#262
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mibeni yaktırırsın odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun şeffaf beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin Fedakarlığımı anlıyorsun vazgeçtim toprak olmaktan vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım ama çok pek çok ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? İçimden bir şey : belki diyor. |
#263
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BEŞ SATIRLA
Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar yürekte kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı anlamak sevgilim o bir müthiş bahtiyarlık anlamak gideni ve gelmekte olanı. |
#264
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BİR ACAYİP DUYGUMürdüm eriği
çiçek açmıştır. — ilkönce zerdali çiçek açar mürdüm en sonra — Sevgilim çimenin üzerine diz üstü oturalım karşı-be-karşı. Hava lezzetli ve aydınlık — fakat iyice ısınmadı daha — çağlanın kabuğu yemyeşil tüylüdür henüz yumuşacık... Bahtiyarız yaşayabildiğimiz için. Herhalde çoktan öldürülmüştük sen Londra'da olsaydın ben Tobruk'ta olsaydım bir İngiliz şilebinde yahut... Sevgilim ellerini koy dizlerine — bileklerin kalın ve beyaz — sol avucunu çevir : gün ışığı avucunun içindedir kayısı gibi... Dünkü hava akınında ölenlerin yüz kadarı beş yaşından aşağı yirmi dördü emzikte... Sevgilim nar tanesinin rengine bayılırım — nar tanesi nur tanesi — kavunda ıtrı severim mayhoşluğu erikte ..........» ........ yağmurlu bir gün yemişlerden ve senden uzak — daha bir tek ağaç bahar açmadı kar yağması ihtimali bile var — Bursa cezaevinde acayip bir duyguya kapılarak ve kahredici bir öfke içinde inadıma yazıyorum bunları kendime ve sevgili insanlarıma inat. |
#265
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum ama nasıl avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum ama nasıl kilometrelerle derin kilometrelerle dümdüz yüzde yüz yüzde bin beş yüz yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla yüreğimle kafamla; severek korkarak eğilerek dudağına yüreğine kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR... |
#266
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BİR CEZAEVİNDE TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI
I Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var (bizlere âlâtı-katıa verilmez) ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak. Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi şarkı söylüyorum karıcığım. Hem ne dersin o berbat ayarsız sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüreğim parçalanıyor. Ve tıpkı o eski acıklı hikâyelerdeki yalnayak karlı yollara düşmüş yetim bir çocuk gibi bu yürek mavi gözleri ıslak kırmızı küçücük burnunu çekerek senin bağrına sokulmak istiyor. Yüzümü kızartmıyor benim onun bu an böyle zayıf böyle hodbin böyle sadece insan oluşu. Belki bu hâlin fizyolojik psikolojik filân izahı vardır. Belki de sebep buna bana aylardır kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere bu toprak testi bu dört duvardır... Saat beş karıcığım. Dışarda susuzluğu acayip fısıltısı toprak damı ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran bir sakat ve sıska atıyla yani kederden çıldırtmak için içerdeki adamı dışarda bütün ustalığı bütün takım taklavatıyla ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı. Bugün de apansız gece olacaktır. Bir ışık dolaşacak yanında sakat sıska atın. Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan bu ümitsiz tabiatın ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. Yine o malum sonuna erdik demektir işin yani bugün de mükellef bir daüssıla için yine her şey yerli yerinde işte her şey tamam. Ben ben içerdeki adam yine mutad hünerimi göstereceğim ve çocukluk günlerimin ince sazıyla suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı seni böyle uzak seni dumanlı eğri bir aynadan seyreder gibi kafamın içinde duymak... II Dışarda bahar geldi karıcığım bahar. Dışarda bozkırın üstünde birdenbire taze toprak kokusu kuş sesleri ve saire... Dışarda bahar geldi karıcığım bahar dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet suyu donmayan testi ve sabahları çimentonun üstünde güneş... Güneş artık o her gün öğle vaktine kadar bana yakın benden uzak sönerek ışıldayarak yürür... Ve gün ikindiye döner gölgeler düşer duvarlara başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı : dışarda akşam olur bulutsuz bir bahar akşamı... İşte içerde baharın en kötü saati budur asıl. Velhasıl o pul pul ışıltılı derisi ateşten gözleriyle bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit karıcığım bittecrübe sabit... III Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara bu anda ne kavga ne hürriyet ne karım. Toprak güneş ve ben... Bahtiyarım... |
#267
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BİR FOTOĞRAFA
Karşımdasın işte... Bana bakmasan da oradasın görüyorum seni. Ah benim sevdasında bencil yüreğinde sağlam sevdiğim. Kalbime gömdüm sözlerimi ceset torbası oldu yüreğim. Tıkandığım o an Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim. Ellerim boşlukta ben darda kaldım. Ellerim buz gibi ben harda kaldım. Bir senfoni vardı kulağımda çalınan bitti artık hepsi... Köşeme çekildim hani hep kaldığım köşeme. Bakış açım belli oldu yine. Geride kalan ardından bakar gidenlerin. Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim. Dağlara çarptım her esişimde. Yollara küfrettim her gidişinde. Demiştim sana hatırlarsan: “Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil ‘zamanla bırakmamak’tir..” Şimdi bana geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır Gittiğim eğer bensem söyle bana kimden gittim? Sende yoktum zaten ben ben yine bende bittim... |
#268
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ
Rüzgâr yıldızlar ve su. Bir Afrika rüyasının uykusu düşmüş dalgalara. Işıltılı kara bir yelken gibi ince direğinde geminin. Geçmekteyiz içinden bir sayısız bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. Yıldızlar rüzgâr ve su. Başüstünde bir gemici korosu su gibi rüzgâr gibi yıldızlar gibi bir türkü söylüyor yıldızlar gibi rüzgâr gibi su gibi bir türkü. Bu türkü diyor ki «Korkumuz yok! İnmedi bir gün bile gözlerimize bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.» Bu türkü diyor ki «Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz ölümün önünde sigaramızı.» Bu türkü diyor ki «Çizmişiz rotamızı dostların alkışlarıyla değil gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin.» Bu türkü diyor ki «Dövüşmek..» Bu türkü diyor ki «Işıklı büyük ışıklı geniş ve sınırsız bir limana dümen suyumuzda sürüklemek denizi..» Bu türkü diyor ki «Yıldızlar rüzgâr ve su...» Başüstünde bir gemici korosu bir türkü söylüyor; yıldızlar gibi rüzgâr gibi su gibi bir türkü.. |
#269
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BİR KÜVET HİKAYESİSüleyman'a karısı telefon etti :
— Konuşan ben ben Fahire. Tanımadın mı sesimden? Demek çok bağırdım birdenbire. Çığlık mı? Belki... Hayır çocuklar hasta değil. Dinle beni : işini bırak da gel çabuk ol ama. Telefonda anlatamam olmaz. Daha kıyamet kadar vakit var akşama. Saatlar saatlar kıyamet kadar. Sorma. Dinle beni... Hemen vapur bulamazsan Üsküdar'a kayıkla geç. Bir taksiye atla. Paran yoksa patrondan avans al. Yolda hiçbir şey düşünme mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış. Yalan kuvvetliye söylenir ben kuvvetsizim. Alay etme kuzum. Evet kar yağacak evet hava güzel. Koynuna girdiğim adam gibi kocam gibi değil büyüğüm akıllım babam gibi gel... Geldi Süleyman Fahire kocası Süleyman'a sordu : — Doğru mu? — Evet. — Teşekkür ederim Süleyman. Bak işte rahatladım. Bak işte ağlamıyorum artık. Nerde buluşuyordunuz? - Bir otelde. — Beyoğlu tarafında mı? — Evet. — Kaç defa? — Ya üç ya dört. — Üç mü dört mü? — Bilmiyorum. — Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman? — Bilmiyorum. — Demek ki bir otel odasında. Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi. Bir İngiliz romanında okudum bu işlere yarayan otellerde kırık küvetler varmış. Sizinkinde de var mıydı Süleyman? — Bilmiyorum. — Hele düşün toz pembe çiçekli kırık bir küvet? — Evet. — Hiç hediye verdin mi? — Hayır. — Çukulata filân? — Bir defa. — Çok mu seviyordun? — Sevmek mi? Hayır... — Başkaları da var mı Süleyman? — Yok. — Olmadı mı? — Hayır. — Bunu sevdin demek... Başkaları da olsaydı daha rahat ederdim... Çok mu güzel yatıyordu? — Hayır. — Doğru söyle bak ne kadar cesurum... — Doğru söylüyorum... — Zaten gösterdiler bana. İnek gibi karı. Belimden kalın bacakları... Fakat zevk meselesi bu... Bir sual daha Süleyman : Niçin? — Bilmiyorum... Karanlıkta pencerenin hizasında karlı ağır bir çam dalı. Bir hayli zaman oldu sofada asma saat on ikiyi çalalı. Süleyman'ın karısı Fahire şunları anlattı kocasına ertesi gün : — ... Dayanılmaz bir acı halindeydi kendime karşı duyduğum merhamet ölmeye karar verdimdi Süleyman... Annem çocuklarım ve en önde sen bulacaktınız karda ayak izlerimi. Bekçi polisler bir tahta merdiven ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız arka arsada bostan kuyusundan. Kolay mı? Gece bostan kuyusuna doğru yürümek sonra kenarına çıkıp durarak baş aşağı atlamak karanlığına? Fakat bulmadınızsa eğer karda ayak izlerimi sade korktuğumdan değil. Bekçi merdiven polisler dedikodu kepazelik aldatılmış bir zevcenin intiharı : komik. Niçin öldüğümü anlatmak müşkül. Kime? Herkese sana meselâ. İnsan ölmeye karar verirken bile insanları düşünüyor... Sen yatakta uyuyordun yüzün rahat her zaman nasıl uyursan ondan evvel ve o varken. Dışarda kar yağmaya başladı. Bir tek gecelikle çıkmak balkona : Zatürree ertesi gün nümayişsiz ölüvermek. Hayır hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali. Yaktım sobamızı. İyice ısınmak lâzım ilkönce. Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış. Pencereye kara bakıyorum : «Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi kar geçen eyyamı nev baharı arar...» Babam bu şiiri çok severdi. Sen beğenmezsin. «Sağdan sola soldan sağa lerzânı girizan...» Lambayı söndürmeden balkona çıktım. « ... gibi kar düşer düşer ağlar...» Oturdum balkonda iskemleye. Havada çıt yok. Karanlık bembeyaz. Uykudayım sanki. Sanki çok sevdiğim bir insan korkarak beni uyandırmaktan yumuşacık dolaşıyor etrafımda. Üşümüyordum. Kederim duruluyor berraklaşıyor. Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin. Ben rehavetli bir mahzunluk içinde acayip şeyler düşünüyordum : Feneryolu'ndaki çınar 150 yaşındaymış. Ömrü bir gün süren böcekler. Gün gelecek insanlar çok uzun çok bahtiyar yaşayacaklar. İnsanın yüreği ve kafası var... İnsanın elleri... İnsan? Ne zamanki nerdeki hangi sınıftan? Onların insanları bizim insanlarımız. Ve her şeye rağmen yeni bir dünya için yapılan kavga. Sonra sen ben bir kırık küvet ve benim kendime karşı duyduğum merhamet... Kar durdu. Sökmek üzre şafak. Utanarak odaya döndüm. O anda uyansaydın sarılıp boynuna... Uyanmadın. Evet çok şükür nezle bile değilim. Şimdi? Zaman zaman hatırlayıp zaman zaman unutacağım. Yine yan yana yaşayacağız beni sevdiğine emin olarak. Altı ay kadar geçti aradan. Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı. Gökte yıldızlar ağaçlarda yaz meyveleri vardı. Fahire birdenbire durdu baktı muhabbetle kocasının gözlerine ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu. |
#270
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
BULUT MU OLSAM
Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüş gemi içinde sarı balık dibinde mavi yosun kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür. Bulut mu olsam gemi mi yoksa? Balık mı olsam yosun mu yoksa? .. Ne o ne o ne o. Deniz olunmalı oğlum bulutuyla gemisiyle balığıyla yosunuyla. |