığına, insanı kendi suretinde yarattığına inanmıyorum. İncil'deki kıssadan hisseli masal öykülerinden çok bilime inanıyorum. İsa'ya inanmıyorum, çünkü Tanrı'nın insan olduğuna inanmayı dinsizlik olarak görüyorum. Onun ne kusursuz hamilelik sonucu doğuşuna, ne cehenneme ne cennete gidişine, ne de mucizelerine inanıyorum. Bu kutsal ruha inanmıyorum. Öldüren, yakan, kovalayan, taşlayan, ruhlara işkence eden, gerçekleri inkâr eden kutsal Hıristiyan kilisesine inanmıyorum. Günahların affedilmesine inanmıyorum, çünkü günah sadece sevaplarla affettirir kendisini. İnsanın bedensel dirilişine inanmıyorum, çünkü bilimsel olarak imkânsızdır." Lily kendisinin başka bir inanca zorlanmasına kesinlikle karşıdır: Bir skandal! Şikâyetler, sitemler, tehditlere karşın pes etmez. Kaçmaya karar verir. Gerekli parayı sağlamak için gizlice mücevherlerini satar. Anne ve babası bunun farkına varır. "Korkunç bir sahne," diyecektir daha sonraki Anılarında. "Babam kendisini bile tanımıyordu artık. Temiz adım lekelendi,' diye inliyordu; 'kendimi vurmam lazım! Bu ayıpla yaşayamam!'" Lily bu tehditleri yetişkin olarak da sık duyacaktır. Fakat şimdilik "korkunç cesareti" kırılmıştır. Kiliseye kabul törenine katılmak zorunda kalır ve eğitiminin son rötuşlarının yapılabilmesi için daha sonra halasına gönderilir. "Sanki karşılığında para alıyormuşum gibi eski Alman stili örtüleri işledim. Saatlerce piyano başında yeteneksizliğimle savaşıyordum. Azimle zenci çocukları için çorap örüyordum," diye tanımlar bu eğitimi. "Kendimi yine başkalarının idaresine bırakmıştım. Fakat içimdeki boşluk kalmıştı." Geriye dönüp baktığında bu tür eğitimden ne sonuç çıktığını görünce korkar. Kuzeni Mathilde'ye gönderdiği bir mektupta, "Tüm genç kadınların ağzında kadercilik var. Bunun bir düş kırıklığının ifadesi olduğunu sanıyorum," der. Belki de en iyisi geleceği fazla düşünmek yerine çekici bir general kızı olarak hayatın tadını çıkarmaktır... Son moda makyajıyla donanmış olan Lily sosyeteye karışır. Başarılıdır. İnsanlar etrafında dolaşır. Aşk maceraları yaşar ve evlenme teklifleri alır. "Çok eğlendim!" diye yazar günlüğüne durmadan. Saraylı bir kadının meslek sahibi olması söz konusu bile değildir. Böyle şeyleri ciddiye almaz. Lily'nin babası General von Kretschman gözden düşer ve azledilir. 24 yaşındaki Lily bu arada büyükannesinden bir mektup alır. Jenny von Gustedt torununa yazdığı mektupta şöyle der: "Evlilik ender rastlanan bir şans işidir, özellikle balo salonlarında kararı verilen türden bir evlilik. Tanrı sana öyle yetenekler vermiş ki, doğal kadınlık dünyanın dışında seni ve başkalarını tatmin edecek bir yaşam biçimi bulacaksın... Bu nedenle sana verebileceğim belki de son öğüt şudur: Kendi ayaklarının üstünde dur." Lily'nin büyükannesi gerçekten dış görünüşüyle eğlence delisi bir kız görünümü veren Lily'nin içinde ne fırtınalar koptuğunu hissedebilen tek kişidir. Weimar sarayı döneminden kalma belgeleri, mektupları ve kendi yazdığı kitabı miras bırakır torununa. Büyükannesinin derlediği kitabın adı Goethe'nin Arkadaş Çevresinden Barones Jenny von Gustedt'in Anılan'dır. Lily, hayatında ilk kez bir konuda ciddi şekilde çalışmakta ve kendisini gururlu, özgür ve bağımsız hissetmektedir. İleride günlüğünde "hayatımın en güzel yılı" dediği 1891 yılında üniversite profesörü Georg von Gizycki ile tanışır. Etik Kültür adındaki topluluğun ve aynı adla çıkan derginin kurucusu olan bu adamın etkisiyle Lily Amerikan ve İngiliz kadın hareketleri edebiyatına dalar. Bebel'in Kadın ve Sosyalizmdim okur. Soylu bir genç kız olarak baba evinde oluşan zihniyetinin içindeki tüm değerler ve ölçüler yer değiştirir: "Sosyalizm, dar kafalı, nasırlı yumruklarıyla erkekler, veremli kadınlar ve yaşlı suratlı çocuklar, kin dolu çehreler, hayatımızı güzel ve zengin yapan her şeyi tehdit eden yumruklar." Lily'ye aile ve tanıdık çevresince sosyalizm hakkında böyle bir tablo çizilmiştir. Şimdi ise böylesine korkulan sosyalizmin "herkes için eşit haklar" istemesiyle, kendi cinsindekilerin kültürel, ekonomik ve politik kurtuluşu için ne kadar gerekli olduğunu anlamaktadır, "Çoğunlukla kendime özgü, çoktandır inandığım fikirleri yeniden buldukça sevinçten kıs kıs gülüyordum. Mantığımın ayak uyduramadığı yerde duygularım evet diyordu, evet." Günler ve geceler boyunca okur, tartışır. Sanki hayatı yeni başlıyormuş gibidir. İlk kompozisyonlarını, sosyalist ve kadın hareketinin güncel sorunlarına ilişkin makalelerini Gizycki'nin dergisinde yayınlar. Hâlâ baba evinde yaşamaktadır. Fakat gerçek evi Gizycki'nin yanıdır. "O beni birdenbire kendisiyle barışık bir insan yaptı," diye ifade eder bunu. Sonra Lily'nin gençliğindeki sahneler tekrarlanır: Babası intiharla tehdit eder, Lily yeniden babasının adını kötüye çıkarmış ve şöhretini bu kez de yazılarıyla ve G. von Gizycski ile evlenme arzusuyla yıkmıştır. Profesör ağır hasta ve kötürümdür. "Biz aşk evliliği değil dostluk ve iş evliliği yaparız, kadının da kendi emeğiyle ayakta durabileceği, geleceğin insanları gibi yaşarız." Bu sözlerle Lily'ye teklifte bulunur Gizycki. Lily onunla evlenince baba eviyle bağları tamamen kopar. "Her şeyden önce bir şeyi halletmek gerekiyordu; Alman kadın hareketini öyle menekşe gibi durmaktan kurtarmak." Lily von Gizycki gelecek yıllardaki en önemli görevi olarak görür bunu. Minna Cauer ile birlikte kurdukları Kadın Hareketi dergisinde ve Kadınların Selameti'nin yönetim kurulunda ileriye doğru itici bir güçtür. İlk Alman kadın hakları savunucusu olarak 1895 yılında Berlin, Dresden ve Breslau'da kadınların oy hakkı için konuşma yapar. "Kadının Vatandaşlık Görevi" konferansının sonunda şöyle der: "Yer yer dolaşıp tüm reformların anası olan, tedavi edilebilir her hoşnutsuzluğu, kadınların yüreklerine ekmek istiyorum. Ve onların uyuyan vicdanlarını sarsmak istiyorum ki, dünyadaki tüm sefaletin sorumluluğunu taşıdığımızın bilincine varılsın. Fakat insanlığa hizmet eden herkesin ruhunda olması gereken bir başka güçlü duygu da yürekler egemen olmak zorundadır: Mutluluğun tüm insanlar için mümkün olduğu." Kocası Georg von Gizycki 1895'in Mart ayında bu inançla ölür. Lily ise bu inançla yaşamaya devam eder. 1896: Lily SPD politikacısı Heinrich Braun ile evlenir ve Sosyal Demokrat Partisi'ne katılır. Bu adımı atmasından sonra Burjuva Kadın Hareketlenendeki çalışması kendiliğinden yasaklanır. "Önyargısız ve mantıklı düşünen ve kadın sorunlarıyla -hanım sorunlarıyla değil kadın sorunlarının tümüyle- etraflıca ilgilenen kişi mutlaka sosyal demokrasiye ulaşmak zorundadır!" diye bağırır Berlin kadınlar kongresinde. "Belki de ait olduğunuz toplumsal sınıfın mesleksiz, tatmin edilmemiş kızlarından daha büyük, daha acıklı bir sefaletin var olduğunu; sizin çevreniz dışında doktor kepi uğruna verilenden daha ciddi, daha kutsal bir mücadelenin verildiğini duyacaksınız!" Burjuva kadınları çok sarsılmışlardır. "Dinleyiciler bağırıyor ve kıyameti koparıyorlardı," diye anımsar Lily Braun. "Başkan hanım büyük bir kızgınlıkla çanı sallıyordu... Kürsüden indim. İki sıra halinde dizilmiş insanların arasından geçerken sanki sıra dayağı yiyordum. İlk sırada oturan şık sonbahar giysileri içindeki Berlinli kadınlar, toplum içinde göstermeleri gereken kibarlıklarını kaybetmişlerdi. Islık çalıyor, bana küfür ediyorlar, beyaz eldivenli yumruklarını tehlikeli biçimde burnumun dibinde sallıyorlardı." Bu tür deneyimlerine rağmen Lily Braun durmadan burjuva ve işçi kadın hareketini birleştirmeye çalışır. Başarısız bir denemedir bu. "Kadınlar sorunu hakkında bir kitap yok," der bir gün kocası, düşünceli bir biçimde. "Şöyle gerçek olayların tanımından hareket eden, kadının ekonomik, sosyal ve hukuki durumunu ele alan bir kitap olsaydı keşke..." Bu düşünce Lily Braun'un peşini bırakmaz, "Heyecandan kalbim çarpıyordu. Bu türden temel ilkeleri ortaya koyan, özetleyen bir kitap yoktu henüz. Sadece benim için değil, tüm kadın hareketi için bir eksiklikti bu ve bunun için kadın hareketi kararsız bir şekilde el yordamıyla hareket ediyordu." Kadın Sorunu hakkında bir kitabın ön çalışmalarına başlar. Bu arada anne olmuştur ve şu gerçeği daha iyi anlar, "Çocuğumun doğumundan beri kadının kurtuluşu sorunu benim için sadece bir kuram değil artık." Kendi deneyimleri nedeniyle çalışan kadınlar için bir -analık sigortası- planı geliştirir. 1901 yılında yayınlanan Kadın Sorunu kitabında bu plan önemli bir yer alır. Doğumun dört hafta öncesinden sekiz hafta sonrasına kadar geçen süre için ortalama ücret kadar bir para yardımı verilmesini, ücretsiz doktor, ücretsiz ilaç, ücretsiz haftalık bakım ve bebek bakımı, ev içi ihtiyaçların karşılanması ve mümkünse çocuk kreşlerinin kurulması talebinde bulunur. Bunun için gerekli olan para, sigortalıların aidatları yanında, genel olarak vergilerin yükseltilmesi ve bu konuda belki de evli olmayan ve çocuksuz çiftlerin özellikle bilinçlendirilmesiyle sağlanmalıdır. Lily Braun bu tür isteklerde bulunan ilk Alman kadınıdır. "Evdeki köleliğin" nasıl ortadan kaldırılabileceği konusundaki fikirleri de aynı şekilde ilginçtir. Lily bunu her gün işi ve evi arasında mekik dokuyarak yaşamaktadır. Evdeki ıvır zıvır işlerle uğraşarak değerli zamanını kaybetmektedir. Yanında olmadığı zaman çocuğuna iyi bakılacak mı, bakılmayacak mı, diye vicdan azabı çekmekten yakınır. Eve yardımcı bir kadın alabildiği için durumunun imtiyazlı olduğunu da bilmektedir. Kendisini fabrikadaki bir işçi kadının yerine koyduğunda, sorun kafasından hiç çıkmaz. "Evli bir kol ve kafa işçisi kadın, çifte yük altında inliyor," diye yazar. "Her iki işi de tam olarak yapamıyor. Kadın işçinin yükünü, ne mevcut olan ne de gerçekleştirilmesi düşünülen korumanın koşulları hafifletiyor. Büyük olanaklar sağlanmadan, kadın mesleğini icra edemiyor. Bu nedenle her ikisini de mümkün kılacak düzenin yaratılması gerekmiyor." Sonraları geliştirdiği bir model yurtdışında benzer düzenlemelere önayak olur: "Böyle bir düzen, kooperatifçilikle kurulabilir. Bunun dış görünümünü şöyle düşünüyorum: Büyük, güzel düzenlenmiş ağaçlıklı bir bahçenin etrafına 50-60 konut yapılsın. Dairelerin mutfağı olmasın. Sadece küçük bir odada hastalık hallerinde kullanılmak ya da küçük çocukların bakımı amacıyla bir gazocağı bulunsun. 50-60 mutfak yerine içinde aynı sayıda kadının yemek pişirebileceği, iş zamanını kısaltacak tüm modern makinelerle donatılmış, giriş katında merkezi bir mutfak kurulsun. Yakınında bir erzak deposu ile, otomatik çamaşır makinelerinin bulunduğu bir çamaşırhane bulunsun. Aynı şekilde büyük bir yemek salonu, hem toplantı için hem de çocukların gündüzleri oynaması için ayrılabilir. Bunun hemen yanında küçük bir okuma odası olsun. Mesleği ev ekonomisi olan tecrübeli bir kadın tüm ev işlerini yönetsin. Onun emrinde 2-3 kız mutfakta çalışsın. Ev hizmetleriyle görevli olan bu insanların ve ortak işe alınacak çocuk bakıcılarının kalacakları yerler de aynı katta olsun. Yemekler isteğe göre yemek salonunda birlikte yensin veya özel yemek asansörleriyle her kata iletilebilsin. Anneleri işteyken, çocuklar salonda, ya da spor aletlerinin, kum havuzlarının bulunduğu bahçede bakıcının gözetiminde oynasınlar." Lily Braun'un kendisini adadığı üçüncü konu, "kadın hizmetçilerin durumu"dur. Başlangıçta sosyal demokrat bir kadın olarak "açık bir korkuyla" karşılanmasına rağmen (Biz krala bağlıyız! Biz Tanrı'dan korkarız! diye bağrılır kendisine) hizmetçiler toplantısına düzenli olarak katılır. Çok kararlı bir şekilde, bağımlı hizmetçilerin iş güçlerini saat ücreti karşılığı satan serbest işçiler konumuna girmeleri için mücadele eder. Kendi partisindeki yoldaşlar arasında ise, pek de coşkulu karşılanmaz. Çok mu kendi başına buyruktu? Sosyal demokrat kadın hareketinin resmi politik ilkelerine uymamakta mıydı? Parti sözcüsü Clara Zetkin'in "Soylu çevreden sosyalist kadın" demesi belli bir güvensizlikten mi kaynaklanmaktaydı? Her ne ise, 1902'de Lily Braun, "güvensizlik" nedeni ile Berlin Kadın Örgütü'nden atılır ve sosyalist Eşitlik dergisinde yazılarının yayınlanmasına izin verilmez. Ölümünden bir yıl önce, 50 yaşındaki Lily Braun oğlu Otto'ya yazdığı bir mektupta, "Yalnız heyecan duyabilirsem bir işe sarılabilirim, benim tarzım bu... Tutkuya ihtiyacım var," diye yazar. Bu tutkuyla da Lily Braun birçok şeyi harekete geçirmiştir: Analık sigortasının, üyesi olduğu partinin programına alınması, kooperatif modeline göre hizmet evlerinin ve benzeri kuruluşların ortaya çıkması, hizmetçi kızların daha fazla haklar ve daha iyi koşullar için mücadeleye yüreklendirilmeleri. Fakat her şeyden önemlisi, kadınların kendi öz tarihlerim önemli bir eserde okuma imkânına kavuşmaları. Ama Lily Braun'un tutkunluğu onu hayatının son yıllarında yanlışlıklara götürür. Birinci Dünya Savaşı sırasında kadınlara doğurganlık konusunda teşvik edici konuşmalar yapar ve 17 yaşındaki oğlunun gönüllü olarak savaşa gitmesine gururla izin verir. Oğlunun 21 yaşında bu savaşta hayatını yitirmesini göremeyecektir. Oğlunun ölümünü görseydi, herhalde "Kadınların duygusal edilgenliği" hakkında ölümünden kısa bir zaman önce yayınladığı düşüncelerini geri alırdı... |
#5
|
|||
|
|||
![]()
Kathe Kollwitz
DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1867-1945) 1696 Berlin'de (salt erkekler için bir Sanat Akademisi kurulur. 1844 Schlesien'de dokuma işçileri ayaklanır. 1889 Berlin'de Freie Bühne (Özgür Tiyatro) topluluğu kurulur. Sahnelenen ilk oyun, Gerhart Hauptmann'ın Güneş Doğmadan Önce'sidir. 1893 Hauptmann'ın Weber\ (Dokuma İşçileri) Özgür Tiyatro'da sahnelenir. 1895 Kathe Kollwitz Dokuma İşçilerinin Ayaklanması konulu resim dizisine başlar (6 gravür). 1901 Karl Fischer "Göçmen Kuşlar Gençlik Hareketini" kurar. 1914 Birinci Dünya Savaşı başlar. 1918 Savaşın bitiminden kısa bir zaman önce ozan Richard Denmel SPD organı Vorwats'de "Dayanın!" çağrısında bulunur. 1918 Açık bir mektupla Kâthe Kollwitz, Dehmel'i "Artık kimse savaşta ölmemeli!" diye yanıtlar. 1919 Richard Dehmel İnsanlık ve Halk Arasında adlı savaş günlüğünü yayınlar. 1919 Kathe Kollwitz savaşta şehit düşen oğlunun anısına ölü evinde verilecek ziyafet yemeği tablosu için çalışmalara başlar. 1932 Kathe Kollwitz'in de üyesi olduğu uluslararası bir kadın komitesi, savaşa karşı uluslararası bir kongre hazırlığı yapar. 1932 Ağu. Amsterdam'da savaş karşıtı kongre toplanır. 1943 Berlin'e ilk hava saldırısında Kathe Kollwitz'in evi, baskıları ve kalıpları harap olur. "İNSANLARIN BÖYLESİNE ÇARESİZ VE YARDIMA MUHTAÇ OLDUĞU BİR ZAMANDA ETKİN OLMAK İSTİYORUM." "Loş çocuk odasında yatağımda yatıyorum. Annem yandaki odada masada oturmuş, okuma lambasının altında kitap okuyor. Yarı açık kapı aralığından sadece sırtını görüyorum. Çocuk odasının köşesinde büyük bir gemi halatı rodası. Bu halat yavaş yavaş genişlemeye, açılmaya ve sessizce tüm odayı kaplamaya başlıyor. Anneme seslenmek istiyorum fakat seslenemiyorum. Gri halat her şeyi kaplıyor." Sanatçı Kathe Kollwitz gençlik yıllarına dönüp baktığında, "Bir kâbus. En kötüsü aklımdan hiç çıkmayışı," der. Ergenlik döneminde geceleri gördüğü kâbuslar ona eziyet eder. Gündüzleri de birdenbire sınırsız bir korku hissine kapılır, "Sürekli, sanki havasız bir odadaymışım, ya da batıyor veya küçülüyormuşum hissine kapılıyordum." Bunlar gelişme yıllarındaki bir kız için tipik durumlar mıdır? Yoksa Kâthe'nin bir hastalığı mı vardır? Anne ve babası büyük kaygı içindedirler... Kathe Kollwitz, anlattığına göre bu rahatsızlığı 20-21 yaşlarına kadar çekmiştir. Kâthe'nin gençliği Köningsberg'de geçer. İki ablası vardır: Konrad ve Julie. Bir de küçük kız kardeşi Lise. Esasen hukukçu olan babası, sosyal demokrat inancı yüzünden fakülteyi bitirmesine rağmen yaşamını değiştirip duvarcı ustası olarak çalışmaya başlamıştır. Kathe ve kardeşleri o zamanın anlayışına göre çok serbest yetiştirilir. Bir örnek: On iki yaşındaki Kathe komşunun oğlu Otto'ya âşık olur. Öpüşmek için bodrumda buluşurlar. "Öpüşmek çocuksu ve zevkliydi. Sadece bir kez öpüşülüyordu ve biz buna serinleme diyorduk." Bu tür serinlemeleri öğrenen anne ve babası hiç ses çıkarmazlar. Âşık Kathe sol bileğine "O" harfi çizer, yara kabuk bağlayınca yeniden kazır. Anılarında şunları aktarır: "Bu ilk aşkımdan başlamak üzere hep âşık oldum. Kronik bir durumdu. Bazen hafif bir fon müziği gibi, bazen de şiddetli... Aralarında sevdiğim kadınlar da vardı... Biseksüel ilişkinin sanatsal etkinlik açısından gerekli olduğunu da sanıyorum..." Daha on üç yaşındayken sanatçı yönünün gelişeceği bellidir. Babası Königsberg'de bir bakır işlemecisinin yanında ders aldırır ona. Gerçi en yetenekli çocuğunun sadece bir kız olmasından üzgündür ama, gene de bir sanatçı olarak yetişmesini ister. "Güzel bir kız olmadığım için, gönül işlerinin bana pek engel olamayacağını düşünüyordu babam," der Kathe Kollwitz. Fakat babası yanılır. Kızı Kathe on sekiz yaşında erkek kardeşinin arkadaşı olan tıp öğrencisi Karl Kollwitz ile nişanlanır. Buna rağmen eğitiminden vazgeçmeyi düşünmez. 1884'te annesi ve kız kardeşi Lise ile yaptığı bir seyahat, genç kızda büyük etkiler bırakır. Münih'te eski Pinakothek'ı (resim galerisi) gezer. Berlin'de Gerhart Hauptmann ile tanışır. Onunla ilk karşılaşmasından hayranlıkla söz eder, "Büyük odada üzerinde güller duran uzun bir masa vardı. Hepimizin başında güllerden yapılmış taç vardı. Şarap içildi. Hauptmann, Jul Sezar kitabından okuyordu. Gençlik hali işte, hepimiz kaptırmıştık kendimizi. Yavaş yavaş önüne geçilemeyecek harika bir yaşamın kapısı açılıyordu önümde." Ve Gerhart Hauptmann bu genç kızı şöyle hatırlayacaktır: "Üstünde çiğ damlalarıyla taze bir gül gibi... Sevimli, akıllı, sanatçı yönünü hiç belli etmeyen alçakgönüllü bir kızdı." Genç Kathe'ye sanatçı yeteneklerinden söz ettirmeyen sadece alçakgönüllülüğü değildir. Sanat akademilerinin kadınlara kapalı olduğu ve sanat tarihinin sadece erkek isimlerini tanıdığı bir dönemde, bir genç kız kendisini geleceğin sanatçısı olarak tanıtacak olsa, büyük bir olasılıkla insanlar buna gülecekti. 1885 kışında Kathe'nin babası kızım Berlin'e yollar. Erkek kardeşi Konrad da bu kentte öğrenim görmektedir. İsviçreli ressam Karl Stauffer-Bern'in atölyesinde ders alır. Max Klinger'in gravürlerini görür ve hayran kalır. Genç sanat öğrencisi Berlin'deki yaşama hayrandır. Erkek kardeşi Konrad sayesinde sadece Hauptmann çiftini tanımakla kalmaz. Diğer "natüralistler"le de tanışır ve Zola, Ibsen, Dostoyevski, Tolstoy'u okur. Yeniden eve, Königsberg'e döner, resim yapmaya başlar: Portreler; liman işçileri, yoksul "insan" çevresi. 1888-89 kış dönemini Münih'te geçirir. Burada da kadınlar sanat okullarına alınmamakta, özel bir atölyede eğitilmektedir. Kathe'nin Münihli öğretmeni Ludwig Herterich empresyonist ekoldendir. Sanat öğrencisi Kathe birçok ilişki kurar. "Kadın Ressamların Özgür Tonu" grubuyla birlikte Schwabing semtini baştan başa dolaşır ve gördükleri hoşuna gider. Fakat kendi gelişimi için Berlin'in daha önemli olduğunu hissetmektedir. Bu arada Berlin'de Özgür Tiyatro kurulmuştur ve ilk oyun olan Gerhart Hauptmann'ın Güneş Doğmadan Önce adlı eserinin galası büyük ilgi görmüştür. Kathe'nin erkek kardeşi Berlin'de Vorwarts'in yazı işlerine girmiş, nişanlısı Karl Kollwitz de bir firmanın doktoru olarak Berlin'e yerleşmiştir. Kathe 1890'da tekrar Königsberg'deki evindedir. Ressamlıktan kopup grafikçiliğe geçeceğini bilmektedir. Fakat zamana ihtiyacı vardır. Babasının, kendisinin ilerleyeceğine inanmadığını ilk kez hayretle öğrenir, "Öğrencilik dönemimi çabucak tamamlamamı, sergiler açıp başarılı olmamı bekliyordu." Babasının eleştirdiği bir nokta daha vardır: "Babam benim iki mesleği birleştirmek istememe de kuşkuyla bakıyordu: Sanatçılık ile burjuva evliliği." Kathe ve Karl Kollwitz 1891 Haziran'ında evlenirler. Evlilik yaşamına geçişinde düş kırıklığına uğramış olan babası ona, "Artık seçimini yaptın. İki işi birden yapamazsın. Onun için, seçtiğin işi tam olarak yap!" der. Fakat Kathe ikisini de istemektedir: Evin kadını ve sanatçı olmayı. Başaracak mıdır bunu? 1892'de oğlu Hans dünyaya gelir, 1896'da ikinci oğlu Peter. Kocası Berlin'in kuzeyinde tipik bir işçi semtinde tüm zamanını alan bir muayenehane açar. Kathe Kollwitz, "Bir doktor eşi, ancak günlük işlerinden sonra resim yapmaya fırsat bulan iki erkek çocuk anası"dır. Bu tür ya da benzer betimlemeleri onun biyografilerinde görürüz. Peki ya Kathe'nin kendisi nasıl yaşamaktadır? Güncesinde yazdıklarından, eş ve anne olarak, kendi ifadesiyle, "Bir yandan da sanatçılığını korumak" amacı yüzünden hangi zorluklarla karşılaştığı görülebilir. Örneğin kocası Karl'ın zaman zaman şöyle söylediğini belirtir: "Kocam benim ona değer vermediğimi, saygı duymadığımı söylüyor." (1913) Bir yıl önce de şöyle bir not almıştır: "Kendimi Karl'dan ve oğlanlardan tamamen kopmuş hissediyordum. Onlara bağlılığım azalmıştı. Sonra bir zaman geldi onlara bağlılığım bir kuluçka tavuğununkine benzedi. Kendimi hep onlara adadım, onlar için acı çektim." Genç anne olarak -oğlu Hans o sırada dokuz aylıktır- 1893 Şubat'ında Berlin'deki bir olayı "çalışmamda dönüm noktası" olarak adlandırır. "Hauptmann'ın Dokuma İşçilerinin Özgür Tiyatro'da galası vardı. Tiyatro biletimi bana kim getirdi bilmiyorum. Kocam işi nedeniyle gelemedi, ama ben oradaydım. Büyük bir sevinç ve ilgi içindeydim. Oyundan çok etkilenmiştim." Dokuma işçilerinin ayaklanması bundan sonraki yıllarda çalışmalarının konusunu oluşturur. Bunun sonucunda da Berlin'deki büyük bir sanat eserleri sergisinde gravür ve taş baskı resimleri, 1889'da sansasyonel başarı getirir sanatçıya. Gerçi 1898 baharında ölen babası sergiyi göremeyecektir, fakat Kathe Kollwitz resimlerini ölümünden kısa bir süre önce ona gösterdiğini ve babasının konuşamasa da çok sevindiğini hoşnutlukla anlatır. İmparator II. Wilhelm'in kadın uyruğunun bu resimlerini gördüğünde aynı şekilde sevindiği söylenemez, sanatçıya "kaldırım sanatçısı" der ve sergi yönetiminin Kathe'ye verilmesini istediği madalyayı vermeyi reddeder. İmparatoriçe Auguste Victoria da, Kathe'nin resimlerini "itici" bulmuştur. Düşmanları ve eleştirmenler tarafından genellikle "kaba", utanmaz, itici olarak nitelenir çalışmaları; sadece imparatorluk döneminde değil, onlarca yıl sonraki III. Reich döneminde de. Kathe Kollwitz 1922 Kasım'ında güncesine yazdığı notlarda sanatı nasıl anladığını ve sanatsal yaşamında görevinin ne olduğunu anlatır. "Sanatımın 'amaçları' olduğunu kabul ediyorum. Ben insanların böylesine çaresiz ve yardıma muhtaç olduğu bir zamanda etkili olmak istiyorum. Yardım etme ve etki yapma isteğinin sorumluluğunu hissedenler çok, fakat benim yolum açık ve aydınlıkken, başkaları anlaşılmaz bir yol izliyorlar." Acı, savaşlar, ölüm ve kurbanlar -bir sonraki Köylü Savaşı dizisinin ana motiflerini oluşturur. 190)7'de İtalya'da bir yıl geçirir. Köylü savaşı için kendisine "Villa Romana" Ödülü verilmiştir. Bazı düşmanları olmasına rağmen, artık benimsenmiş bir sanatçı ve her genç kadının arzuladığı gibi, aynı zamanda mutlu bir annedir. Küçük oğlu Peter en sevdiği çocuğudur. Erken yaşlarda resim yapmaya başladığından bahisle, "Çizgimi sürdürüyor," diye gururlanır. Peter gençlik hareketine ve aynı zamanda Göçmen Kuşlar'a. mensuptur; böylece hayal gücü sahibi bir çocuk isteyen annesinin beklentilerini yerine getirir. Evet, Peter hayalcidir. Ve onunla birlikte sayısız yaşıtları da hayallere kaptırmışlardır kendilerini. 1914'te Birinci Dünya Savaşı patladığında hepsi çiçeklerle süslenip kilisenin takdisiyle savaşa giderler. Kathe Kollwitz günlüğünde psikolojik tansiyonun olağanüstü yükseltildiği bu dönemde, iki oğlunu da etkileyen "kitlesel sarhoşluğu" betimler. "Oğullarım böyle bir çılgınlığa katılmayacaklar," der Eylül 1914'te. Fakat, oğulları da katılmıştır. 1914 Ekim'inde oğlu Peter gönüllü olarak savaşa gittiği günden birkaç gün önce şöyle not alır: "Sanki göbeği bir daha kesiliyordu çocuğun; ilkinde doğumda, şimdi ise ölümde." "Oğlum top seslerini duyduklarını yazıyor," tümcesi, 24 Ekim'de oğlu Peter Kollwitz hakkında günlüğüne yazdığı notlar arasında yer alır. Aynı gün oğlu ölmüştür. Flanders'de ilk cepheye sürülüşünde "şehit düşmüş"tür. Daha on sekizine bile girmeden. "İnsanın beynini yakan bir çılgınlık" uğruna bu "anlamsız kurbanı", Kathe Kollwitz hayatının sonuna kadar unutamaz. Sanatçı olarak durmadan bu konuyla uğraşacaktır. (Savaş konulu resim dizisi, "Bir daha asla savaş yok!" pankartı ve nihayet oğlunun anısına yaptığı bir anıt ile.) Yıllarca güncesindeki notlarında kendisini suçlayarak acı çekecektir. Niçin oğlunun bu adımı atmasına engel olamamıştır? Durmadan savaşın nedenini düşünüp durur. İnsanları, kaçınılmaz bir alın yazısı olarak etkisine alan bu felaketi reddeder. "Vatan görevi" konusunda kuşkuları vardır. Güncesinde şöyle der: "Keşke bu korkunç aldatmaca olmasaydı... Peter ve diğer milyonlarca genç, hepsi aldatıldı." Arkadaşlarından biri olan Lily Braun'un 17 yaşındaki oğlu Otto'yu gururla savaşa nasıl gönderdiğine tanık olur. "Otto yaşıyor. Eğer şehit düşseydi acaba ne düşünürdü?" diye sorar Kathe Kollwitz kendi kendine, Lily Braun 1916'da öldüğünde. Otto da savaşın bitmesinden kısa bir süre önce "şehit düşer". Annesi, Kathe Kollwitz'in çektiği acıları duymayacaktır... Ayrıca büyük oğlu Hans da annesinin pasifizminden etkilenmemiştir. "Ancak savaşa gittikten sonra bir şeyler başarabilirim," der annesine. Hans Kollwitz savaştan canlı dönecektir. Babası gibi doktor olacak, Peter adındaki oğlu ise, 1942'de, 1914'te ölen kardeşi gibi "şehit" düşecektir. Savaş, kadının boyun eğmesi gereken bir doğa yasası mıdır? "Hayır," der Kathe Kollwitz, "pasifizm sırtüstü yatıp bakmak değildir, tam tersi bir iştir, zor bir iş." 1918'de savaşın bitmesinden kısa bir zaman önce fikirlerini kamuoyuna ilk kez yazılı olarak açıklar. Oğlu Peter'in ölümünün tam dördüncü gününde, ozan Richard Dehmel SPD yayın organı Vorwarts'de halkı dayanmaya çağırdığı Tek Kurtuluş başlıklı bir deneme yayınlar. 30 Ekim 1918'de aynı organda çıkan açık bir mektupta Kathe Kollwitz ona cevap verir. "Richard Dehmel'e yanıt: "Richard Dehmel 22 Ekim'de Vorwarts'de Tek Kurtuluş başlıklı bir çağrı yayınlıyor. Savaşabilecek erkekleri gönüllü olmaya çağırıyor. En yüksek savunma merciinin bir çağrısına uyarak, diyor, "korkak"ların bir kenara ayrılmasından sonra küçük ama o derece seçkin, ölmeye hazır bir sürü erkek devreye girecek ve Almanya'nın şerefi bunlarla kurtulacakmış. "Burada Richar Dehmel'e karşı çıkıyorum. Onun gibi ben de böyle bir şeref çağrısına seçkin bir grubun karşılık vereceğini tahmin ediyorum. Ve bunların 1914 sonbaharında olduğu gibi, genelde gene Alman gençliğinden oluşacağını da. Büyük bir ihtimalle bu kurbanlıklar gerçekten kurban edilecekler ve bu dört yıl boyunca her gün dökülen kanlardan sonra Almanya yine kana bulanacaktır. Dehmel'in kendi mantığına göre, bundan sonra, ülkede kalacak olan artık Almanya'nın çekirdek gücü olmayacak, çünkü bu güç savaş meydanlarında eriyip gitmiş olacaktır. Fakat bence böyle bir kayıp Almanya için tüm vilayetlerin kaybından daha kötü ve yeri doldurulmaz olacaktır. "Bu dört yıl içinde çok şeyler öğrenildi. Şeref kavramı bakımından da... Almanya'nın şerefi, öz gücünü yenilgiden korumak, onu önünde duran büyük işi kararlı olarak yapmaya yönlendirmektir. "Yeterince insan öldü! Artık kimse şehit olmamalı! Richard Dehmel'e karşı oluşumun nedenini, daha büyük birinin (J. W. von Goethe kastedilmektedir) söylediği şu sözlerle açıklıyorum: Ekilecek tohumluklar, öğütülmemeli." Bu, Kathe Kollwitz'in kamuoyu önüne yazılı metinle ilk çıkışıdır. Fakat kendi deyimiyle barış propagandasını hayatının sonuna kadar sürdürür. 1919'da Prusya Güzel Sanatlar Akademisi'ne üye olur ve profesör unvanını alır. 1933'te bu akademiden çıkarılarak konferans vermesi, sergi açması yasaklanır. Kendisi için en önemli olan çalışmasını 1931'de tamamlar: Oğlu Peter için Ebeveynler adlı uyarı anıtı. Bu tablo Peter'in gömülü olduğu Roggefelde'deki (Flanders) askeri mezarlığına yerleştirilir. Daha önce Matemdeki Ebeveynler adlı eser Berlin Ulusal Galerisi'nde gösterilir. "Birçok insan onu gördü ve çok etkilendi," diye yazar Kathe 1932'de güncesine; "Heykeller bir hafta daha sergilensin. Etkili oluyor." Kathe Kollwitz hakkında sanat kitaplarında ve biyografilerde bu uyarı anıtının figürlerinin nasıl etki yaptığına ilişkin parlak anlatımlar bulunur. Kathe Kollwitz kocası ile birlikte bunu şöyle algılar: "Figürlerden Peter'in mezarına gittik; her şey canlıydı, tamamen hissediliyordu. Ben kadının önünde duruyordum. Onun -kendimin- yüzüne baktım, ağlayarak yanaklarını okşadım. Karl hemen arkamda duruyordu -farkında değildim. Fısıldadığını duydum: Evet, evet." Kathe Kollwitz'in anne figürü Ulusal Galeri'den ihraç edildiğinde "Völkischen Beobachter" (Halkın Gözlemcisi) adlı gazete, "Bir Alman annesi ona benzemiyor çok şükür!" diye yazar 1936 yılında. Açık, iyimser, özveriye hazır. Yüzyılımızın otuzlu yıllarında "Bir Alman Annesi" böyle olmalıydı. Kollwitz gene bu örneğe uymamaktır. "Pislik Ressamı" diye nitelenir (bir keresinde de kaldırım ressamı denmemiş miydi?). Berlin'i terk etmek zorunda kalır. Dairesi bombalarla yıkılır. Baskıları ve kalıpları yok olur. Dresden yakınlarında Moritzburg av sarayının bir yan binasına sığınır. Torunlarından Jutta Kollwitz, 22 Nisan 1945'te ölümüne kadar yanında kalır. Jutta, büyükannesinin ölümünden hemen önce şöyle söylediğini anlatır: "Günün birinde yeni bir ideal ortaya çıkacak ve tüm savaşlar sona erecek. Bu inançla ölüyorum. Belki zorlu bir uğraş olacak ama başarılacak." Kendisini "eski bir düşman" olarak tanımlayan biri, Belçika askeri mezarlığı Vladsloo Praedbosch'un ziyaretçi defterine (Kathe Kollwitz'in Ebeveyn Figürleri bugün buradadır) bozuk bir Almanca ile şunları yazmıştır: "Tanrı seni takdis etsin, Kathe. Ve tüm çocuklarını da. Senin istediğin yolda devam ediyoruz." |
![]() |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Eman | HaZzAn | efgğhıij | 0 | 27 December 2008 12:09 |
Bayıltan Terör Dersi Amacına Ulaşmıştır | ceyLin | Haberler | 0 | 21 November 2008 10:34 |
Her insan hayatta bir kişiye bağlanmaz mı? | eLanuR | Aşk - Sevgi | 0 | 13 November 2008 17:32 |