#321
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
PİRAYE İÇİN
Ne güzel şey hatırlamak seni; ölüm ve zafer haberleri içinden hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının güneşli bir rahatlık ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni yazmak sana dair hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: filanca gün falanca yerde söylediğin söz kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... |
#322
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
SALKIM SÖĞÜT
Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı gidenleri geri çağırmadı baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına! Ah ne yazık! Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! Nal sesleri sönüyor perde perde atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Atlılar atlılar kızıl atlılar atları rüzgâr kanatlılar! Atları rüzgâr kanat... Atları rüzgâr... Atları... At... Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat! Akar suyun sesi dindi. Gölgeler gölgelendi renkler silindi. Siyah örtüler indi mavi gözlerine sarktı salkımsöğütler sarı saçlarının üzerine! Ağlama salkımsöğüt ağlama Kara suyun aynasında el bağlama! el bağlama! ağlama! |
#323
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
SAMAN SARISI
Seher vakti habersizce girdi gara ekspres kar içindeydi ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım peronda benden başka da kimseler yoktu durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri perdesi aralıktı genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada saçları saman sarısı kirpikleri mavi kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı üst ranzada uyuyanı göremedim habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini baktım arkasından üst ranzada ben uyuyorum Varşova'da Biristol Oteli'nde yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu oysa karyolam tahtaydı dardı genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada saçları saman sarısı kirpikleri mavi ak boynu uzundu yuvarlaktı yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu oysa karyolası tahtaydı dardı vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu oysa karyolalar tahtaydı dardı iniyorum merdivenleri dördüncü kattan asansör bozulmuş yine aynaların içinde iniyorum merdivenleri belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir gül açıldı ağır ağır Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum yudum şehirlerimizin hasretini iki şey var ancak ölümle unutulur anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına çıktılar önüme ansızın oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı bir mangaydılar kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri kolları kollarında gamalı haç işaretleri elleri ellerinde otomatikleri vardı omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler yürüdük korktukları hem de hayvanca korktukları belli gözlerinden belli diyemem başları yok ki gözleri olsun korktukları hem de hayvanca korktukları belli belli çizmelerinden korku belli mi olur çizmelerden oluyordu onlarınki korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara her sese her kımıltıya ateş ediyorlar hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor ve kurşun seslerini benden başka duyan yok ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak bir fırancala gibi vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına Belveder yolunda düşündüm Lehlileri kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca Belveder yolunda düşündüm Lehlileri bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı girdim büyük salona genç bir kadınla saçları saman sarısı kirpikleri mavi ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi ve sen bundan dolayı bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada ak boynun uzundu yuvarlaktı yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında onu oraya sen koydun bir taş kuyunun dibindeki suydu bakıyorum eğilip bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz sesleniyorum seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin cıgaranın ucunda senin ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi aklından geçenlerdeydi ayrılık benden gizlediklerinde gizlemediklerinde ayrılık rahatlığındaydı senin senin güvenindeydi bana büyük korkundaydı ayrılık birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında vakit hızla akıyordu geriye doğru ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu ardımızdan koşuyordu önümüze Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece yarısını çaldı Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi şehre yaklaşan düşmanı verdi haber ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın borazan iç rahatlığıyla öldü ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur iskelesi gibi arkada kaldı seher vakti habersizce girdi gara ekspres yağmurlar içindeydi Prag bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı kapağını açtım içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında saçları saman sarısı kirpikleri mavi yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık yağmurlar içindeydi Prag sen yoksun uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada üst ranza bomboş sen yoksun yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından sokaklar bomboş bütün pencerelerde perdeler inik tıramvaylar bomboş geçiyor biletçileri vatmanları bile yok kahveler bomboş lokantalar barlar da öyle vitrinler bomboş ne kumaş ne kristal ne et ne şarap ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu ne bir karanfil şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü- sü'nden martılara ekmek atıyor gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp her lokmayı vakitleri yakalamak istiyorum parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu saçları saman sarısı kirpikleri mavi elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı üst ranzada uyuyanı göremedim ben değilim bir uyuyan varsa orda belki de üst ranza boş Moskova'ydı üst ranzadaki belki duman basmış Leh toprağını irest'i de basmış iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim garson kız tanıdı beni iki piyesimi seyretmiş Moskova'da garda genç bir kadın beni karşıladı beli karınca belinden ince saçları saman sarısı kirpikleri mavi tuttum elinden yürüdük yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata o yıl erken gelmişti bahar o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan ama yine de ansızın yitirdim seni asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun bulvarlar karlı seninkiler yok ayak izleri arasında botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım milisyonerlere sordum görmediniz mi eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz elleri gümüş şamdanlarda mumlardır milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor görmedik İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç mavna gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına seslenemedim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan görmedik girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara ve yalnız kadınlara soruyorum yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan bana ne güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz görmediniz mi saçları saman sarısı kirpikleri mavi kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman Prag'da aldı görmedik vakitlerle yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm kopuyor ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri sancılar içindeydi ve dünya güzeldi lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum görmedik çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda oralarda on dokuz yaşıma rastladım birbirimizi birden tanıdık oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile ama yine de birbirimizi birden tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı üşüyorum hele ellerim ayaklarım oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak ağzında ham bir elmanın tadı dünya on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden onun başına gelecekleri bir ben biliyorum çünkü inandım onun bütün inandıklarına sevdim seveceği bütün kadınları yazdım yazacağı bütün şiirleri yattım yatacağı bütün hapislerde geçtim geçeceği bütün şehirlerden hastalandım bütün hastalıklarıyla bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri bütün yitireceklerini yitirdim saçları saman sarısı kirpikleri mavi kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman görmedim On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı'ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan haberim yok meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki otel odamda Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen ırmağını rıhtımında yıldızların bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının bacalarına karışmış yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le meydanda fırdönen Celâlettin'den konuşuyoruz Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor ben renkleri yemiş gibi yerim ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar bizim Abidin de öyle Avni de Levni de mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler ve şairleri ressamları çalgıcıları onların hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakitleri tuvalinde Abidin'in Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere bulacağım işte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırmağına Sen Mişel Köprüsü'nden ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir sabah çiselerken aydınlık Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa ne pabuç eskisine atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret eski yerinde kalacak. Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakların damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım parmaklarımın ağırlığı yok parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına dönecekler başımın üstünde sağım yok solum yok yukarım aşağım yok Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan genç kadının Küba'dan döndüm bu sabah Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin işin kolayına kaçmadan ama gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil ne de ak örtüde elmaların ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin 1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın bir duvarın üstünde bir el gördüm ferah bir türküydü duvar el okşuyordu duvarı el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu okşuyordu duvarı sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini kocaman bir el deniz kaplumbağası bir el ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el artık bütün sevinçlere inanan bir el güneşli denizli kutsal bir el Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp yeşerip ballanan umutların eli 1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler gibi ağaçlar diken ellerden biri çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el yalansız hürriyetin eli Fidel'in sıktığı el ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü yazan el hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu bir karpuzu kesiyorlarmış gibi ve gözleri parlıyor erkeklerinin ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının akşam oluyor Paris'te Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşünüyorum ve anlıyorum ki bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur. Paris'te bir kestane ağacı olacak Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı gidip elini öpmek isterdim varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman sarısı belâsı başımın. |
#324
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
HOSCAKALIN Dogan günes, yildizlar... Geceler boyu yürüdügüm yollar... Caddeler, sokaklar... Sirilsiklam islandigim yagmurlar... Gözyasimla islattigim kagitlar... hoscakalin... Hoscakalin... Sehirler, istanbul... Ankara... Yozgat... Ege... Akdeniz...Anadolu Hoscakal gözümün nuru Vatanimin pusatsiz kahramanlari... Memleketim, topragim... Topragimin güzel insanlari... hoscakalin... Hoscakalin sevda türküleri... Sezenimin en icli sarkilari... Günün en sevdigim saatleri... Dostlarimin demli, sicak cay sohbetleri... Devrim türkülerinin baskaldirmayısi ögreten dudaklari Kitaplarim, siirlerim, sazim, sarkılarim... Hoscakalin Hoscakal anne, Hoscakal baba, Kardesim, Kardeslerim,dostlarim.. Ve kadinim Hoscakalin iste geldik yolun sonuna.. Derin bir nefes aldim... Uzak diyarlardan gelen esintileri dinliyorum Dinle Sevdigim... Sana son sarkimi soyluyorum... Son kez Dizelerim sana yoneliyor... Kapat gözlerini cicekler Kizi... Bir adam hayatini Ayaklarina döküyor Derin bir nefes daha cektim sevginden... Sessizce baktim yildizlara... Son kez kalemi elime aldim, Seni yazmak icin Kagitlara... Dinle sevdigim ... Seni yazmayısa calismaktayim yasak sarkilarla bir... Yani en zorunu vermekteyim Sinavlarin ... Olümlerden ölüm begenmekteyim... Her yanimda sevda cicekleri... Ne vakit bu kalem elimden duser, Anlaki cok uzaklarda türküler söylemekte dudaklarim... Anlaki sesim solugum kesildi... Anlaki icimden koca bir sehir gitti... Ne vakit bu kalem elimden düser, Anlaki kapamisim gözlerimi... Son nefesimi vermekteyim... Yada icime cekmekteyim, Son nefeste diye seni... Bu siiri gurbetinsesine degil DAGLARA, Sana degil yokluguna, Kalemle degil kanimla... Kursunlarla yüregime yazmaktayim... Seni gördügüm ilk andan beri... Ellerimle mezarini kazmaktayim... Kapat gözlerini cicekler kizi... Ben gittigimde... Yani anlimi dayadigimda o soguk mermer tasa... Yani dort yani civili tahtanin arasindan, Dostlara helal ettigimde hakkimi... Beyazlar icinde... Yani bu siir bittiginde... Okyanusun bilmem hangi issiz dalgasina dusmus... Bir kibrit alevi olacak gozlerim... Siirim isimsiz kalacak belkide... Ruhum bedensiz... Sevdam sahipsiz kalacak... Yozgat bensiz kalacak ... Saatler ayriligi vuranda, Toprak alacak bedenimi... Her yanimda sevda cicekleri... Aci bir tebessum olacaksin dudaklarimda... Nedenini kimselerin bilmedigi... Kapat gözlerini cicekler kizi... Siirim sahipsiz kaldigi vakit, Kul olsun yalnizlar... Bir yildiz kaysin bas ucundan Terkedilmis ruhumun tutsakligindan... Koparip gulusleri, Göklerde bir yildizi eksik saysinlar... Beni bir nülifere sarsinlar... Nefesini nefesine katsinlar... Kucuk bir mezar tasi diksinler bas ucuma... Adini, Adimin yanina yazsinlar... Kapat gözlerini Cicekler kizi... Kapatki görmeyeyim, Beni yeniden hayata vede aska cagiran... Bal rengi gözlerini... Kapatki üsüsün ellerim... Dogmasin gunes ne yazar... Varsin karanliga hapis olsun gündüzlerim... Kapat gözlerini sevdigim... Kapatki görmesin gözlerin agladigimi... Görme devrildigini bir dagin... VE yandigini koca bir hayatin... Kapat gözlerini cicekler kizi ... Hayal kur benimle bir ... Düsünki saclarina dokunmakta ellerim... Usulca mum isinginda, Ac gözlerini sevdigim... Ve düsünki gözlerine deymekte Deymekte gözlerim... Saatler durmus... Hüzün kaybolmus... icime sicaligin dolmus... Bütün türküler bizim olmus... Her yanimda sevda cicekleri... En iclisini yasamaktayiz sevdalarin... Ve dudaklarinda dokunmakta parmaklarim... Hayir... Kapat gözlerini... DAHA SIKI KAPAT... Herdem hayalin icime dolar... Dolarda sigmaz tenime sevgin... Ruhum Benimden, Sevdan gözlerimden tasar... Bilirim; düslerle Gercekler Ayri ayri yasar... Seni ektim yüregimin her bir kosesine, Simdi gozyasi dokmekteyim... Garip hasta bir yürek benimkisi... Senden baska mahsul vermeyen aci toprak... Ne eksem sen bitmektesin... Birkez olsun söyleyemedim... Gözlerinin icine baka baka... Kana kana söyleyemedim,söyle yana yana... iste simdi söylüyorum; Seni seviyorum... Kapat gözlerini cicekler Kizi... Birak tadina varayim iki elimenin... Seviyorum seni.. Basi sonu olmayısan koca bir siir gibi... Seviyorum seni... Dogmak gibi, ölmek gibi... Yasamak gibi... |
#325
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
GiTTiN
Ben arkandan sadece baktim... Oysa,Oysa söylenecek o kadar çok seyim vardi ki Gidersen, iyiye dair ne varsa içimde, yitirecegim hepsini. Gidersen, sönecek içimdeki ates ve bir daha hiç kimse yakamayısacak. Gidersen, karanliga mahkum edeceksin gözlerimi, o karanlikta yolumu kaybedecegim. ...diyecektim sana... KONUSAMADIM... Gittin... Gidisini görmemek için gözlerimi kapadim. Öylesine acidi ki içim; tutup koparsalardi kolumu, bacagimi bu kadar aci duymazdim. tutup koparsalardi kolumu, bacagimi bu kadar aci AGLAYAMADIM... Gittin... Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa... Tutkum seninle olmakti, tutkum teninde erimek, tutkum hayati sadece seninle paylasmakti. ANLATAMADIM... Gittin... Gidisini önlemek için tutmak vardi ellerinden. Ellerim degil miydi her dokunusumda seni ürperten? Ürperirdin yine, biliyorum. Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini, gitmek için biriktirdigin bütün cesaretin kaybolurdu. TUTAMADIM... TUTAMADIM... Bir yikim gibiydi gidisin. Sen adim adim uzaklasirken benden çöküp kaldi bedenim oldugu yere. Nice terk edilislere dayanan bu yürek,bu kez yenilmisti. Bu kadar zayif degildim ben kalkmaliydim. KALKAMADIM... Gittin... Oysa geldigin gün gidecegini biliyordum. Hazirdim gidisine. Kaçak zamanlari yasiyorduk. Zaman bitecek ve sen gidecektin. Bense gidisinin ertesi günü hayatima kaldigim yerden devam edecektim. DEVAM EDEMEDIM... Gittin... Bir sey söyledin mi giderken?.. "Kal" dememi istedin mi? Son bir kez "Seni Seviyorum" dedin mi?... "Bekle beni, dönecegim..." diye umut verdin mi?.. Beynim öylesine ugulduyordu ki. DUYAMADIM... Gittin... Nereye gittigin önemli degildi. Binlerce km. uzakta da olsan, iki metre ötemde de fark etmiyordu Artik yoktun ve asil bu düsünce beni felç ediyordu. Kurtulmaliydim senden, bu yokluk duygusundan kurtulmaliydim. KURTULAMADIM... Gittin... Unutulanlarin arasina katilmaliydin. Anilari sandiga koyup hayati yeniden yakalamaliydim. Bu ask noktalanmaliyd, bu sevdadan vazgeçmeliydim. YAPAMADIM... Gittin... Bir okyanusun ortasinda, tek küregi kaybolmus sandalda dev dalgalarla bogusan bir denizciyim simdi. BIL KI SEVMEKTEN VAZGEÇMEDIM SENI, BIL KI SENINLE BIRLIKTE, SEVDANI DA TASIYACAGIM YÜREGIMDE, BIL KI; SENI ASLA UNUTmayısACAGIM Biliyorum aslinda sen hiç bir zaman gelmedin bana. Duymuyorsun ! Gitme diyorum sana,gitme ! Çigliklarim boguluyor gecenin karanliginda. Gece korkunç, gece sessiz, gece yalniz... Sesim kisiliyor Gidisin bitisi olacak yüregimdeki heyecanin, Gidisin sönüsü olacak gözlerimdeki atesin. Beni,yüregimdeki sevgiyi, Gözlerimdeki bitmek bilmeyen umudu unuttun! Ama ne olur bunu unutma. Gidisin dinderemez bu firtinayi. Bir firtinanin ugultusuyla sesleniyorum sana; GITME.... |
#326
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
Gec Dönen Sevgiliye
Bir sabah uyanirken sen Bir çiglik kopacak Bu çiglik seni ve herkesi uyandiracak Kalkip nereden geliyor diye bakacaksin Baktiginda bizim evden geldigini anlayacaksin Sen daha saskinligini üzerinden atmadan Bir sela çinlayacak kulaklarinda Bu sehrin yorgun sokaklarinda Tüm insanlar toplanacak bir araya Benim öldügümü söylecekler sana Inanmak istemiyeceksin duyduklarina Ama ya gördüklerin Sarmislar beni beyaz bir çarsava Bir araba gelip duracak kapiya Hoca dua edecek bas ucumda Derken tabuta koymak isteyecekler beni Vermemek için tutacaksin kefeni Yaslar süzülecek yanaklarindan Yalvaran gözlerle bakacaksin bana Dokunmayin diyeceksin ne olur ona Ben koyayim onu tabuta Ellerin ve kalbin varmayacak tabuta Mecbur oldugunu anlayacaksin birden Koyacaklar beni o uzun sandiga Ve dönüp bana...... << SENI SEVIYORUM ölemezsin >> diyeceksin Sonra dönüp sözüm yalan degil Inan bana diyeceksin.... Benim yilardir çektigimi Sen bir anda çekeceksin Sonunda yaptigin hatayi anlayip Bir an uzun uzun yasli gözlerle bakacaksin Bak bana döndüm diye yalvaracaksin Ama nafile... Geç kaldigini sende anliyacaksin Mecburen seni seveni kefenin içinde birakip Ondan sonra tüm insanlara dönüp << GEÇ DÖNEN SEVGILIYE >> Diye haykiracaksin... |
#327
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
SEVECEGiM SENi
Nasil seviyordun beni, hatirliyor musun? [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bana "senden asla vazgecmem" diyordun Biliyorum simdi gidiyorsun Gidiyorsun, ama sonum olursun! Sana yalvarmayacagim "kal" diye Diz cöküp önünde aglamayacagim "gitme" diye Duramam artik sensiz bu sehirde Senin izin var, senin kokun var heryerde! Masamda resmin, var kulagimda sesin Su dünyada sevilecek adam bir tek sen misin? Hic acimadan herseyi bitirdin Demekki sen adam degilmissin! Git hadi durma, bakma ardina At beni hadi kör karanligi Söyle ne neden oldu bu ayriliga Bimiyorum dayanirmiyim yalnizliga! Hasret sancisi simdiden yakiyor icimi Biliyorum özleyecegim seni sevmeyi Söyle, benden vazgectin mi? Git, ama sunu bilki, ölenedek sevecegim seni!!!!! [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] |
#328
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
SEBASTIAN BACH
Güz sabahı üzüm bağında Sıra sıra büklüm büklüm Kütüklerin tekrarı. Kütüklerde salkımların Salkımlarda tanelerin Tanelerde aydınlığın. Geceleyin çok büyük çok beyaz evde Herbirinde ayrı ışık Pencerelerin tekrarı. Yağan bütün yağmurların tekrarı Toprağa ağaca denize Elime yüzüme gözüme Ve camda ezilen damlalar. Günlerimin tekrarı Birbirine benzeyen Benzemeyen günlerimin. Örülen örgüdeki tekrar Yıldızlı gökyüzündeki tekrar Ve bütün dillerde 'seviyorum'un tekrarı Ve yapraklarda ağacın tekrarı. Ve her ölüm döşeğinde acısı tez biten yaşamanın. Yağan kardaki tekrar İncecikten yağan karda Lapa lapa yağan karda Buram buram yağan karda Esen tipide savrularak Ve yolumu kesen kardaki tekrar. Çocuklar koşuyor avluda. Avluda koşuyor çocuklar. İhtiyar bir kadın geçiyor sokaktan. Sokaktan ihtiyar bir kadın geçiyor. Geçiyor sokaktan ihtiyar bir kadın. Geceleyin çok büyük çok beyaz evde Herbirinde ayrı ışık Pencerelerin tekrarı. Salkımlarda tanelerin Tanelerde aydınlığın. Yürümek iyiye haklıya doğruya Dövüşmek yolunda iyinin haklının doğrunun Zaptetmek iyiyi haklıyı doğruyu. Sessiz gözyaşın ve gülümsemen gülüm Hıçkırıkların ve kahkahan gülüm. Pırıl pırıl bembeyaz dişli kahkahanın tekrarı. Güz sabahı üzüm bağında Sıra sıra büklüm büklüm Kütüklerin tekrarı. Kütüklerde salkımların Salkımlarda tanelerin Tanelerde aydınlığın Aydınlıkta yüreğimin. Tekrardaki mucize gülüm Tekrarın tekrarsızlığı! |
#329
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
SEN BENİM SARHOŞLUĞUMSUN
Sen benim sarhoşluğumsun ne ayıldım ne ayılabilirim ne ayılmak isterim başım ağır dizlerim parçalanmış üstüm başım çamur içinde yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim. |
#330
|
|||
|
|||
Cvp: AŞk TadıNDa(Arşiv)
SEN...
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var: Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını yer yer tırnaklarımla kazıdım hatıralarımın camını.. En güzel günlerimin üç mel'un adamı var: Biri sensin biri o biri ötekisi.. Düşmanımdır ikisi.. Sana gelince... Yazıyorsun.. Okuyorum.. Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum.. Ne yazık!.. Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var; senin ve benim en güzel günlerimiz.. Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri.. Sana gelince sen o günleri - kendi oğluyla yatan kızlarının körpe etini satan bir ana gibi satıyorsun!. Satıyorsun: günde on kaat bir çift rugan pabuç sıcak bir döşek ve üç yüz papellik rahat için... En güzel günlerimin üç mel'un adamı var: Biri sensin Biri o biri ötekisi... Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi... Sana gelince... Ne ben Sezarım Ne de sen Brütüssün... Ne ben sana kızarım ne de zatın zahmet edip bana küssün.. Artık seninle biz düşman bile değiliz.. |