#1
|
|||
|
|||
Keynez Yaklaşım Ve maliye politikası
1960’lı yıllarda ortaya çıkan işsizlik ve enflasyon, mevcut Keynezyen Makro ekonomik teorinin öne sürdüğü çözümlemeler yetersiz kalınca bir çok eleştirilere de uğramıştır. Bu eleştirilerden bir kısmı Keynezyen iktisat teorisini benimseyenlerden gelmiş ve alternatif makro ekonomik modeller geliştirilmeye çalışılmıştır. Bazı eleştiriler ise Keynezyen iktisadın taraftarlarından gelmiş ve Keynezyen’ten sonra özellikle Keynes’in görüşleri ile klasik iktisadın temel ilkelerini bir araya getirerek bir senteze ulaşmaya çalışan “neo-klasik sentez”e karşı geliştirilmiştir. J. Hicks ve P. A. Samuelson tarafından geliştirilen “Post Keynezyen Teori” literatürde daha çok “IS – LM Analizi” ve “Gelir ve Harcama Teorisi” olarak anılmıştır. Hicks ve Samuelson’un görüşleri ile neo-klasik iktisat teorisinin genel dengenin fiyat değişmeleri ile sağlanacağını ileri süren görüşüyle, Keynezyen iktisadın genel dengeyi yatırım ve diğer harcamalardan doğacak gelir etkisini (çoğaltan mekanizması) bağlayan görüşü birleştirilmekte ve bir senteze ulaşılmaya çalışılmaktadır.
J. S. Duesenbery, J. Tobin, M. Friedman, Smithies, F. Modigliani, A. Ando, R. Brumberg bu konuda önemli analizler yapmışlardır. “Likidite tercihi” ve “likitide tuzağı” kavramlarının geçerliliğine ilişkin analizlerde ortaya çıkmıştır. 1970’li yıllarda ortaya çıkan ekonomik kriz karşısında Keynezyen iktisat politikası önerilerinin yetersiz kalması ve neo-klasik iktisadi düşüncenin birkaç koldan iktisadi düşünceye yeniden hakim olma gayretleri keynezyen fikirleri benimseyenleri harekete geçirmiştir. Post-keynezyenler olarak bilinen bu grup en çok Keynesin Teorisinin eksik yorumlanmasına ve aşırı birleştirilmesine karşı çıkmışlardır. Bu amaçla ortaya çıkan durumu düzeltmek ve Keynezyen düşünce ile karşıt görüşler arasında değerlendirmeler yapmışlardır. Keynes’in Genel Teorisi’nin temel unsurlarından uzaklaşıldığını iddia eden Post – Keynesyen iktisatçılar, ekonomide niçin piyasanın iyi işlemediği konusunda çeşitli görüşler ortaya atmışlar ve “ekonomik büyüme” ile “gelir dağılımı” konularıyla ilgilenmişlerdir. Örneğin; ücret ve karlar arasındaki gelir dağılımı onlar için çok önemlidir. Post Keynesyen iktisatçıların görüşlerinin temel özelliklerini topluca belirtirsek, bu özellikler şöyle sıralanabilir: Ekonomik büyüme ve gelir dağılımı ile ilgilenerek, bunları belirleyen unsurun “yatırım oranı” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yer alan nisbi fiyatların yerine Post – Keynesyenler “yatırımları” koymuşlardır. Toplam talepteki değişmeler “gelirdeki değişmelere” bağlı olduğu için “ikame etkisi” yerine “gelir etkisine” önem verilmelidir. Ekonomiyi devamlı hareket halinde olan bir süreç olarak ele alınır ve geçmiş dönemlerin ekonomik deneyimlerinden yararlanılır. Geçmiş bilindiği halde gelecekten emin olamayız. Zaman boyutu çok önemlidir. Geçmiş bilindiği halde geleceğin bilinmezliği belirsizliğe post – keynezyenlerin ayrı bir önem vermelerine yol açmıştır. Fertlerin geleceğe ait, beklentileri, alacakları kararlarında farklı olmasına yol açacağı gibi, geleceğin bu farklı tercihlerle yaratılacağını ileri sürmüşlerdir. Ekonomik ve politik kurumların ekonomik olayları belirlemek açısından sahip olduğu önem vurgulanmıştır. Çünkü bu kurumlar ekonomik ve politik olayların gidişatına da yön verirler. Parasal kurumlar ekonominin hareketliliği için çok önemlidir. Bu yüzden reel üretim düzeyi açısından paranın etkinliği yüksektir. Sendikalar ve çok uluslu şirketler fiyatların oluşmasında etkili olduklarını bu yüzden ücret ve fiyatların piyasada oluşan değil “yönlendirilen fiyatlar” olduklarını ileri sürmüşledir. Ekonomik yapıyı şekillendiren iki tür piyasa vardır: Tam rekabet piyasası Oligopol piyasalar İktisadi istikrarın sağlanması için ücretlerde bir kontrol mekanizmasının kurulması gerekmektedir. Bu şekilde enflasyonun talep çekişi ile meydana geldiğini düşünenler, enflasyonla mücadelede çareyi toplam talebi kısmakta aramışlar, böylece fiyatları düşürmek yerine üretim ve istikrarın azalmasına neden olmuşlardır. Eşitlik ilkesini korumak ve politik yönden bu kontrolü kabul edilebilir kılmak için, firmaların yatırımların finansmanına tahsis edeceği kar miktarını sınırlamak gerekmektedir. Bunun için de işletmelerde kar geliri ve şirket maaşlarının ücret geliri ile uyumlu olmasını sağlayacak bir vergileme politikasına ihtiyaç vardır. Post-keynezyenler para politikasını istikrarı sağlayıcı bir unsur olarak görmüşlerdir. Onlara göre ekonomide iyi bir kredi mekanizması oluşturulmalı ve zaman zaman uluslar arası katılımlarla uygun bir kredi sistemi oluşturularak ekonomik büyümeye yardımcı olunmalıdır. Post – keynezyen görüş, 140’larda Harrod ve Domar’ın geliştirdiği büyüme teorileri ile makro dinamik bir teori haline gelmiştir. Bu teorinin temel özelliği yatırıma verilen önemdir. Yatırım “gelir yaratıcı” ve “kapasite arttırıcı” etkileri nedeniyle ekonomik büyümenin temelini oluşturur. Keynezyen iktisatta yer almayan yatırımların “kapasite arttırıcı özelliği” her net yatırımdan sonra söz konusu yatırım üretiminde yeniden kullanıp kullanılmayacağı söz konusu gündeme getirmesi açısından önemlidir. NEO-KLASİK İKTİSAT POLİTİKASI VE MALİYE POLİTİKASI MONETARİST İKTİSADİ YAKLAŞIM VE MALİYE POLİTİKASI 1930’lu yıllardan sonra bir çok ekonomi politikasının uygulamasını etkileyen Keynezyen İktisat Teorisi 1960’lı yıllardan gerek akademi gerekse hükümet politikalarını yönlendirenlerce eleştirilere maruz kalmıştır. Hükümetlerin ekonomiye müdahalesini kolaylaştırıcı maliye politikası uygulamaları da yapılan hatalar ve ucuz para politikalarının yol açtığı enflasyon olgusu iktisat teorisinde yeni arayışlara neden olmuştur. Ancak 1960’lı yıllardan başlayarak 1970'li yılların başında ivme kazanan enflasyon ve işsizlik problemleri birçok ekonomide tehdit oluşturmuş ve olumsuz sonuçlara yol aç*mıştır. Keynezyen teoriye yapılan eleştirilerden biri "paracılık" olarak dilimize çevrilebilecek olan "monetarizm"dir. Klasik Miktar Teorisinin Modernizasyona dayanan bu görüşün monetarizm olarak adlandırılması ilk olarak 1968 yılında monetarizmin temsilcilerinden biri olan Karl Brunner tarafından yapılmıştır. Son yirmi yıl boyunca monetarist yaklaşım gelişerek branşlaşmıştır. Monetarzmin bir dalı artık geleneksellik kazanan ve burada söz edilecek olan bir diğer monetarist yaklaşım ise "rasyonel beklentiler yaklaşımı" şeklinde gelişim göstermiştir. Bu yüzden iktisat teorisi içinde herkesçe kabul edilmiş, tek bir moneterist görüşten söz edilememektedir. Çünkü moneterist görüş çerçevesinde pek çok bilim adamı, iktisadi davranışlarla ilgili konularda birbirinden ayrı düşünmektedir. Ancak bununla birlikte monetarist iktisadi yaklaşımı benimseyenlerin çoğu, M.Friedman ve arkadaşlarının görüşlerini paylaşmaktadır. M Friedman ve taraftarları, Neo – klasik iktisat teorisi içinde yer alan “Miktar Teorisi”ni yeniden ele almışlar ve iktisadi faaliyetler üzerinde para politikasının etkilerini incelemişlerdir. 1970’lerin en önemli iktisadi sorunları olan işsizlik ve enflasyon üzerinde uygulanan para politikalarının rolünü geliştirdikleri yeni miktar teorisiyle açıklamışlardır. Onlara göre, ekonomideki istikrarsızlıklar yalnızca para arzındaki düzensiz dalgalanmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Örneğin; enflasyon ve para arzındaki artışların doğrudan doğruya nominal gelirleri arttırmasıyla ortaya çıkmaktadır. İşsizlik ise enflasyonun sebep olduğu bir olaydır. Sözü edilen bu görüş paranın miktar teorisinin bir tezidir. Klasik mik*tar teori.sine göre, para miktarındaki değişmeler, ekonomik işleyişin gerek*tirdiği durumlardan ziyade, hükümet ve merkez bankalarının kararlarına bağlıdır. Gerçekte monateristler iddialarını bu teoriye dayandırmaktadırlar. Monetarist iktisadi yaklaşım tüm iktisadi düşünceler okullarında olduğu gibi farklı özelliklere sahiptir. Bunlar; Para arzı, nominal milli gelir büyüklüğünün temel belirleyicisidir, Fiyatlar ve ücretler esnektir, Özel sektör istikrarlıdır, Ekonomide doğal bir işsizlik oranı mevcuttur. Monetarizm Keynezyen iktisat teorisinde olduğu gibi toplam talebin belirlenmesinde temel alan bir teoridir. Ancak onlardan farklı olarak, toplam talebin para arzındaki değişmelerden etkileneceğini ileri sürmektedir. Üretim, istihdam ve fiyatlar genel düzeyi de para arzında ortaya çıkan değişmelerden etkilenecektir. Meydana getireceği etki ise, çoğunlukla mikro nitelikli olacaktır. Para veya maliye politikası yoluyla yapılacak müdahaleler ekonomide, istikrarsızlığın da kaynağıdır. Çünkü ekonomi kendi haline bırakıldığında istikrarsızlık problemi ortaya çıkmayacaktır. M.Friedman'a göre ekonomide para arzında meydana gelen değişme*lerde konjonktürü etkilemektedir. Örneğin, fiyatlar genel düzeyi yüksel*meye başladığında uygulanacak daraltıcı (sıkı) para politikası etkide bulunun*caya değin fiyatlar genel düzeyi yükselmeye devam edecektir. Fiyatlardaki bu artış uygulanan para politikalarının etkisiyle azalmaya başladıktan sonra bu sefer de daraltıcı para politikalarının etkisi de ekonomide işsizlik baş gösterecektir. Para arzının arttırılması uzun dönemde ekonomide enflasyonun artmasına neden olabilecektir. Sonuçta devletin sıklıkla istikrarsızlığı gidermek için maliye ve para politikalarını kullanması özellikle uzun dönemde konjonktürel dalgalanmaları şiddetlendirecektir. Ekonomide ortaya çıkan kısa dönemli istikrarsızlıkları gidermek için para politikalarına başvurmak doğru değildir. Kısa dönemde etkilerin belirlenmesi çok güç olduğundan, istikrarsızlığa dahi yol açabilirler. Bu durumda monetarist iktisatçıların önerisi, para arzının nüfus artış hızı ve üretim oranında istikrarlı bir şekilde arttırılmasıdır. Friedman’a göre, işsizlik ve enflasyon arasında uzun dönemde tersine bir ilişki yoktur. Uzun dönemde enflasyon artsa bile işsizlik doğal oranının altına inmez. Ekonomik sistem çeşitli nedenlerle dengeden uzaklaşsa dahi, otomatik işleyiş dengeyi yeniden sağlayacaktır. Bu denge tam istihdam dengesidir. Özetle belirtilirse, Monetarist iktisadi yaklaşım paranın istikrar için önemli olduğunu ileri sürerek, istikrarla mücadelede para politikasının en iyi yol olduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte para politikalarının aktif olarak uygulanmasına karşı çıkarak, kontrollü para politikalarının uygulanmasını tavsiye edebilmektir. |
#2
|
|||
|
|||
Cvp: Keynez Yaklaşım Ve maliye politikası
RASYONEL BEKLENTİLER YAKLAŞIMI VE MALÎYE POLİTİKASI
Rasyonel Beklentiler Teorisi 1960'lı yılların sonlarında klasik iktisat te*orisinin temel ilkelerini benimseyerek ortaya çıkan yeni bir radikal ekono*mik teoridir. Rasyonel beklentiler teorisi, monetarizm bir dalı olarak görülebilir. Ancak monetarist iktisatçıların hepsi rasyonel beklentiler teorisinin tümünü kabul etmemektedir. Rasyonel beklentiler teorisi, klasik iktisatçıların yaklaşımına benzer şekilde, insanların iyi bir şekilde bilgilendirildiklerine ve bunu çok iyi kullandığına inanmaktadırlar. Bunun yanında piyasada fiyatların ve ücretlerin es*nek (flexible) olduğunu savunurlar. Rasyonel beklentiler teorisyenleri bu temel fikirlere dayanarak iki varsayımdan hareket etmektedirler. Buna göre; Birinci varsayım, insanlar ekonomik kararlarım çok iyi bilgilendirilmiş olarak verirler, böylece kararlarında etkin ve rasyoneldirler. Rasyonel bek*lentiler teorisine göre, ekonomik olaylarla ilgili tahminler yansız bir şekilde mevcut bilgilere dayalı olarak yapılır. Ayrıca insanlar hükümet düzenlemele*rinden sürekli haberdar olup, hükümetin sistematik olarak yaptığı faaliyetler hakkında tamam ile bilgi sahibidirler. İkinci varsayım, piyasalarda fiyatlar ve ücretler esnektir. Bu ise fiyatla*rın ve ücretlerin çabucak arz ve talep dengesine göre ayarlanabildiği anla*mına gelmektedir. Diğer deyişle arz ve talep dengesine uygun düşecek şe*kilde hareket ederler. Rasyonel beklentiler teorisyenleri uyum yetenekleri olduğunu varsaydıkları için piyasalarda her zaman dengede olacaktır. Rasyonel beklentiler teorisine göre bireylerin bugünkü davranışlarını belirleyen temel öğe geleceğe ait beklentileridir. Beklentilerine cevap bula*mayan insanlar sistematik bir hata yaptıklarını anlar ve davranışlarını buna uygun şekilde değiştirir. Ancak rasyonel beklentiler teorisine göre, insanlar bunu hemen fark ederek hatalarını tamir etmek için beklentilerini değiştireceklerdir. Çünkü teoriye göre, insanların sezgisi güçlüdür. İnsanlar sürekli olarak aynı hatayı tekrarlamazlar. Bireylerin akılcı bir beklentiye sahip olmaları için bilgi toplamaları ve bunları etkin bir şekilde kullanmaları gereklidir. Rasyonel beklentiler teorisinde bireyler kendi çıkarlarının optimizasyonu sağlamak için hareket ettiklerinden bir politikanın başarısı kolaylıkla beklenebilir. Teori, bireyler için fırsat yaratmanın önemli olduğunu ve daha çok fırsat yaratmanın fertlerin refahını daha çok arttıracağını ifade etmekte*dir. Rasyonel beklentiler teorisi, tüm piyasalarda ücret ve fiyatların esnek olduğuna inandıkları için daima işsizliğin gönüllü (voluntary) olduğunu sa*vunur, insanlar gerçek ücretlerin çok düşük olduğunu düşündükleri için iş*sizdirler. Rasyonel beklentiler teorisine göre uygulaması gereken para politikasının doğal bir sonucu olarak kamu harcamalarının özel kesimin ekonomi içindeki payını azaltmayacak ve kararlarında sapmalar meydana getirmeye*cek şekilde düzenlenmesidir. Kamu harcamaları savunma, adalet, emniyet, diplomasi gibi temel hizmetlerle sınırlandırıldığında para arzına yol açan durumda ortadan kalkmış olacaktır. Ayrıca, kamu harcamalarındaki azalma toplam kaynakların kamu kesiminde verimsiz bir şe*kilde kullanılmasının da önüne geçecektir. Rasyonel beklentiler teorisi bazı ekonomik çevrelerce eleştirilmişi bazılarınca da diğer makro ekonomik analizlerle sentezinin yapılmasına çalışılmıştır. Teoriye gelen en önemli eleştiri, özellikle fiyat ve ücretlerin esnekliğine dair varsayım üzerine olmaktadır. Yapılan pek çok amprik çalışma fiyatların bir çok piyasada şoklara cevap olarak yavaşça hareket ettiğini göstermektedir. Yapısal yaklaşım, monetarist tedbirlerin uygulanmasına rağmen, az gelişmiş ekonomilerin kronikleşen enflasyondan kurtulamayışı üzerinde “monetarist yaklaşıma bir tepki olarak” ortaya çıkmıştır. Enflasyonun sebeplerine ve çözümüne ilişkin gelişmiş (sanayileşmiş) ülkelerin deneyimlerine göre ortaya atılmış modeller çok farklı yapısal problemle iç içe yaşayan gelişmekte olan ülke*lerde çok geçerli olamayacaktır. Çünkü az gelişmiş gelişmekte olan ülke*lerin sahip oldukları özellikler ve sorunlar gelişmiş ülkelerinkinden çok farklıdır. Kamunun büyüme ve kalkınma ça*balarına öncülük etmesi ve buna yönelik bazı fonksiyonları üstlenmesi gereği üzerinde durmaktadırlar. Bunun yanında bu yaklaşım taraftarları, karşılaştırmalı üstünlükler ilkesi gereğince gelişmekte olan ülkelerin hammadde üre*timinde uzmanlaşarak uluslararası rekabet gücü olmayan sanayiler kurmak*tan, vazgeçmelerini öneren monetarist yaklaşıma karşı çıkmaktadırlar. Buna dayanarak yapısalcı görüş taraftar*ları gelişmekte olan ülkelerin uluslar arası iş bölümündeki konumlarının deği*şebilmesi ve sanayileşebilmeleri için, ödemeler dengesinin istikrarlı hale geti*recek ithal ikameci (içe-dönük) stratejileri izlemelerinin gereğini vurgula*maktadırlar. Yapısalcı yaklaşıma göre, azgelişmiş ülkelerde tarımda, dış ticarette ve kamu gelirlerinde karşılaşılan darboğazlar ve yapısal bozukluklar nedeniyle ortaya çıkan arz esnekliğinin başlattığı, fiyat artışlarının kümülatif ve yaygınlaştırıcı faktörlerle enflasyonist baskı meydana gelmektedir. Bu ülkelerde is*tikrar sağlanmak isteniyorsa, sözü edilen tüm faktörlerin ele alınması ve uygun politikaların seçilmesi gerekmektedir. Fiyat istikrarının sağlanmasında para ve maliye politikalarının kısa dönemde enflasyonu gidermede oldukça etkili oldukları kabul edilmektedir. Tarımda Arz Esneksizliği; Tarımda modernizasyonun yapılamaması, sermaye birikiminin azlığı, emek - yoğun üretimden, sermaye-yoğun üretime geçilememesi, haberleşme ağlarının yetersizliği vb. nedenler bu ülkelerde tarımsal ürün arzını olumsuz etkilemektedir. Sürekli Açık Veren Dış Ticaret (Dış Ticaret Dengesizliği); Azge*lişmiş ülkelerde ihracat imkanlarının kısıtlı olmasına karşın, hammadde ve ara mallarına duyulan ihtiyaç gereği, ithalat eğilimi oldukça yüksektir. Bu ise ödemeler dengesinde dış ticaret açığının büyümesine yol açmaktadır. Bu du*rum ithalat kapasitesini sınırlandırmakta, ithalatın azaltılması (hatta yasaklan*ması) ithal mallarının yurtiçi fiyatlarını arttırarak, enflasyonist baskı yaratmak*tadır. Parasal ve Mali Dengenin Sağlanması (Kamu Gelirlerinin Esneksizliği ve Bütçe Açıkları); Azgelişmiş ülkelerde kamu kesimi, yüksek bir istihdam düzeyinin sağlanması ve fertler arasındaki gelir dağılımını dengeye getirebilmek amacıyla cari ve transfer harcamalarını yüksek tutmaktadır. Harcamalardakî bu artışa karşılık kanın gelirleri yetersiz kaldığı için bütçe sürekli açık vermektedir. Ekonomik Kurumların Yetersizliği: Azgelişmiş ülkelerde enflas*yonu besleyen ve kronikleşen unsurlar arasında ekonomik kurumlardaki bozukluklar çok önemli bir paya sahiptir. Çünkü bu gibi ekonomilerde ağır işleyen, hamal bir bürokratik yapı, yetersiz bir sermaye piyasası, kredi ve banka sisteminin yetersizliği, kamu yönetimindeki aksaklık ve koordinasyon bozuklukları, kamusal yatırım projelerinin uzun vadeye yayılarak tamamlanılamaması siyasi istikrarsızlık vardır. Yapısalcı yaklaşım liberal ekonomi yaklaşımlarının tersine devlet müdahalesinin olduğu, bir ekonomik yapıyı önermektedir. Onlara göre, mevcut ve kökleri çok eskilere dayanan yapısal bozuklukların giderilebilmesi, kronik enflasyonlar mücadele edilmesi kısaca istikrara kavuşulması için bu bir gerek şarttır. Ekonomide toplam arzın arttırılması uzun dönemde arz talep denge*sinin kurulmasına yol açacak, böylece fiyat artışlarının önüne geçilmesine yol açacaktır. ARZ YÖNLÜ İKTİSAT YAKLAŞIMI VE MALİYET POLİTİKASI Arz – yönlü iktisat yaklaşımı talep – yönlü ekonomiye bir tepki olarak ortaya çıkmış ve insanları çalışmaya, tasarrufa teşvik etmek için talep yönlü politikalar yerine arz yönlü politikalara ağırlık verilerek, vergi oranlarında büyük indirimlere gidilmesini savunmuştur. Bu sayede ekonomik büyüme hızlanacak ve verimlilik arttırılabilecektir. Arz-yönlü iktisat sözü edildiği gibi vergi indirimleri politikasına ağırlık verdiğinden aynı zamanda arz-yönlü vergi politikası ya da arz yönlü maliye politikası olarak da bilinmektedir. Arz-yönlü iktisat yaklaşımı taraftarlarına göre, ekonomide vergi azaltılması demek keynezyenlerin öne sürdüğü gibi toplam talebi teşvik ettiği için değil, o ekonomideki kişilerin çalışmaya, yatırıma, tasarrufa ve üretime teşvik et*mek için etkilidir. Özellikle durgunluk içinde enflasyonu (stagflasyon) ön*lemede yetersiz kalan Keynezyen öneriler karşısında arz yönlü iktisat, devlet harcamalarını sınırlayarak toplam talebi azaltan, para arzındaki artışı kontrol altına alan ve tasarruf ve sermaye Birikimini olumsuz yönde etkileyen vergi yüklerini hafifletmeye yönelik öneriler getirmiştir. Temelleri 1970’li yıllarda atılan ancak 1980’li yılların hizmet programlarını yönlendiren arz – yönlü iktisadın gerek politik çevreler ve gerekse bilim çevrelerince önemsenme nedeni bu yaklaşımın sahip olduğu bazı özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bunlar; Keynezyen tercihlerden vazgeçilmesi Arz etkileri ve teşviklerin uygulamada ön plana çıkması Çok büyük vergi indirimlerinin savunulmasıdır KEYNEZYEN TERCİHLERDEN VAZGEÇİLMESİ Kısa dönemde toplam talepte belirlenmiş olan üretim ve istihdamı kapsamaktadır. Bunun yanında işsizlik veya enflasyonun istenmeyen seviyelerden kurtarılabilmesi için mali ve parasal değişimleri de kapsamaktadır. Keynezyen modelini yetersiz bulan arz – yönlü iktisat yaklaşımı taraftarları, devletin vergi harcama politikalarını ve toplam arz arasındaki ilişkiler üzerinde durmuşlardır. Bu yüzden keynezyen politikalardan vazgeçilmesi, bu yaklaşım temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Yeni Teşviklerin Ortaya Çıkması Arz-yönlü iktisat yaklaşımı ça*lışmayı, tasarrufu ve girişim gücünü piyasaya döndürmede önemli ölçüde teşvik etmiştir. Taraftarlarına göre, vergi oranlarının ve teşviklerinin toplam arzın arttırılması üzerinde önemli etkiler yaratmamaktadır. Ancak bu durumu keynezyen iktisat taraftarlarının anlamadıklarım ileri sürmektedirler. Vergisel İndirimler Arz-yönlü iktisat yaklaşımının temel politik aracı, vergi oranlandır. Onlara göre, vergi oranlarında yapılacak indirimler sonucunda vergi gelirleri azalmayacak aksine artacaktır. ABD ile aynı dönemlerde arz – yönlü iktisat politikalarının uygulandığı İngiltere’de ise bu politikalar sonucunda etkin bir piyasa yapısı sağlanmıştır. KAMU TERCİHİ YAKLAŞIMI VE MALİYE POLİTİKASI Kamu tercihi yaklaşımı politik ekonomiye yeni bir iktisat teorisinin kullandığı klasik araçlarla politik ekonomiyi analize tabi tutan bir öğreti olarak 1963 yılında J.B. Buchanan ve G.Tullock tarafından orga*nize edilmiştir. 1967 yılında ekolün adı Kamu Tercihi Topluluğu olarak değiştirilmiştir. Kamu tercihi yaklaşımı, seçmenler, politikacılar, politik partiler, özel çı*kar grupları arasındaki ilişkileri, politik karar alma sürecindeki davranışlarıyla birlikte iktisat, politika, hukuk, sosyoloji bilimi çerçevesinde 'ihijeleyen teorik bir yaklaşımdır. Kamu tercihi teorisi, özel sektöre kıyasla, kamu sektöründe tercihlerin nasıl yapıldığı hakkındaki varsayımları kapsadığı için "Kollektif Karar Alma Sürecinin Analizi" olarak da anılmaktadır!. Kamu tercihi yakla*şımının temelinde bireylerin politik süreç içerisinde kendi kişisel çıkarlarını, refahlarını maksimize edecekleri varsayımı , yatmaktadır? Bu şekliyle kamu tercihi analizi piyasa ekonomisinin analizine benzemektedir. Kamu tercihi yaklaşımı, ekonomik yaşamda kompleks değişim yöntemlerinin açıklanmasını, anlaşılması olanaklı kılacak, analizlerin yapılmasına izin veren analitik seviyelerde geliştirilmiş yaklaşımların metotlarını ve araçlarını alarak kamu ekonomisine, politikaya ve kamusal ya da özel sektöre bu metot ve araçların uygulanmasını sağlayan bir teoridir. Kamu tercihi teorisi, politik sektör içinde devam eden işlemlerde or*taya çıkan sorunların çözümlenmesi, açıklanması ve anlaşılmasını sağlamaya yönelmiş bir yaklaşım olarak bazı varsayımlardan hareket eder. Metodolojik Bireysellik; Ekonomik İnsan yada Bireysel Rasyonellik; Politika Bir Mübadeledir (Catalltaxy); Metodolojik Bireysellik; Ekonomik teorideki anlamıyla aynı. olarak kamu tercihi de metodolojik olarak bireyseldir. Bireysellik burada bir analiz yöntemidir. Temel birimler tercih yapan, işlem yapan ve bu şekilde davranan kişilerdir. Ekonomik İnsan yada Bireysel Rasyonellik: Metodolojik bireysel*likte her seçim ortamında kararın fert tarafından verildiği ve bu yüzden "bireysel tercih" in esas alınması gereği savunulur. Politika Bir Mübadeledir (Catalltaxy); Kamu tercihi teorisinin en önemli metodolojik temeli politikayı bir mübadele,aracı olarak ele alan "Catallaxy" denen varsayımdır. Bu sözcük "politika karmaşık bir mübadele türüdür" anlamında kullanılmaktadır. Anayasal bir düzen altında kavramsal bir sözleşme olan "politik mübadele" kendi kendine kurulur. Kamu kesiminin hacminin genişlemesiyle ortaya çıkan gerek ekono*mik ve gerekse politik yozlaşma ile mücadele için kamu tercihi yaklaşımı politik sürecin yeniden yapılanmasını diğer deyişle anayasal kurumların ye*niden yapılanmasını önermektedir. Böylece politik kurum ve kurallar yeni*den oluşturulabilecek, yetkilerin sının çizilebilecektir. Bunun için yapılması gereken öncelikle bir mali anayasanın hazırlanmasıdır. Bundan amaç, her gelen siyasi iktidarın istediği kadar harcamaları arttırıp, vergi oranlan üze*rinde istediği değişiklikler yapmasını engellemektedir. Ayrıca gelecek nesil*lere büyük bir mali yük getiren borçlanma bu Anayasa ile kontrol altına alınmalıdır. Daha küçük ve daha etkin bir kamu ekonomisinden yana olan kamu tercihi teorisyenleri, kurumsal boyuttaki çözümlemesi diğer iktisadi alanları da kapsamaktadır. Bunların başında “Para Anayasası” gelmektedir. Parasal anayasa ile devletin para arzının ne ölçüde ve ne şekilde arttıracağı belirlenerek, hükümetlerin para arzını istedikleri gibi ayarlamalarında da önüne geçilecektir. Bunun yanında dış ticareti bazı kurallara bağlayan bir “Dış Ticaret Anayasası” da önerilmektedir. Gelir Dağılımı, Sosyal Güvenlik ve hatta Kentleşme – Çevre Sorunları alanlarında da anayasaların oluşturularak bu alanlardaki faaliyetlerin belli kurallara bağlanması teklif edilmektedir. |